Öyle bir siyasi iktidar düşünün
ki, ülkesinin karşılaştığı sıkıntılardan kendine pay çıkaran, yönetim bozukluğunun
paletleri altında insanını perme perişan ederek, özgürce yaşam koşulları elinden
alınmış, gazetecileri hapse atılmış, protesto hakkı gasp edilmiş. Sanki bu yazdıklarımız
insana komünist rejimi ve diktatör baskısı altında yaşamak zorunda kalan bir
ülke portresi çıkarıyor karşımıza. Ama bunlar Türkiye’de oluyor. İsmine hiç yakışmayan
ve hiç de pak olmayan bir iktidarın vatandaşına yaşattıkları. Darbe girişimini
“Allah’ın lütfu” olarak görüp sonrasında ilan edilen OHAL kararları ile işinden
atılan, ailesinden koparılan, elinin emeği ve helal kazancı ile işletme sahibi
olanların zorla kazancına, malına mülküne el konulmasını yeniden burada tek tek
sıralamaya, sayfalar yetmez. Bu masumların uğradıkları gadirliğe sebep olan ve
bu zulmü o insanlara yaşatanların, birgün bunun hesabını vereceklerinden
eminiz.Ülkenin ana muhalefeti bazı
yasaların karşısında dik durmasa toplumu, sivil toplum kuruluşları ve duyarlı
insanları herekete geçirmese, küçücük çocukların hayatını karartan vicdansız ve
insafsızlara serbestçe toplum içine çıkmalarına müsaade edilip, üstüne üstelik
bir de mükafatlandırarak, tecavüzcüyü mağduru ile evlendirme gibi bir yasaya imza
atacaklardı. Tıpkı Aladağ’da 12 kişinin hayatını kaybettiği yurt yangını sırasında
gece saatlerinde iktidar partisinin emekli akademisyen vekillere ballı maaş
öngören teklifi sunması gibi…Neyse ki, yasa tasarısını, geri
çekmek zorunda kaldı, iktidar. CHP Milletvekili Barış Yarkadaş’ın teklifin geri
çekilmesi ile ilgili yorumu ise çok manidar. O da şu: “Yıldırım ‘Başbakan
benim’ mesajı vermeye çalışıyor. Gruba hâkim olduğunu göstermek istiyor. Zira
damat Berat Albayrak’ın, koltuğunu sarstığını o da görüyor. Bu yüzden işi sıkı
tutmaya çalışıyor. Ancak ne yaparsa yapsın; son 15 günde iki tasarıyı; taciz ve
ballı maaşı geri çektiler… İktidar olmalarına ve OHAL hukuksuzluğuna rağmen iki
tasarıda da geri adım attılar. En büyük gücün halk olduğunu anlamak zorunda
kaldılar”Evet, kısa bir süre önce vuku
bulan hadiseleri hatırlayacak olursak, Adana’nın Aladağ ilçesinde bir öğrenci
yurdunda çıkan yangında 11’i öğrenci, 12 kişi hayatını kaybetti, 22 öğrenci de
yaralandı. Yangın çıkışı kapısının kapalı, itfaiye araçlarından birinin arızalı
ve görevlilerin bu tür acil durumlarda tecrübesiz olması gibi bir dizi ihmaller
zincirinin can kaybında etkili olduğu belirtiliyor. Yaklaşık 20 bin nüfuslu
ilçede hastane olmaması ise ayrı bir felaket. Diğer taraftan da mahkeme sabah
saat 4’te yangın haberine yayın yasağı koydu. Toplumun doğru ve sürekli bilgi
alabilmesinin önüne geçmek için haber yasağı konulmasıyla, toplum gerçeklerden
habersiz bırakıldı.Peki, gelişmiş ülkelerde durum
nasıl? Avustralya’dan çok yeni iki örnek: Bir kaç hafta önce Melbourne’de bir
bankaya elinde yanıcı madde ile girerek ateşe veren bir şahıs, bankadaki 20’den
fazla insanın yaralanmasına neden oldu. Olay yerindeki yangın görüntüleri ve şahitler
ise sürekli medyada yer aldılar. Medya sadece olayın nasıl meydana geldiğini ve
kimin yaptığının tam olarak ortaya çıkmasına kadar suçlayıcı ifade ve isimler
kullanmadı. Yine basit bir yol çalışmasında bile, günler öncesinden hangi gün
ve saatler arasında çalışma yapılacağı duyurulur, kilometreler öncesinden de
yol çalışması nedeniyle, uyarı levhaları konularak tedbir alınır ve olabilecek
kazaların önüne geçilmeye çalışılır.Toplumun can güvenliğini düşünen,
insana değer veren bir anlayış ve sistem böyle yapar. Bu nedenle, başka
ülkelerde yaşayanlar, özgürlükler ülkesi Avustralya yaşamını her zaman hayal
ediyor. İnsanına değer vermeyen bir iktidar ve yandaşlarının felaketler karşısında
aldığı tavrını ise sarf ettikleri ifadeleri ortaya koyuyor. Maden kazasında
hayatını kaybeden insanlar için “bu tür ölümler, bu sektörün tabiatında var”
diyen, Atatürk Havalimanı’na düzenlenen saldırıda hayatını kaybeden vatandaşların
cenazeleri kaldırılırken yapılan köprü açılışı için “Bayram günü” ifadesini
kullanan aynı siyasi liderler, vurdumduymazlıklarını şu anda ülkenin içinden
geçtiği ekonomik sıkıntılarda da ne yazık ki, sergiliyorlar. Dövizdeki
dalgalanmanın önünü almak için ‘dövizini bozdur’ kampanyası başlatan ve
ortalama kredi kartı borcu 3.700 TL’yi bulan vatandaşa yastık altındaki
dövizini TL’ye çevir demek, ne kadar samimiyetten uzak bir anlayış. Herhalde
TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın bir konuşmasında; “Bütün dünya bize gıptayla
bakıyor. Biz büyüklüğümüzün farkında niye değiliz?” dediği Türkiye, bu olsa
gerek!Yazıyı hafta içerisinde futbol
sahasında yaşanan çok çarpıcı bir olayla bitireyim. Biz, Adana’da meydana gelen
yurt faciasıyla, hayatını kaybeden insanların dramının gerçeklerini
konuşurken/konuşamazken, Avustralya’da ise bir martının can güvenliği nedeniyle
maçın durdurulmasını dünya medyası gıptayla gündem yaptı. Melbourne City ile
Sydney’in futbol karşılaşmasında hem de Avustralya Kupası finalinde saha
içerisinde topun isabet etmesi nedeniyle yaralanan martıyı saha dışına çıkarmak
isteyen Sydney kalecisi Danny Vukovic, ısrarla maçın hakeminden oyunu
durdurmasını istedi. Ve maç durduruldu. Vukovic, yaralanan martıyı saha
kenarına götürerek oraya bıraktı. Maçın durmasına sebep olan martı, bu insani
yaklaşım sayesinde, 20 dakika sonra uçmaya başladı. Kaleci Vukovic’in bu örnek
hareketi ise büyük takdir topladı. Görüldüğü gibi, ‘Yeni Türkiye’de, insanın
bir martı kadar bile değeri yok. z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au