EMİNE EROĞLU-TR724.COM
İslam âlemini kocaman bir mescit olarak hayal edin. O mescidin iklimi ihlas olsun ve cemaati hal lisanı ile manen Kur’an ayetlerini okusun.
Böyle bir iklimde dersini Kur’ân-ı Hakim’in kudsî hakikatlerinden alan, amel ve davranışlarını Efendimiz aleyhisselâtü vesselâmın sünnetinin rehberliğinde düzenleyen her bir fert, asırlardır tekrar edilen “Allah’ım mümin erkek ve kadınları mağfiret et!” duasına dahil olur. O ferdin gayret ve başarılarını zaman ve mekân kaydı olmadan tüm müminler alkışlar. Maşallah barekallah diyerek takdir ederler.
Tıpkı bizim kendi ecdadımızın, İslam ahlakının semereleri olan amelleri ile iftihar ettiğimiz gibi.
SAKALLI ÇOCUKLAR HÜKMÜNDE BAZI AHMAKLAR
Fakat âlem-i İslam mescidinin sakinleri hakikat ehlinden ibaret değildir.O ihlaslı fertlerin amellerini kıymetsiz gören, buna mukabil birtakım münafıkların İslam ahlakı ile hiçbir şekilde tevil edilemeyecek söz ve eylemlerini onaylayan, hatta alkışlayan bir zümre daha vardır o mescitte.
Kimdir onlar?
Bediüzzaman, “Sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmaklar!” olarak tanımlıyor onları. Müslümanların dünyanın dört bir yanında okul açmalarının, talebe okutmalarının, burs ve himmet vermelerinin, diyalog faaliyetlerinde bulunmalarının, gazete çıkarmalarının, asrın ilimlerini tahsil etmelerinin ancak kimin nazarında kıymeti yoksa işte onlar.
Hırsızlık, yalan, iftira, gasp, şiddet gibi bilumum cahiliye adetlerine göz yumanlar, müdafaa edenler…Ahmaktırlar evet. Çünkü bir mümin, avam ve cahil de olsa, aklen çok hüküm veremese de, “Müminin ferasetinden sakının, çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” hadis-i şerifi hükmünce, benlik satan münafık adamlardan hoşlanmaz. Manen onlardan uzak durur ve nefret eder.
Buna karşılık iyilik düşüncesinden doğan ihlaslı amelleri de kalben takdir eder.Tarafgirlikten beslenen yalancı siyasetin peşine düşüp İslam âlimlerine ve Müslümanlara cephe almaz.
Ferasetin bu kadarından bile yoksun olup haramı helali, iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırt edemeyen, kalbi var gibi göründüğü halde ondan habersiz yaşayan nadanlar, Hazreti Mevlânâ’nın “Ahmaklardan kaç ki, İsa aleyhisselâm onlardan kaçtı.” dediği, “sakallı çocuklar”dır ancak.
ZARARLI HAYVAN NEV’İNDEN BAZI MÜNAFIKLAR
Yine o mescidin içerisinde olup, o ihlaslı fertlerin amellerini engellemeye çalışan; Bediüzzaman’ın, “Hayvanât-ı muzırra (zararlı hayvanlar) nev’inden bazı dalâlet ehli” olarak tanımladığı bir zümre daha var.
Kimdir onlar?
“Acırsanız acınacak hale gelirsiniz” diyerek merhameti, “Devletin bekası için her şey feda edilebilir” diyerek adaleti yok edenler.
“Harp hiledir” hadis-i şerifini gayrimeşru olan her şeye meşruiyet kazandırma aracı haline getirenler.Canlı bomba olmayı dinin hükümleri ile telif etmeye çalışan, rüşvete humus, zinaya mut’a diyenler…
İşte onlar âlem-i İslam mescidine zulmü hâkim kılanlardır.Hazreti Pîr onlara menfi milliyetçiliklerine rağmen “milliyetsiz,” camide en önde saf tutmalarına ve Kâbe’yi tavaf etmelerine rağmen “dinsiz herifler, serseri ahlaksızlar!” der. Yapıp ettikleri ile İslam düşmanlarını sevindirdikleri için, ne kadar batı düşmanı görünürlerse görünsünler, “frenkmeşrep”tirler.Heva ve heveslerini tanrı edinmiş bu riyakâr şöhretperestlerin bütün eylemleri dinin esaslarını yıkıp onların yerine bid’aları ikame etmeye yöneliktir.
KUTLU MİRASIN VARİSLERİ
Süfyaniyet çağı, işte bu iki prototipin âlem-i İslam mescidini doldurması ile başlar.Fazilet ve kemalat ehli mübarek zatların sesi bastırılır.
Ve bid’alar hayatı istila eder.
Geniş bir cadde hükmünde olan Peygamber (sa) yolu bir patika haline getirilir.
Bediüzzaman, neden herkesten daha fazla ve bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellef olduğumuzu anlatırken, “müthiş bir zamanda, dehşetli düşmanlar, şiddetli baskılar karşısında ve bid’aların hücumu altında” yaşadığımızın altını çizer.
Ona göre, ümmetin fesadı zamanında sünnetin ihya edilmesi demek; ferdi ve sosyal hayatı, farzları ve vacipleri ile Efendimiz’in (as) yolunun yeniden işler hale gelmesi demektir.
“Kim, ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda benim sünnetime sarılırsa, ona yüz şehit sevabı vardır.” hadis-i şerifine hayatını imanî hakikatlerin ihyasına adayarak cevap verir.İmana dair bir şüphenin zihinlerden giderilmesini bin kere şehit olmaktan daha faziletli görür…
İslam coğrafyasında teröre verilen desteğe, antidemokratik uygulamalara ve insan hakları ihlallerine rağmen hala dini şekilden ibaret gören, Peygamber sünnetini sadece yeme, içme, yatma adabı üzerinden okumaya çalışanlara bakarsanız durumun vahameti daha iyi anlaşılır.
***
Öyleyse kimdir bu asırda sünneti yaşayan ve yaşatanlar?
Onlar, Peygamber (as) yolunun geniş bir cadde halinde, kıyamete kadar devam etmesi için adanmışlıkla çalışan “garipler”dir. Kutlu mirasın varisleri…
Ashab-ı Uhdut gibi ateşlere de atılsalar, “yolda olmak” şükründen kopmayanlar. Bu kutsi vazifenin “ihsan-ı İlahi tarafından omuzumuza konulduğu” bilincinden uzaklaşmayanlar.Üstadları gibi, “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu baş size eğilmeyecektir!” diyebilenlerdir.
O yola canlarımız kurban olsun!