AKP hükümetinde 2007’den 2013’e kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı görevini yapan Ertuğrul Günay, başarısız darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler hakkında “KHK’lar ileride Türkiye’nin hukuk ve demokrasi tarihine sanırım ‘hukuksuzluğun simgesi’ olarak geçecek. 27 Mayıs’ın 147’ler olayı, 12 Eylül’ün 1402’likler uygulaması gibi” dedi.
“Durum bana, bir bakıma, 2010’lar civarında yaşadığımız (Ergenekon gibi) bazı dâvâ ve soruşturmaların gidişini hatırlatıyor. Önce haklı ve makul nedenlerle başladığı sanılan soruşturmalar bir vakitten sonra haksız ve gereksiz boyutlara uzandı, sonunda taraflı yargının işlemleri yönetime, hukuka, ülkeye zarar verici boyutlar taştı” hatırlatmasında bulunana Günay, “O günlerde, Nisan 2009’da, Hükümetin bir üyesi olarak, bu yanlış gidişi eleştirmiştim ve ’12 Marta benzemesin!’ diye kaygılarımı ifade etmiştim” açıklamasında bulundu.
Yeni Asya gazetesinden Ülker Yılmaz Caba’nın sorularını yanıtlayan Ertuğrul Günay, “Artık işin darbe soruşturmasının boyutlarını aştığını, her muhalif görüşü susturmaya yönelik bir baskıya dönüştüğünü ortaya seriyor” dedi. Günay’ın verdiği yanıtlar şöyle:
Gazetemiz çalışanı Nur Ener Kılınç’ın da aralarında bulunduğu tutuklu gazeteciler ve onbinlerce iddianame bekleyen mağdur var. Tutuklu yargılanmaların arttığını görüyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, bu girişime katılanlar ve destekleyenlerle sınırlı kalması beklenen soruşturma ve yargılama işlemleri, haksız ve kaygı verici boyutlara ulaştı. Bu tür olağanüstü dönemlerde, ilk günlerde bazı yanlış işlemlerin yapılması kaçınılmaz sayılabilir. Ama üzerinden aylar geçmişken ve artık ülkenin olağan günlere dönmesi beklenirken, hâlâ bu tür olayların vuku bulmasının mazereti olamaz. Hele bu soruşturma ve tutuklamaların basın dünyasına uzanması, sadece gazetecilik görevini yapan insanların, kamu vicdanını yaralayan gerekçelerle tutuklanmaları, artık işin darbe soruşturmasının boyutlarını aştığını, her muhalif görüşü susturmaya yönelik bir baskıya dönüştüğünü ortaya seriyor.
“Ergenekon sürecinde de uyarmıştım!”
Durum bana, bir bakıma, 2010’lar civarında yaşadığımız (Ergenekon gibi) bazı dâvâ ve soruşturmaların gidişini hatırlatıyor. Önce haklı ve makul nedenlerle başladığı sanılan soruşturmalar bir vakitten sonra haksız ve gereksiz boyutlara uzandı, sonunda taraflı yargının işlemleri yönetime, hukuka, ülkeye zarar verici boyutlar taştı. O günlerde, Nisan 2009’da, Hükümetin bir üyesi olarak, bu yanlış gidişi eleştirmiştim ve “12 Marta benzemesin!” diye kaygılarımı ifade etmiştim. Ne yargı ve ne de siyaset bu uyarımdan gereken dersi çıkarmadı. Sonuç ortada. Tarih, Akif merhumun dediği gibi, “İbret alınırsa tekerrür etmez!”
– KHK’larla yüzlerce insan işinden edildi. Geri dönmeleri için oluşturulan komisyon sizce yeterli mi? Bu durumdan etkilenenlerin sayıları aileleriyle birlikte milyonları aşıyor. Ramazan’a buruk sofralarda girildi. Yetkililere bir çağrıda bulunmak ister misiniz?
KHK’lar ileride Türkiye’nin hukuk ve demokrasi tarihine sanırım “hukuksuzluğun simgesi” olarak geçecek; 27 Mayıs’ın 147’ler olayı, 12 Eylül’ün 1402’likler uygulaması gibi. Tabiî sayısal ve manevî boyutları onları yüzlerce kez aşmış olarak. Bugün bu toptancı düzenlemelerin büyük mağduriyetler oluşturduğu iktidar partisi içinde de biliniyor ve bazı vicdan sahipleri tarafından dile getiriliyor. Bu haksızlıkların ayıklanması için kurulan komisyonun sorunu çözmeye yeteceğini sanmıyorum. Oysa, suçlunun cezasını çekmesi ne kadar adaletin gereği ise, suçsuzların mağduriyetinin bir an önce giderilmesi de o kadar adaletin emridir.
“Adl’dir Mucib-i Salah-ı Cihan”
Adalet, bir toplumu bir arada tutan en önemli bağdır. Adaletin ve merhametin olmadığı yer de ne devlet, ne din, ne de medeniyet, İlâhî, insanî ve ahlâkî değildir. Adalet, bugünkü dünyada evrensel hukukun vazgeçilmez bir kuralı olduğu gibi, tarihten bizim devlet felsefemizin de temelidir. “Adl’dir mucib-i salah-ı cihan!” Bu cümle, büyük bilgin Kınalızade’nin ünlü Ahlâk-ı Alai kitabında “adalet dairesi” dediğimiz devlet yönetim ilkelerinin birincisidir.
“Barış adaletle sağlanır”
– Referandum sürecinde ‘evet’ çıkması halinde terörün biteceği ve dolayısıyla şehitlerin olmayacağı iddia ediliyordu. Fakat geldiğimiz noktada 40 günde 34 şehit gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu konuda bir değerlendirmeniz olur mu?
Referandum sürecinde anayasa değişikliklerinin içeriği başta olmak üzere bir çok konuda asılsız sözler söylendi, vaadler yapıldı. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi, gerçekleşmesi de mümkün değil. Çünkü bir devlet boş vaadle, hamasetle yönetilmez, bilgiyle, birikimle, ortak akılla, hukukla, adaletle yönetilir.Adalet mülkün (devletin) temelidir sözü boşuna söylenmemiş. Bir toplumda barış ve kardeşlik baskıya değil, adaletle sağlanır. Adalet bozulunca devletin temeli sarsılır. Böyle bir ortamda da ne ekonomi, ne demokrasi, ne güvenlik, ne kardeşlik sağlanabilir. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayının bütün insanlığa huzur ve esenlik getirmesini dilerken, tüm yurttaşlarımızın da bu konuları iz’an ve vicdanla yeniden değerlendirmesine vesile olacağını umut ederim.t24.com