– AHMET KURUCAN
Farkındayım, çok tahrik edici ve kışkırtıcı bir başlık.
Ahiret; cennetiyle cehennemiyle hesabıyla mizanıyla ciddi bir mekandır.
Düşüncenize, Allah’ın huzurundayız.
Büyük-küçük yaptığımız her şeyin gözümüz önüne dökülüyor.
Bizatihi Allah “Neden yaptın?” veya “Neden yapmadın?” diye sorular soruyor.
Sırat iki adım ötede, cehennem üç adım ötede gözlerinin önünde duruyor.
Yalan söyleme şansın yok.
Vücudunun bütün azaları doğruya ve sadece doğruya şahitlik ediyor.
Gerekirse konuşuyor.
Böylesi bir tabloya şenlikli diye nitelendirmek için insanın aklından zoru olması lazım.
Aklımdan zorum yok elhamdülillah.
İşin ciddiyetinin farkındayım.
Bunlara rağmen hala daha ahiret şenlikli olacak demek geliyor içimden.
Vazgeçemiyorum bir türlü bu düşüncemden.
Neden mi?
Kısaca arz edeyim.
Biliyorum ve inanıyorum Allah adil-i mutlak.
Atom ağırlığı miktarında hiç kimseye haksızlık yapmayacak.
Allah-kul ilişkisi itibariyle belki merhametli davranacak.
Rahman olduğunu gösterecek.
Afettim seni diyecek.
Ama insan-insan, insan-hayvan ve insan-çevre ilişkisinin söz konusu olduğu eylemlerde adaleti ile muamelede bulunacak.
Kul hakkına karışmayacak.
Af etmeyi veya etmemeyi hak sahibine bırakacak.
Buraya kadar yazdıklarım Kur’an ve hadis başta okuduğum dini eserlerden bildiğim ve inandığım şeyler.
Fakat bilmediğim şeyler de var.
Bunların başında Kendisinin yegane hakim olduğu ve her türlü hesabın görüldüğü o mahkeme-i kübrada izleyiciler olacak mı?
Mahkeme salonlarında gördüğümüz üzere ayrı bir platform kurulacak mı?
İsteyenler oraya katılabilecek mi?
Yoksa sadece dava ve davacı ile birinci dereceden hak ilişkisi olan insanlara mı katılma izni verilecek?
Yeri geldiğinde onların ifadelerine mi müracaat edilecek?
Allah’ta dileğim, isteğim, arzum, arzım ve yalvarmam o dur ki 15 Temmuz darbe girişimi, Rus uçağının düşürülmesi,17/25 Aralık soruşturmaları, Uludere katliamı, 7 Şubat Oslo meseleleri, Ergenekon, Balyoz hadiseleri ve mahkemeleri, Bülent Arınç’a suikast iddiaları, Necip Hablemitoğlu cinayeti, Hanefi Avcı, Nedim Şener-Ahmetr Şık hadiseleri, 28 Şubat 1997 vakıası, Ali Kırca’nın 1999’da gündeme getirdiği sohbet kaseti ve sonrasındaki 8 yıl süren mahkeme safahatı…
Anladınız ne demek isteğimi sanırım.
Bunlar 15 Temmuz’daki cuntacı bir grubun yaptığı başarısız darbe girişimi sonrası Gülen’e, cemaate, hizmete, harekete, paralel devlete ve örgüte atfedilen eylemler.
Hepsi de kirli, hepsi de karanlık, hepsinden de kumpas kokularının geldiği ve ülkemizi bugün içinde yaşadığımız kaotik ortama sürükleyen hadiseler.
İşte benim Allah’tan dileğim bu davaların görüldüğü zeminde izleyici olmak.
Orada kurulacak platformda bir kenarda oturmak.
Şu anda çarşaf çarşaf gazete manşetlerini dolduran, köşeleri kapsayan, ekranlarda saatlerce devam eden ihbarların, iddiaların, ithamların aslını tarafların ifadeleri ve kiramen katibin’in kayıt altına aldığı görüntüler eşliğinde dinlemek, izlemek, öğrenmek ve işin hakikatine vakıf olmak.
Neden böyle bir şey istiyorum?
Çünkü 15 Temmuz sonrası darbe girişimi on binlerce insanın işten atıldığı, binlerce insanın tutuklandığı, on binlerce insanın da ifade vermek için gözaltında tutulduğu bu atmosferde bunun gerçekleşeceğine inanmıyorum.
Devlet aklının kaybolduğu, hukukun siyasallaştığı, intikam hukukunun –hukuksuzluğunun demek istedim- her yönüyle işletildiği bir ülkeden bahsediyoruz.
İşkenceler almış başını gidiyor.
Kayıplara kayıplar ekleniyor.
Darbe ile uzaktan yakından alakası olmayan insanlar resmen soykırımı uygulamalarını yansıtan şiddet eylemlerine maruz kalıyor.
Delil mi?
Uzağa gitmeye gerek yok.
Bu satırların yazarı olarak ben başta on binlerce insan.
Keşke bu hesap mahkeme-i kübraya kalmasa.
Her şey bütün çıplaklığı ve netliği ile bu dünyada gözler önüne serilse.
Herkes hesabını burada verse.
Fakat ümitsizim.
Ümitsizlikten de öte imkansızlığına inanıyorum.
Sebebi yukarıda resmetmeye çalıştığım manzara.
Onun için diyorum; sanırım bu iş ahirete kalacak.
Her şeyin hakikati orada ortaya çıkacak.
O zaman herkes anlayacak işin iç yüzünü.
Birileri günümüzün moda sözünü orada Allah’ın huzurunda söyleyecek; “kandırılmışım.”
Ama kim kandırmış?
Şimdilerde kandırılmışım deyip milletten ve Allah’tan af dileyenler mi?
Yoksa kandırdı ithamına maruz kalanlar mı?
Şimdilerde kocaman bir ülkeye travma yaşatan bu sorunun cevabını orada ilme’l yakin, ayne’l yakin ve hakka’l yakin göreceğiz ve öğreneceğiz.
Şimdi anladınız sanırım söz konusu davaların görüldüğü mahkeme zemininin de izleyici olma isteğimin nedenini.
Öyle zannediyorum ki gerçeklerle yüzleşmek ancak böyle mümkün olacak?
Başa döneyim; ahiret şenlikli olacak demem gerçeklerle yüzleşme bağlamında.
Montaj denilen kasetlerin gerçekten montaj olup olmadığını kiramen katibinin kaydından izlemek.
Darbe teşebbüsünün öncesi ve sonrasıyla bütün çıplaklığı ile TV ekranında seyretmek.
Tarafların kendi ses ve görüntüleri ile o anı yaşamak.
Necip Hablemitoğlu ve Hırant Dink cinayeti, Uludere, Hanefi Avcı, Balyoz -Ergenekon, 7 Şubat Oslo, 17/25 Aralık vs…
Evet bunları gerçek mahiyetleri ile öğrenmek şenlikli olacak ama hüzünlü bir şenlik.
Karşılığında büyük bedellerin ödeneceği bir şenlik.
Ne diyeyim Allah istikametten ayırmasın.
Umarım, Allah’a arz ettiğim bu isteğim, arzum, duam kabul olur.