Tarık Toros-tr724.com
Bir şeyin yokluğunu ispat edemezsiniz.
Varlığını ispat için delil koymanız yeter.
Bugün ülke inim inim niye inliyor biliyor musunuz?
Bu iki temel kaide, yer ile yeksan olduğu için.
**
Silahın var mı, bunu kullanmış mısın, birini veya birilerini bununla öldürmüş müsün?
Silahlı bir eyleme katılmış mısın, katılmışsan kimlerle katılmışsın, ne yapmışsınız?
On binleri “terör örgütünden” tutuklatan savcılar çıkıp bu iki sorunun cevabını ortaya koyamamış.
Yargıçlar her defasında: Tutukluluk halinin devamına…
**
Birkaç kere yazdım.
Ülkede hukukun bitişi, 25 Nisan 2015, eski emniyet müdürlerinin tahliye kararlarının uygulanmamasıdır. Kararı alan iki hakim derhal tutuklandı.
Medyanın bitişi ise 28 Ekim 2015, İPEK MEDYA baskınıdır.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi.
**
Hukuk (“düzen” demek daha doğru):
Kanun kitabını takmayan bir yargı, Anayasa’yı çiğneyen bir Anayasa Mahkemesi.
Medya (buna da “yayın tekeli” demeli):
Tek merkezden üretilen manipülatif haberleri alıp yayan bir “gazetecilik.”
**
Bir gecede olmadı bu.
10 yıl önce durduğunuz yere bakın.
Hepimiz yanıldık.
“Hayır, ben yanılmadım” demesin kimse.
2008 yılına gidin, 2018 Türkiye’sini rüyanızda görseniz inanır mıydınız, onu söyleyin.
Sekiz buçuk sene önce, 17 Kasım 2009’da Radikal’de meşhur “Sivil istibdat” yazısını kaleme alan Nuray Mert, bu kadarını bekliyor muydu, emin değilim.
Yine…
6 Ekim 2010’da Posta’daki köşe yazısına “Cemaat, efsaneleşen gücünün esiri oluyor” başlığını atan Mehmet Ali Birand’ı bir kez daha saygı ve minnetle anıyorum. Bu yazı, sonraki 8 senede Cemaat’in başına gelecekleri satır satır anlatır.
**
Bu iki makaleyi, yayımlandıktan çok sonra okudum.
2009 ve 2010’da, bir yıl arayla atılmış iki mühim işaret fişeğidir bu yazılar.
Görülmedi, okunsa da dikkate alınmadı, abartılı bulundu, arşive kaldırıldı, vesselam.
**
Şu son iki hafta içinde yakinen tanık olduğum olaylar silsilesi…
Gidişatın vahametini anlatmaya yeter de artar.
Yormamak için detaya, ağdalı cümlelere, kitabi laflara boğmayacağım, söz.
**
Akın İpek, üç yıldır Londra’da yaşıyor.
13 Temmuz Cuma gününden beri yoğun taciz altında.
Önce kasedi başa saralım:
1 Eylül 2015’te Akın beyin yönetim kurulu başkanı olduğu Koza İpek Holding’e mali baskın oldu.
Kaldı ki…
MASAK, BDDK ve vergi müfettişleri geriye doğru iki yıllık tüm incelemelerinde hiçbir şey bulamamış ve bunu baskından önce savcıya da bildirmişti.
Savcı kafaya koymuş bir kere, “defterlere bir de ben bakacağım” deyip koca grubu bastı.
İki ay boyunca defterleri, kayıtları inceledi, bir şey bulamadı.
Buna rağmen, 26 Ekim 2015’te holding şirketlerine kayyım atandı, iki gün sonra 28 Ekim’de İPEK MEDYA baskını oldu. Emir büyük yerdendi.
Kayyım gerekçesi, yasal raporlarla yalanlanan iddiaları ısıtıp tekrar dayatan bilirkişi raporuydu.
O bilirkişi, dolandırıcılıktan yargılanıp hüküm giymiş biriydi.
6 ay sonra…
4 Mayıs 2016’da MASAK yani Mali Suçları Araştırma Kurulu, holdingi tümüyle temize çıkaran “yasa dışı işlem yok” raporunu bildirdi.
