Bugün 3 Kasım. Zaman, 31. yaşına girdi. Geçen sene bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılmıştı. Önce ferman geldi, yöneticileri hedefe kondu. Sonra kayyımlara verildi gazete. 15 Temmuz meşum darbe girişimi ile tamamen yok edildi. Son 20 senesine gün be gün şahit olduğum Zaman’sız bir medya var Türkiye’de.
HERKESİ KUCAKLAYAN GAZETE
Yeni Cumhuriyetin ilk gazetelerinden biriydi Zaman. 3 Kasım 1986’da Zaman basın hayatına tekrar döndüğünde başkent Ankara’nın Rüzgarlı sokağında bambaşka bir heyecan başlamıştı. Demokrat, Müslüman, muhafazakar kesim başta olmak üzere herkesin sesi olma ahdiyle yola çıktı. Cumhuriyetin ilk döneminde yayını sürmüş, sonra yıllarca yayın yapmamıştı. Kasım 1986’dan itibaren tekrar hayat buldu.
Bab-ı Ali’de, yani Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’daki yüce devlet kapısında sembolleşen muharrirlik, yazarlık çizerlik hayatının Ankara’ya taşınması ta Yakup Kadri’lerin dönemine dayanıyordu. Meclise, devlete, kurumlara yakın olma psikolojisiyle Ankara yıllarca gazetecilerin başka bir başkenti olmuştu. Matbaaların yeri, ulaşımın ve dağıtımın en kolay en ucuz olduğu/olacağı yere göre seçiliyordu. Başkentte Rüzgarlı sokak tercihi tamamen bundandı. Rüzgarlı’da başlayan o heyecan hep sürdü. Matbaasında, dizgisinde, yayın katlarında, mutfağında, arşivinde çalışanların heyecanı hiç bitmedi. Türk basınında yeni bir okul kuruldu. Muhafazakar, dindar, sağcıların da kitlesel bir iletişim aracı, bir gazetesi, sesi soluğu vardı artık. Okuruyla büyüdü Zaman. Hem öğrendi, hep topluma doğruyu, güzeli, iyiyi gösterme çabasıyla ilerledi.
Bir müddet sonra gazetenin adresi İstanbul oldu: Yenibosna, Çobançeşme. Türk basının deveranı sürüyordu. İstanbul’a dönen sadece Zaman değildi. Dün Bab-ı Ali’yi terk edip gitmek zorunda kalan gazeteciler bu kez İkitelli’ye dönmüşlerdi. Tekstil atölyelerinin, fabrikaların, çamurlu, yağmurlu, tozlu sokakların içine gelmişti medyacılar, televizyoncular. İkitelli dendiğinde medya akla geliyordu bu yüzden.
Herkesi kucaklamak, demokrasiye sahip çıkmak, ülkeyi, ekonomisini, Anadolu halkını büyütmek için çorbada tuzumuz olsun diyenlerin halinden anlayan bir gazete hedeflendi. O okulda, Hekimoğlu İsmail’ler, Fehmi Koru’lar, Fikret Ertan’lar, Abdullah Aymaz’lar, Mustafa Ünal’lar, Ahmet Turan Alkan’lar, Mümtaz’er Türköne’ler, Ahmet Selim’ler, Ali Bulaç’lar, Ekrem Dumanlı’lar, Bülent Korucu’lar, Abdülhamit Bilici’ler, Mehmet Kamış’lar, Ali Çolak’lar, Can Bahadır’lar yetişti. Hilmi Yavuz’lara, Selim İleri’lere, Elif Şafak’lara, Etyen Mahçupyan’lara, İskender Pala’lara ve yüzlerce genç gazeteciye ev sahipliği yaptı.
