Bülent Arınç, ara ara kamuoyuna çıkarak arzu-endamda bulunuyorb
Hak, Hukuk diyor. Adalet’ten dem vuruyor.
Sağlık sorunları nedeniyle hastanede tedavi gören CHP’li Belediye Başkanı Murat Çalık’ı ziyaretiyle yeniden gündeme geldi.
Hastane önünde “Benim tanıdığım Murat Çalık pırlanta gibi insandır. Üzerine atılı suçların gerçekleşmediğini göreceğiz.” dedi. Tabiri yerindeyse bu sözleriyle Çalık’ın kefili oldu. ‘Suçsuz ve masum’ olduğunu ilan etti.
Gerçi Arınç’ın sözünün artık bir ağırlığı kalmadı, dün de olmadı gibi…
‘Özgül ağırlık’ var mıydı o da şüpheli.
Şimdilerde çıkışı münferit ve tek başına…
Peki, niye konuştu o zaman?
Çünkü Arınç için ‘yarın’ diye bir şey kalmadı. O da biliyor yaşının kemale erdiğini. Azrail kapıyı çalmadan kendi vicdanını rahatlatmaya çalışıyor. Öyle olmasa ve fıtratının gereğini yapıyor olsaydı sofrasına oturup yemek yediği Mustafa Türk’ü sedyeyle getirildiği Hastanede ziyaret ederdi. Murat Çalık’ı ‘pırlanta’ olduğu için ziyaret etmiş ise Mustafa Türk de ondan geri değildir.
Sadece Mustafa Türk mü? Uzun yıllar Manisa’da ayakkabıcılık yapan Nusret Muğla’yı da ziyaret etmemişti. Kendisi hapiste vefat edince “Nusret Ağabey ile lise yıllarımda tanışmıştım. Kendisi gibi pırıl pırıl insanlarla kitap okur, sohbet yapardık.” diyerek helallik dilemişti. Halbuki sadece bu iki isim kendisine Murat Çalık’tan daha yakın ve daha iyi tanıdığı kimselerdi.
Arınç, AKP’nin yaptığı binlerce zulmü bildiği halde gemiyi hala terk edebilmiş değil. Halbuki ayakkabı kutularında paraların ortalığa saçıldığı günlerde istifa edebilseydi, belki de ülke bu duruma gelmeyebilirdi.
Sanırım cenazesinin ardından insanlar “İyi bilirdik” desinler diye bu tür çıkışlar yapıyor. Yaptığı bu tür çıkışlarla da “Ne yapayım, ben elimden geleni yaptım!” demeye çalışıyor.
Nusret Muğla için ‘kendisi gibi pırıl pırıl insanlarla kitap okur, sohbet yapardık’ demişti ya…
İşte, o sohbetlerden tanıdığı Bediüzzaman Hazretlerine ait bir hakikati kendisine hatırlatmakta fayda var. Bakalım vakti zamanında gemiyi terk etmemesi ve hala da terk etmemeye direnmesi kendisini kurtarabilecek mi?
İkinci dünya savaşının patlak verdiği yıllarda Bediüzzaman Kastamonu’da sürgündedir. Oradaki talebeleri, ‘savaş başlayalı elli gün oldu. Merak edip hiçbir sormadınız’ şeklindeki hayret ifadelerini kendisine yöneltince Bediüzzaman, bu soruya ikna edici bir cevap verir. Merak edenler İnternetten bakabilirler. Bediüzzaman’ın verdiği o cevapta Arınç’ı ilgilendiren kısım ise şurasıdır:
(İnsan) büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bırakıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul olur ve sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.”
İşte, bu cevapta siyah puntoyla verdiğim kısım Arınç’ı alakadar etmektedir. Kendisi, 2013 yılında ayakkabı kutularıyla ortaya çıkan dolar /Euro rüşvet paralarını gözüyle gördüğü halde gemiyi terk etmedi. Dolayısıyla o yıllardan itibaren AKP’nin yaptığı bütün zulümlerin şerikidir /ortağıdır.
CHP’li Murat Çalık’ı ziyaret etmesi ve elbette yapılan haksız yargılamayı dile getirmesi alkışlanacak bir tutumdur. Fakat, o ayakkabı kutularını, para sayma makinalarını ortaya çıkaran polisler, neredeyse 10 yılı aşkındır Silivri zindanında tutuluyor. Bir gün olsun onları ziyaret etmek aklına geldi mi acaba? Bu polislerin topladığı deliller ABD yargısında Rıza Zarrab yargılanırken delil olarak kullanıldı. Vazifesini yapan bu insanları “Ne diye zindanda tutuyorsunuz” demek hiç aklına geldi mi ki?
Daha Murat Çalık ve onun gibi yüzbinler var hapishanelerde; kimi içeride kimi dışarıda AKP’nin zulmü altında inim inim inliyor…
Şimdi Sayın Arınç, Murat Çalık’ı ziyaret etmenizle sizi “İyi bilirdik” dememizi mi bekliyorsunuz? Şayet beklentiniz bu ise ya çok saf ya da kendi vicdanınızı rahatlatmaya çalışıyorsunuz.
Keşke, hastane önünde söylediğin ‘insaf, merhamet ve vicdan’ çağrısını kendi vicdanına da yapabilseydiniz… Keşke, DEM Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu kadar olsun yürekli olabilseydiniz…
Hatırlar mısın bilmem?
Zamanında TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonuna Cezaevlerinde yaşanan skandalları anlattı Gergerlioğlu. Bakırköy Cezaevi’nde 12 kişilik kadın koğuşlarında 50 kişinin kaldığını söyledi. Daha buna benzer binlerce haksızlığı /hukuksuzluğu dile getirdi.
O gün Tarsus Cezaevi’nde yaşanan vahim bir vakadan bahsetti. O gün komisyona verdiği bilgide şu da anlattı: “Gülten Nene isimli meme kanseri bir kadın orada kalıyor. 1 yıl önce kanser olduğu apaçık ortaya çıkmış. 1 yıldır sevkler gecikiyor, hastaneye gidemiyor. 1 yılın sonunda daha sevkler bitmemiş durumda ve tedavisine başlanamamış durumda. Bir hekim olarak söylüyorum evre 1’de yakalarsanız bir kanseri, hemen operasyona alırsınız. Kadının yaşam süresi 10-15 yılı bulur, fakat 10 ay, 12 ay gecikince onun yaşam süresi çok kısalır. Burada resmen büyük bir vebal var.”
Sayın Arınç siz bunların hiç birisini duymadınız veya duymazlıktan geldiniz. Şayet sizde, yaptığınız ‘insaf, merhamet ve vicdan’ çağrısının zerresi olsaydı, bu kadını da ziyaret ederdiniz. İnsan lafı önce kendine söylemeli sonra gerekirse başkasına söyleyebilir.
Sayı Arınç, adını ‘adalet’ koyduğunuz partinin ‘adaleti’ bu kadar ayaklar altına alması sizi bu kadar şaşırtmış olmamalı. Zira bu tuğlalar döşenirken siz de oradaydınız ve hala da oradasınız. Bu durum sizin uykularınızı kaçırıyor mu?