Yargı buna da uymadı. Kayyım idaresi hukuken bitmişti lakin ülkede hukuk yoktu.
İki ay sonra 15 Temmuz yaşandı.
20 Temmuz’da OHAL ilan edildi ve Koza İpek Grubu’na el konuldu, varlıkları TMSF’ye devredildi. Aylar önce kapanmış medyası bir kez daha kapatıldı.
Niye?
Çünkü holdingte hiçbir yasa dışı işlem tespit edilememişti, kayyımların altı boşalmıştı. “Darbe” Allah’ın lütfu oldu ve gruba ikinci bir pranga vuruldu, zira ilk pranga çürümüştü.
**
İkinci perde, OHAL’le açıldı.
Akın İpek, torba çatı iddianamesine eklendi.
Suçlama biçim değiştirdi, “medya ve üniversite yoluyla terör propagandası.”
(O arada şunu belirtelim: Üç sene geçti, medyaya dair açılmış bir dava, iddianame yok. Üniversitesi ise mezun vermemişti.)
Ankara, Akın İpek’in İngiltere’den iadesini istedi.
Londra’ya gelen bakan, başbakan, cumhurbaşkanının konuyu mevzu ettiğini de tahmin edersiniz.
İngiltere bir hukuk devleti.
İletilen 13 suçlamadan 12’sini dikkate almadılar.
Terörün finansmanı, kara para aklama gibi iddiaya bakacaklar.
Buraya kadar okuduysanız, finansal konularda Akın beyin ne kadar rahat olduğunu tahmin edersiniz. Senelerdir bir şey koyamamışlar, ne bir belge, ne yasa dışı bir para transferi, ne başka şey.
**
Konuya bakan İngiliz mahkemesi geçen mayıs ayında prosedür gereği Akın beyin ifadesine başvurdu.
Adresi belli, avukatları konuyu takip ediyor, mahkeme ile iletişim halindeler.
Günü gelince gidip ifadesini verdi, eylül ayında duruşma görülecek, yasal süreç yürüyor.
Bunlar Ankara’nın da bildiği şeyler esasen. Karşı tarafın avukatları var. Bilgi alabiliyorlar.
**
Peki bu taciz fırtınası neden ve nasıl başladı?
12 Temmuz’da İngiliz The Guardian gazetesi bir haber yaptı:
“İngiltere merkezli İpek Yatırım Şirketi, Türkiye’de el konulan şirketleri için uluslararası tahkim görevi üstlenen Dünya Bankası bünyesindeki Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarının Çözüm Merkezi’ne (ICSID) başvurdu. Türk hükümeti, milyarlarca dolarlık mal varlığına el koymakla suçlanıyor.”
Haber Ankara’yı çok kızdırmış olacak ki…
Ertesi gün, 13 Temmuz Cuma, Anadolu Ajansı Akın İpek’in gizli kamera ile çekilmiş görüntülerini servis etti.
Kayyımlar, 18 Temmuz Çarşamba günü, annesi Melek İpek’i 40 yıllık evinden tahliye kararı çıkarttılar.
19 Temmuz Perşembe günü, Sözcü gazetesi “Akın İpek ev hapsinde” diye uydurma bir haber geçti.
Aynı gün, Akın beyin ofisi ve evinin önünde AA’nın ekipleri beklemeye başladı.
21 Temmuz Cumartesi günü ise TRT Haber, masa başı üretilmiş yalan haberin şahikasına imza attı: “Akın İpek gözaltına alındı.”
**
Kronoloji hiçbir şeyin sebepsiz olmadığını gösteriyor.
Ayın 13’ünde başlayan taciz ve tehdit fırtınasına Akın beyin yorumu da bu yönde:
“Yayınlara bakınca, herhalde tahkim davasından sonra başladı bu. Belki uluslararası yargıya yansıyacak olan şeyin önüne geçmek istiyorlar veya etkilemeye çalışıyorlardır diye düşünüyorum. Başka bir sebebi benim gördüğüm kadarıyla yok.” (Ahval, 21 Temmuz 2018)
**
Sonraki yazıda, 13-21 Temmuz arasındaki gazetecilik facialarını anlatacağım.
Yarısı suç, yarısı linç.
Hem de kasten, taammüden.