Üstad Hazretleri “Yeni Said ne için bu kadar şiddetle siyasetten çekiniyor?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Milyarlar seneden ziyâde olan ebedî; hayata çalışmayı ve kazanmayı şüpheli bir-iki sene dünya hayatına lüzumsuz, fuzûlî; bir surette karışmayla fedâ etmemek için; hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatle olan iman ve Kur’an için siyasetten kaçıyor.
Çünkü, diyor: Ben ihtiyar oluyorum; bundan sonra kaç sene yaşayacağım bilmiyorum. Öyle ise, bana en mühim iş, ebedî; hayata çalışmak lâzım geliyor. Ebedî; hayatı kazanmakta en birinci vâsıta ve ebedî; saadetin anahtarı imandır; ona çalışmak lâzım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya ictimâî; ve dünyevî; hayata ait olacak. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için, o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selametli olan imana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım iman hakikatlarını, nefsimde tecrübe ettiğim mânevî; ilaçları, diğer insanların eline geçmek için, o kapıyı, açık bırakıyorum. Belki Cenab-ı Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahıma kefaret yapar. Bu hizmete karşı şeytan-ı racî;mden başka hiç kimsenin -mümin olsun, kâfir olsun, sıddık olsun, zındık olsun- karşı gelmeye hakkı yoktur. Çünkü imansızlık başka şeylere benzemiyor. Zulümde, fıskta, büyük günahlarda birer uğursuz şeytanî; lezzet bulunabilir. Fakat imansızlıkta hiçbir lezzet ciheti yok. Elem içinde elemdir, zulmet içinde zulmettir, azap içinde azaptır. (…)
“Amma ‘Kur’an ve imanın hizmeti ne için beni men ediyor?’ dersen, ben de derim ki: İman ve Kur’an hakikatları, birer elmas hükmünde olduğu halde, siyasete bulaşmış olsaydım, elimdeki o elmaslar, iğfal olunabilen avâm tarafından ‘Acaba taraftar kazanmak için siyaset propaganda değil mi?’ diye düşünürler. O elmaslara âdî; şişeler (cam parçaları) nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini düşürmek hükmüne geçer. İşte, ey ehl-i dünya! Neden benimle uğraşıyorsunuz, beni kendi hâlimde bırakmıyorsunuz?
“Şu sürgün zamanında görüyorum ki, hodfüruş ve siyaset bataklığına düşmüş bazı insanlar bana tarafgirâne, rakî;bâne bir nazarla bakıyorlar. Güyâ ben de onlar gibi dünya cereyanlarıyla alâkadarım! Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukâbilinde iş görenler, belki kendini bir derece mâzur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet nâmına bana karşı tarafgirâne, rakî;bane vaziyet almak, ilişmek, eziyet etmek, gayet fenâ bir hatâdır. Çünkü daha önce isbât edildiği gibi, dünya siyaseti ile alâkadar değilim. Yalnız, bütün vaktimi ve hayatımı iman ve Kur’an hakikatlarına hasretmiş ve vakfetmişim. Mâdem böyledir; bana eziyet verip rakipçe ilişen adam düşünsün ki, o muâmelesi zındıka ve imansızlık nâmına imâna ilişmek hükmüne geçer.
“Dünya mâdem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem mâdem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem ebedî; hayat burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu dünya misafirhanesinin gayet Hakî;m ve Kerim bir İdarecisi var. Hem madem, ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır. Hem madem ‘Allah hiç kimseyi gücünün yettiğinden başka sorumluluk yüklemez.’ âyetinin sırrınca, gücün üzerinde teklif yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola tercih edilir. Hem madem dünyalık dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki, dünya için âhiretini unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, ebedî; hayatını dünya hayatı için bozmasın, mânâsız boş şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir bilip, misafirhane sâhibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp ebedî; saadete girsin.” Yolumuz belli, işimiz belli… İşimize bakalım…