Sen hiç şüphesiz zayıf, hafif akıllı, işin sonunu düşünemez bir adamsın! Ey Yezid! Senin Hüseyin’i ve Abdülmuttalib oğullarını… kanlara bulanmış, çırılçıplak, kefensiz bir halde meydanda bıraktığını; Parçalanan cesetlerini kurtların dişlerine takip oraya buraya gezdirdiklerini, unuttuğumu mu sanıyorsun?
Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesinin ardından Abdullah bin Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan etmiş ve halktan biat almaya başlamıştı.Bu çerçevede Abdullah bin Abbas’tan da biat istedi, ancak red cevabı aldı. Yezid, Abdullah bin Abbas’ın İbni Zübeyr’i reddettiğini öğrenince, kendisine biat etmesi için mektup yazdı.Abdullah bin Abbas, Yezid’in biata davet mektubunu, tarihe geçen aşağıdaki mektupla reddeti.
“Yezid bin Muaviye’ye!
İmdi, İbn Zübeyr’in beni kendisine biata davet ettiğini ve benim de kendisine biat etmekten kaçındığıma değinen mektubun bana erişti.
Evet! O mesele, işittiğin gibi olmuştur.
Fakat ben seni ne överim, ne de senin dostluğunu, sevgini isterim!
Bana diyorsun ki; sen dostluğumda herkesle bir değilsin.
Andolsun ki; senin elinde bulundurduğun haklarımızdan ancak pek azı bize verilmiştir.
Sen onlardan pek çoğunu bizden esirgedin ve yanında tuttun!
Halkı sana biata teşvik etmemi ve İbn Zübeyr’e biattan alıkoymamı istiyorsun.
Hayır! Sana ne iyilik, ne de seni sevindirmek var!
Çünkü, sen Hüseyin’i ince taşlı, milli yerine indirip şehit ettin.
Bu, sırf senin keyfi arzu ve görüşünün neticesi idi.
Sen hiç şüphesiz zayıf, hafif akıllı, işin sonunu düşünemez bir adamsın!
Sen,n Hüseyin’i ve Abdülmuttalib oğullarının karanlıkları aydınlatan yiğitlerini çölde leşkerinle vurup yerlere serdiğini; topraklara, kanlara bulanmış, çırılçıplak, kefensiz meydanda bıraktığını; rüzgarların onların üzerlerine toprak savurduğunu; parçalanan cesetlerini, kurtların dişlerine takıp oraya buraya gezdirdiklerini, sırtlanların da o cesetleri kurtlardan yağmalayıp inlerine kaldırdıklarını; nihayet, kanlarına girmeye katılmayan kavimlerden Allah’ın takdir ve nasip ettiği kimseler tarafından geceleyin kefenlenerek gömülmüş olduklarını unuttuğumu mu sanıyorsun?
Benim unutamayacağım, senin de unutmaman gereken şeylerden birisi de; Zinakar oğlu zinakar (*), merhamet duygusundan mahrum ve uzak, baba ve ana yönünden bir soysuzun oğlunu onların üzerine musallat etmendir ki, onun babası senin babana kardeş olduğunu iddia etmiş, baban da dünya ve ahirette, sağlığında ve ölümünden sonra kendisi için ar ve ayıptan, utanmaklık ve horluktan, yüzkarasından başka birşey olmayan bir işi tutmuş, onu soyuna katmıştır!
Peygamber Aleyhisselam ‘Çocuk doğduğu döşeğe düşer’ buyurduğu halde, baban onu temiz, pak bir çocuğu nesebine katar gibi katmış, bilmeyerek sünneti öldürmüş, kasden bir bid’atı ihya ve ihdas etmiştir.
Unutmadığım ve unutamayacağım şeylerden birisi de; Hüseyin bin Ali’yi Resulullah’ın haremi olan Medine’den Allah’ın haremi olan Mekke’ye gitmeye mecbur etmen ve hile ile adamlar gönderip onu yok etmek için kandırman, Allah’ın haremi olan Mekke’den yola çıkarıp Kufe yolunu tutturmandır.
O, Mekke’den çekine çekine ve etrafına bakına bakına çıkmıştı.
O, evvel ve âhir, Mekkelilere karşı, Mekkelilerin en şereflisi idi. Eğer o Mekke ve Medine’de oturmak istese ve buralarda çarpışmayı helal saysaydı, Mekkeli ve Medinelilerin kendisine en çok itaat edeceği, boyun eğeceği biricik kişi idi. Fakat, o Allah’ın ve Resulünün haram kıldıklarını helalleştirmek istemedi.
Bundan daha ağırı; senin Harem’de çarıpşmak için hile ile adalar göndermendir. İbn Zübeyr böyle ağır bir günah işlemiş midir? O nerede, ne zaman Beyt-i Haram’a karşı haksızlık etmiş; mütereddidin, koşanın önünü kesmiştir?
Halbuki sen böyle misin? Sanırım, hayır! Şüphesiz olarak bilirim ki; sen bu hususta harıma helalleştirmek ister, onları bile bile değiştirirsin.
Kadınlar gibi yemin edersin! Çalgı çalarsın! Irak’a giden, senin görüşünün kötülüğünü görür ve seni görmek istemez!
‘Allah’ın emri, behemehal yerini bulan bir kaderdir.’ (Ahzab: 38)
Sonra, sen ki, Hüseyin’e karşı adamlar çıkarmasını Mercâne’nin oğluna yazdın ve onu varacağı yere götürmesini ve işi uzatmayı bırakmayı; onu ve Abdulmuttalib oğullarından günah kirlerin Allah’ın gidermiş ve kendilerini hususi bir temizlikle temizlemiş olduğu Resulullah’ın Ehl-i Beyti’ni şehit edinceye kadar üzerlerine düşmelerini emrettin!
