Yazar Taha Akyol, gazeteci, yazar, akademisyen, kamu görevlisi, işadamı ve esnaf gibi yüzlerce insanın cezaevlerinde müebbet hapis veya terör örgütüğü üyeliği gibi suçlardan haksız olarak tutuklu bulunmasına dikkat çekti.
Sözkonusu iddialarla tutuklananlarla ilgili kamuoyunda terörist, darbeci, casus diye ‘lekelenmeleri’nin ayrı bir adaletsizlik olduğunu burgulayan Akyol, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e seslenerek “Gencecik hâkimlerin ağır ceza mahkemesi başkanı olduğu, birkaç aylık yıldırım stajla hâkim ve savcı atamalarının yapıldığı sistemde böyle zayıf iddianamelerle tutuklamalar yapılması içinize siniyor mu?” diye sordu.
Taha Akyol’un “Ey Adalet” başlığıyla yayımlanan (15 Kasım 2017) yazısı şöyle:Müebbet hapislik suçlardan veya terör örgütü üyeliği ya da örgüte yardım gibi suçlardan haklı olarak tutuklananlar, yargılananlar var.Ama haksız olarak hapis yatan masum insanlar da var.İnsanı “Ey adalet!” diye feryat ettiren husus, normal hukuk düzeninde soruşturma konusu bile olmayacak davranışların, mesela bir restoranda karşılaşmanın suç delili sayılıp aylarca süren tutuklamalar yapılmasıdır.
Gazeteci, yazar, akademisyen, kamu görevlisi, işadamı ve esnaf tahliye edilmek veya mahkemeye çıkmak için aylarca hapishanelerde bekliyor.
Kamuoyunda terörist, darbeci, casus diye “lekelenmeleri” ayrı bir adaletsizlik.
Böyle zayıf delillerle
Böyle haksız suçlama ve tutuklamaların bulunduğu dosyaların istinaf veya Yargıtay’da bozulması, önemle üzerinde durulması gereken bir sorundur.
İşte Enis Berberoğlu casus diye çeyrek asır ağır hapse çarptırıldı; istinaf bozdu; casusluk yok diye karar verdi…
Barbaros Muratoğlu FETÖ’ye yardım suçundan tutuklandı, mahkûm edildi. İddianamede delil diye 2012 yılında bir grup gazeteciyle birlikte Gülen’le çekilmiş fotoğraf vardı. Tutuklama gerekçesinde “fotoğraf dikkatlice incelendiğinde şüphelinin ceketinin her iki düğmesinin iliklenmiş vaziyette olması” suç kanıtı sayılıyordu.
İlgisiz telefon görüşmeleri örgütsel sayılıyordu.
Fakat 2012 yılı iktidarın da cemaatle iç içe olduğu yıllardan biri değil miydi? Suç örgütü olduğuna dair hukuki bir belge mi vardı?
İstinaf mahkemesi, Muratoğlu hakkında delil denilen şeylerin “suç unsuru olarak değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığına” karar verdi, Muratoğlu beraat etti.
Hâkim teminatı
Muratoğlu ne gazeteci ne politikacıdır. Bütün bunlar Doğan Grubu’nun Ankara temsilcisi olduğu için başına geldi.
Belli gazete ve TV’ler “işte Doğan-FETÖ ilişkisi” diye günlerce siyasi kampanya yürüttü.
Siyasetle adalet bu kadar etkileşmemeli değil mi?
Ama neticede istinaf mahkemesi kesin beraat kararı verdi.
Şu sorunu, HSK üyelerinin ve adalet duyarlılığı olduğu söylenen Bakan Abdulhamit Gül’ün dikkatine sunuyorum:
Gencecik hâkimlerin ağır ceza mahkemesi başkanı olduğu, birkaç aylık yıldırım stajla hâkim ve savcı atamalarının yapıldığı sistemde böyle zayıf iddianamelerle tutuklamalar yapılması içinize siniyor mu?
Daha tecrübeli ve birikimli hâkimlerin görev yaptığı İstinaf mahkemelerinde ve Yargıtay’da hukuk daha bir kendini gösteriyor, değil mi?
Nazlı Ilıcak’la Ahmet ve Mehmet Altanların yargılandığı mahkemede dikkat çekici sıklıkta yargıç değişikliği yapılmış.
Yargıtay ve istinaf hâkimlerinde böyle sıklıkla değişiklik yapılamaz. Buna “hâkim teminatı” diyoruz.
İlk derece mahkemelerinde de değerli hâkim ve savcılar var elbette fakat hâkim teminatının yetersiz olduğu besbellidir. Bu yüzden konumları baskıya açıktır.
En büyük vebal
Adalete yardımcı olmak duygusuyla Yargıtay’ın iki önemli kararını zikretmek istiyorum:
– Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin iyi niyetli “sempatizan”la gizli ve yasadışı faaliyetlere bilerek katılan “örgüt üyesi”ni ayıran kararı. (No: 2017/5155)
– Aynı dairenin, darbeye katılım ve yardım suçlarının ancak “bu özelliğini bilerek kasten” yapılan eylemlerle oluşacağını belirten kararı. (No: 2017/4758)
Bu kararlara uygun konumdaki gazeteci, akademisyen, işadamı, esnaf, her kimse, sonunda aklanacaktır. Niye tutuksuz yargılanmıyorlar?
Adaletsizlikten büyük vebal olabilir mi?