ZAMAN’LA TANIŞMAK
Herkesin bu yeni yayınla, gazeteyle, gazetemizle tanışıklığının bir hikayesi vardır. Ben şahsen ortaokul yıllarında tanıştım Zaman’la. Küçük bir Anadolu şehrinin çınar ağaçları ve Osmanlı evlerinin ara sokaklarında sokak maçı yaparken, mahalle bakkalının önünde taburenin kenarına ilişmiş bir üniversite öğrencisinin elinde okuma aşkını görmüştüm. Sonra ağabeyimin koltuğunun altında her gün eve giren bu gazetenin Vehip Sinan karikatürleriyle, siyah-beyaz yüzüyle tanıştım. Yazmak, okumak, birikim işiydi. Yoksulluğun hüküm sürdüğü sokaklarda, ekmek parasının hesap edildiği yıllarda bir gazete almak, okumak, okutmak fedakarlıktı Anadolu insanı için. Kasketini ters çevirip vakit namazına duran Hacı amcalar ve tabi bizim ailemiz için çok lükstü. Ama hiçbir zaman yük değildi. İçinde bilgi vardı, sevgi vardı, görgü vardı; hakikat penceresiydi. Farklıydı Zaman. Ailemizden biriydi.
Liseli yıllarımızda ‘gerçekler Zaman’la anlaşılır’ slogan haline gelmişti. Dillere pelesenkti. Üniversite öğrencilerinin kimi zaman şehrin en kalabalık caddesinde küçük bir masa etrafında, kimi zaman bir Cuma namazı çıkışı İstanbul’da Üsküdar, Beyazıt meydanında, Ankara Kocatepe, Maltepe’de abone koçanlarıyla yeni okuyucu arama telaşı sürdü. Bir avuç gazetecinin, hakikat aşığının hayali olarak başlamıştı belki ama Zaman, zamanla Anadolu insanın duası, gözü, dili oluverdi. Sağduyu vardı, demokrattı, soğuk kanlıydı, cesurdu, yeniydi, bilgi veriyordu, insanları dinliyor, dertlere derman arıyordu. Bir fikir fabrikasıydı, ömrünü insanlığa adamışların fikir çilelerini sulayıp büyüttükleri bir büyük rengarenk çiçekleri, desenleri olan bir bahçeydi.
MİLYONA ULAŞAN TİRAJ
1990’lar belki Türkiye’nin en çetin sınavlardan geçtiği dönemlerden oldu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü, terörün zirve yapması, 28 Şubat süreci, faili meçhuller, gazetecinin değil, gazetelerin sokağa alınmadığı korku yılları yaşandı. 2000’li yıllar kısmen de olsa serbesti getirdi. Eski yayıncılar, yazarlar da yerine yenilerini bıraktı. 2001, Zaman için de değişim yılıydı. Genç ve dinamik bir kadro tasarımından yayın çizgisine kadar her şeyi tekrar elden geçirip, Zaman’ı zamanın içine yeniden kazandırdı. Tasarımıyla, haberciliğiyle, fikir zenginliğiyle yepyeni bir çizgi inşa edildi. Avrupa Birliği yolunda ilerleyen, ekonomisini, demokrasisini, hukuk devletini istihkam eden yeni Türkiye’nin lokomotif kurumlarından biri kuşkusuz Zaman gazetesiydi. 1990’ların 50-100 binlerdeki okur rakamları, gazete tirajları milyona ulaştı.
14 Aralık 2014 tarihinde Zaman Gazetesi’ne Ekrem Dumanlı’yı tutuklamak için yapılan baskın kırılma anı oldu. Bütün dünyanın gözü önünde hakikatın sesini kısmak isteyen bir kişi ilk hedef olarak Zaman’ı seçmişti. O baskın sırasında söylenmiş çok söz var. Türk Basın tarihinin en utanç verici baskıları, susturma, sindirme operasyonları yapılırken susanlar, bugün Erdoğan rejiminin Türkiye’yi getirdiği yerden şikayet ediyorlar. İş işten geçti. Daha dün RTÜK başkanı gerine gerine Meclis’te OHAL kapsamında 70 radyo ve televizyonu kapattıklarını anlatıyor. Binlerce işsiz gazeteci. 250’den fazlası tutuklu. Bir o kadarı sürgünde.
Zaman’ın okur buluşmalarında bir dağıtıcının anlattığı sevdayı hiç unutmadım. O dağıtıcı arkadaş şöyle diyordu: “Her sabah uyandığımda yeryüzüne Allah’ın rahmetiyle bereketiyle kullarına rızık dağıttına inanıyor, şahit oluyorum. Bu rızık dağıtılırken, Zaman’ın eksik kalmasını istemiyorum.”