Biz senin öyle kaba, ciğeri beş para etmeyen ataların gibi değiliz!
Sonra; Hüseyin bin Ali, geldiği yere geri dönmesi için onlardan talepte bulunmuştu. Siz, onun yardımcılarının azlığını fırsat bildiniz. Ehl-i Beyti’nin kökünü kazımak istediniz. Üzerlerine saldırdınız. Kafirlerin ev halklarını öldürür gibi onları vurup öldürdünüz! Sen ki, böyle benim babamın oğullarını öldürmüşken, kılıcından kanlarım damlarken, benim için intikam alınacak bir kimse iken, doğrusu senin benden sevgi, dostluk, yardım istemen ve beklemen kadar şaşılacak şey yoktur!
Allah dilerse senin üzerindeki kanımı uzatmaz, benim öcümü almadan seni önüme geçirmez, yaşatmaz!
Eğer dünyada yaşamakta beni ileri geçecek olursan, bu da peygamberlerin ve hanedanlarının şehit edilmeleri gibi bir kader olarak kabulümüzdür. Allah’ın va’di, hükmü yerine gelir ve gelmiştir. Allah mazlumlara yardımcı ve zalimlerden intikam alıcı olarak yeter! Senin bugün bize galebe çalman hoşuna gitmesin. Vallahi, bir gün gelir; biz de sana galebe çalarız.
Benim verdiğim sözde duracağımdan ve hakkımdan da bahsediyorsun. Evet! Vallahi, ben amcamın oğlunun da ve bütün babalarımın oğullarının da bu halifelik işine senin babandan daha layık ve müstahak bulunduklarını bile bile senin babanı biat etmişimdir. Fakat, ne yapalım ki, siz Kureyş topluluğu, üzerimize yürüdünüz ve bize galebe çaldınız. Bizi hakkımızdan men ettiniz.
Bize karşı haksızlığa cür’et edenler kahrolsunlar!
Sefihler bize karşı yolsuzluk ettiler. İşi bizden başkaları yürüttü. Onlar da Semud ve Lut kavminin, medyen ashabının ve peygamberleri yalanlayanların kahroldukları gibi kahrolsunlar!
Haberin olsun ki; en şaşılacak şeylerden en şaşılacak olanı, yaşadığım çağda hiç görmediğim şaşılacak birşey de, üzerimizdeki hakimiyetini ve bizi yok ettiğini halk görsün diye, Abdulmuttalib kızlarını ve onun oğullarının körpe kız çocuklarını Şam’a kadar esirler gibi yanına taşıtman, getirtmendir. Yemin ederim ki; sen emin olarak sabahlasan, akşamlasan da, pek yakında yaralanacaksın! Alacağın yaranın büyük olmasını, başından kavgaların eksilmemesini, Resulullah’ın torunlarını ve amcasının oğullarını öldürdükten sonra Yüce Allah’ın sana pek az mühlet verip seni inim inim inletici bir yakalayışla yakalamasını, dünyadan en hor, hakir, en günahkâr bir şekilde çıkarmasını dilimden düşürmeyecek, dileyip duracağım!
Biraz daha yaşa bakalım!
Vallahi, Allah katında kazanmış olduğun şey (günah) seni helak ve mahv edecektir.
Allah’a itaat edenlere selam olsun!”
*Yezit’in Kufe Valisi Ubeydullah bin Ziyad, Ziyad bin Ebu Süfyan’ın oğluydu. İbni Abbas’ın sözünü ettiği olay, Ziyad bin Ebu Süfyan’la ilgiliydi. Ziyad, Ebu Süfyan’ın gayrımeşru oğluydu ve o dönemin adeti gereğince aileden kabul edilmiyor, Ziyad bin Ebih diye biliniyordu. Muaviye, Ziyad’ın isteği üzerine, Ebu Süfyan’ın gayrımeşru oğlunu aile kütüğüne aldı. Bu olaydan sonra Ziyad bin Ebih, Ziyad bin Ebu Süfyan olarak anılmaya başlandı. Bu durum Allah Resulü’nün sünnetine aykırı bir uygulamaydı. Resulullah, “Çocuk doğduğu döşeğe aittir” demiş ve gayrımeşru çocukların annelerine nispet edilmesi gerektiğini belirtmişti. İbni Abbas, Yezit’e yazdığı mektupta bu noktanın altını çizmişti.
*Hz. Hüseyin’in üzerine gönderilen ordunun komutanlığını ise Ömer bin Sa’d bin Ebi Vakkas yapıyordu. Sa’d bin Ebi Vakkas, Cennet’le müjdelenmiş bir sahabeydi. Allah Resulü’nün “Anam babam sana feda olsun Ya Sa’d” dediği kişiydi. Ok atışlarındaki isabetle meşhur olmuştu. Bu yüzden yüzlerce yıl “Okçuların Piri” olarak kabul edildi. Bu büyük sahabenin oğlu Ömer, Allah Resulü’nün torununu şehit eden ordunun komutanlığını yapmış, Kufe Valisi Ubeydullah İbni Ziyad’ın emriyle Hz. Hüseyin’in cenazesini göğsü ve sırtı birleşene kadar atlara çiğnetmişti. Ömer bin Sa’d bin Ebi Vakkas, Kerbela Olayı’na katılan diğer önemli kişiler gibi kısa bir süre sonra Ehl-i Beyt taraftarlarınca öldürüldü.KRONOS7NEWS.