İçimdeki acının büyük tarafı esasen kendimden ziyade masum yavrularıma
bakıyor. Dört evladım var. İki erkek, iki kız. Hepsi de benim ciğerimden parça.
Hangisine dokunsalar acıtıyor. Hem de her yanımı. Bugünlerde evimde tutuklanma
endişesiyle eşi yurt dışına çıkan kız kardeşim de kalıyor. Üç yeğenimle
birlikte. Yani evimizde şu an yedi tane çocuk var.
öğretmenlik olduğunu bilirim. Normalde puanlarımın sayısal değeri mühendis
olmam için yeterliyken ben öğretmenliği tercih ettim. Öğrencilerim olsun
istedim; onurlu, kararlarını kendi alabilen, aldığı kararların sorumluluğunu
yerine getirebilen, saygıyı ve sevgiyi önemli bir değer olarak kabul eden,
ayrım yapmadan her insanı sevebilen öğrenciler… Kimse bana böyle davranırsam
bir gün terörist olacağımı söylemedi. 20 yıl bu duygularla yaptığım mesleğimin
beni bir gün mahkûm durumuna düşüreceğini hiç düşünmemiştim. Yine de bana
dünyaya tekrar gelirsen ne olmak istersin diye sorarlarsa fikrimi hiç
değiştirmedim: Öğretmen.
Hapishanedeki eşimi ziyarete gittiğim
vakit O gözyaşlarını içine, ben ise her zamanki gibi kucağıma döktüm. Yanımda
çocuklarımın anlam veremediği bu mekânda.
15 Temmuz kara gün. Dün mü, bugün mü
diye düşünmek istemediğim bir gün. Sonrasında hem benim, hem de eşimin çalışma
izinleri iptal edilerek işsiz bırakıldık. Devletin kendi kurumlarının izniyle
açılmış bu müesseselerde çalışmak bir anda terör suçu olmuştu. Hâlbuki daha
düne kadar bizi suçlayan insanların çocukları bu okullarda, bu dershanelerde
eğitim görmüş ve görüyorlardı.
Şimdi onlar, bize bu zulümleri reva
görenler, ülkenin tüm istihbarat sistemleri emrindeyken ‘kandırıldık’ diyorlar.
Bizimle ‘siz suçlusunuz, kanmasaydınız, aklınız yok muydu’ diyerek dalga
geçiyorlar.
Bu da yetmedi bir sabah baskınıyla
evimizin en mahrem yerlerine kadar girdiler. Utanmadan çekmecelerde duran iç
giysilerimize kadar baktılar. Tutanakta evde suç unsuru bir delil
bulamadıklarını ifade etseler de, çocuklarımın gözlerine baka baka babalarına
kelepçe taktılar. Çocuklarım ağladılar… Ağladılar ama hiç bir şeyi
durduramadılar. Arkasından giderek, ‘baba!’ diyen sesleri apartmanın
koridorlarında hüzünlü bir haykırış olsa da kimseye seslerini duyuramadılar.
Artık başlarını okşayan bir çift baba eli kilitlenerek, kokularından tanıdığı
saçlara dokunmamak üzere uzaklara götürülerek, üstüne daha büyük demirler
vurdular.
İçimdeki acının büyük tarafı esasen
kendimden ziyade masum yavrularıma bakıyor. Dört evladım var. İki erkek, iki
kız. Hepsi de benim ciğerimden parça. Hangisine dokunsalar acıtıyor. Hem de her
yanımı. Bugünlerde evimde tutuklanma endişesiyle eşi yurt dışına çıkan kız
kardeşim de kalıyor. Üç yeğenimle birlikte. Yani evimizde şu an yedi tane çocuk
var.
Evladımdan biri engelli. Haftada iki
kere rehabilitasyona götürülmesi gerekiyor. Aynı zamanda düşük derecede havale
geçiriyor. Doktor doktor gezmek zorunda kalıp da daha çare bulamadığımız
hastalık. Tüm bunları yalnız başıma göğüslemek zorundayım. Şu an geçimimizi
sağlayacak bir gelirimiz olmadığı için korka korka özel ders vermeye
çalışıyorum. Korkuyorum. Çünkü ders vermeme de bir kulp takıp sonra ‘terörist’
ilan ederek beni de götürecekler diye. Korktuğum başıma gelirse kim ilgilenecek
bu kadar çocukla? Bir anne, kuzularını kime emanet edebilir? Ekonomik olarak
zorlandığımız için geçenlerde kız kardeşim evinin eşyalarını bir spotçuya çok
ucuza satmak zorunda kaldı. Aslında sadece eşyalarını değil hatıralarını da
bırakmıştı o spotçuya. Ağlaya ağlaya…
Şimdi semt pazarlarında en ucuz
yiyeceklere bakıyorum. Pırasa, ıspanak vs. Siz de bilirsiniz. Bu yiyecekler
küçük çocukların çok da damak zevkine uygun değil. Onlara bu yiyeceklerin
vücudumuza olan faydalarını anlatıyorum. İkna olmaları için. Zaten eti, meyveyi
çoktan unuttuk. Bu yiyecekler bizim için yemekhanelerde asılı sadece izlenebilen
bir posterden ibaret. Ama şikâyet etmiyorum. Edemem! İsyan etmiyorum. Edemem!
Bize Allah’a şükürden gayrısı yakışmaz.
Bu toplumda yaşayan annelerden bir
ricam var. Bizi korkup yalnız bıraksanız bile acılarımız azalsın diye dua eder
misiniz? Küçülsün diye…”