Plaza medyasının ya da yandaşların kalemşörlerine bu duyguyu anlatamayız asla. Onlar bunu bir kutsama ayinine benzetirler daha ilk elden. Ancak ne kadar haklıymış o dağıtıcı kardeşim. Doğru bilgi, hakikat, gerçekleri yüreklice haykırmak; okuruna, milletine sahip çıkmak ne büyük nimetmiş. Bir millet belki de önce elinden ilk alınan bu nimetle imtihan oldu. Şimdi Zaman yazarları, çizerleri, muhabirleri, editörleri bir hukuksuz, ahlaksız cadı avının hedefi haline getirildi. Ömürlerini darbelere ve vesayet rejimine karşı mücadele ile geçirmiş insanlar darbecilikle suçlanıyor. Kalan medya, tüm Türkiye sus pus.
ELİMİZDEN ALINAN İMKÂNLAR…
Sanki herkes hak ettik diyor. Zaman’sız kaldığından beri medyanın hal-i pür melalini anlatacak mecalimiz de kalmadı. İttihat gazetesi yayın hayatına girdiğinde Hekimoğlu İsmail abinin yaşadığı heyecanı yıllar sonra kendi ağzından dinleyerek şahit olmuştum. İttihat gazetesinin ıskartaya çıkan ikinci ele düşen nüshalarına bakıp çokça düşünmüş iki arkadaş. Hekimoğlu Ağabey o zaman buldukları formülle, eski gazeteleri kağıt fabrikası yerine her hafta bir başka köy otobüsüne koyarak Anadolu köylerine gönderdiklerini anlatmıştı. Basitti beklentileri. Gazete köylerde kırılan bir camın yerine, bir yer sofrasının yanı başına iliştiriliyordu. Hekimoğlu Ağabey ve arkadaşı ise o gazeteden bir cümle bile olsa okuyacak bir genç çıkar diye eski gazeteleri her hafta köylere gönderiyordu. Zahmeti rahmete çeviren lütuflar bu gayretler ve düşüncelerle geldi.
Şimdi Allah elimizden bu imkanları aldı. İmtihanın bir başka boyutu bizim için. Ama şu anda bu okuduğunuz site gibi hakkı-hakikati haykıran, gurbette, sürgünde demokrasiye yaşatmaya çalışan bir grup gazeteci var. Dün sahip çıkmadıklarımız elimizden alındı. Bu elimizdekileri de alıp imtihan olmayalım.
Evet, bugün Zaman’sız kalan bir Türk medyası var. Yani gazetesiz, yani subjektif, yani yalan ve manipülasyona açık, yani çok sesliliğin, çok kültürlülüğün öldüğü, fikri zenginliğin, zevki selimin, aklı selimin linç edildiği günlerdeyiz; karanlık bir devrin medyasının manşetleri hüküm sürüyor gazete bayilerinde. Apartmanların evlerin posta kutuları garip. Gerçekler değil, yalanın ve Pravda’ların hüküm sürdüğü bir yokluk ve yoksulluk dönemi var şimdi. Bilgi yok, propaganda ve sinmişlik var. Araştırma ve objektiflik yok, servis edilmiş haberlerle, muhaberat devleti ilkelerine teslim olmuş, parti yayınına dönmüş bir medya var. Hakikati haykıran bir avuç insan dışında, gazeteci ve gerçek gazete yok. Olanlar sürgünde, hapiste. Dile kolay bir buçuk yılda tutuklanan gazeteci sayısı 250’den fazla. Bunların yarıya yakını Zaman okulundan mezun. Şimdi tutsaklar.
Belki her evin bütçesi, maliyesi biraz daha hallice. Ama bilgiden, sevgiden, hayattan, dostluktan, orta yoldan, Zaman’dan kopmuş, koparılmış bir cehalet hüküm sürüyor evlerde. Oluklar çift; birinden kir, diğerinden kir akıyor. Doğru bilgi, muhbiri sadıklar, ‘Habir’ isminin hakkını vermek için gecesini gündüzüne katanlar sürgünde, hapiste. Gazeteciler, Türk medyası linç edilmiş, tacize, tecavüze uğramış… Zamansız kalmış her şey…