İnsanlık tarihi çok despotlar gördü. İnsanlar çok işkenceler çekti. Ama dünyanın neresinde Türkiye’deki gibi zulmü sistemleştiren, vatandaşına işkence eden, necis yedirten, asit kuyularına atan, insanlık suçu işkencenin her türünü ‘Vatan hizmeti’ adı altında insanlarına reva gören bir devlet anlayışı vardır?
Devlet baba sürekli dövüyor çocuklarını. Zulmün ulaştığı noktayı dikkate alırsak, bu babanın temsil ettiği devlet “Ensest Devlet” olmalı. Kendi halkını tüketen bir baba başka nasıl tanımlanabilir ki?
Doğum odasının kapısında bekleyip, lohusa kadına gaddarlığın, mekkarlığın sembolü olan kelepçe takan bir zihniyet var mıdır dünyada?
Vatandaşına her türlü işkenceyi reva gören, jop muamelesini yapan, şeref ve hasiyetten yoksun, her türlü ahlaksız uygulama yapmayı kendine hak gören bir düzen var mıdır başka yerlerde?
Bizde olduğu kesin halk bunu biliyor, iliklerine kadar yaşıyor, hissediyor.Bu ahlaksız anlayış bugün değil, dün de vardı, yarında olacağa benziyor.Çünkü bu ülkede belli zümrelerin suç işleyip asla ceza görmemesi sıradanlaştı. Bugüne kadar haksızlığın, işkencenin cezalandırıldığına dair tek bir örnek görmedim.Sokrates, “Cezasız kalmış haksızlık, bütün kötülüklerin hem en büyüğü, hem de ilkidir” der.
28 Şubat sürecinin yıl dönümündeyiz.
Dün bu hukuksuzlukların hesabı sorulsaydı, sorulabilseydi, yapılan zulümler cezasız kalmasıydı, bugün adaleti kaybetmezdik.
Dün ile bugün arasındaki denklemde bilinmeyen, bulunsa, yapılan yapanın yanına kar kalmasaydı bugünler daha huzurlu ve güvenli olabilirdi.1989 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde Yeşilyurt köyünde masum insanları dışkı yediren cellatlara hesap sorulsaydı, bugün Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Koruköy’de masum insanlara, 70 yaşındaki Abdi Aykut’a insanlık dışı muamelede bulunulmazdı.
Dün 1980’nin işkencecilerinden hesap sorulsaydı, 28 Şubat’ın d
espot sürecini yaşamazdık.28 Şubat’ın ikna odalarının mimarları sigaya çekilseydi, bugün Zonguldak, Kırşehir, Denizli, Uşak, Manisa’da 15 Temmuz bahanesiyle, hasta, yaşlı ve lohusa kadınlar,zindanlarda işkenceler görmezdi.
Yüzsüz, ahlaksız ve karaktersiz İslamcıların,aylardır cezaevinde inim inlim inleyen 10 bin başörtülünün, sırf burs verdiği, kermes düzenlediği için karşı karşıya kaldığı gaddarlığı görmeyip, 28 Şubat’taki başörtü zulmünü anlatıp siyasete malzeme yapmaları samimiyet sımavını geçemediklerini göstermektedir.
Bugün dünün ‘mağdur’ları işbaşında, ama…
Peki, şimdi ne oluyor? Durum nedir?
Olay Nazi Zulmüne maruz kalan Yahudilerin benzeri zulümleri Filistinlilere yaşatmasının bir örneği.
Fişleme, cadı avı, ayrıştırma var mı, var…
Sermayenin rengi ya da renk tonu soruluyor mu, soruluyor…
Hukukun, anayasanın da üzerinde bir ‘kırmızı kitap’ kondu mu; kondu…
Ne yani bu meşum süreç bitmemiş miydi?
Kesinlikle bu süreç daha ağır ve Nazi zulmüne daha yakın.Bu süreçte kadınlara, çocuklu kadınlara, emziren kadınlara, lohusa kadınlara, öğrencilere burs bulan, kermes yapıp yardım toplayan kadınlara yapılan zulüm hiç bir dönem yaşanmamıştı.Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz’e 15 Temmuz darbe tiyatrosu bahane edilerek, cezaevinde inim inim inletilen kadınlardan gelen dram dolu mektubun
u halinde hep beraber okuyalım:
Bebeklerinden koparılmış emzikli anneler…
27 yaşında Akhisar’da yaşayan, yazları köyüne giden, köyde bağ bahçe ile uğraşan bir kadınım.2 Ocak 2017 günü akşam ezanı vakti evimin kapısı çalındı. Mahalle muhtarı ve beraberinde 4 polis ile tesettürümün ve evimin uygunluğu göz önünde bulundurulmadan evime girildi. Malûm sebepten arama yapacaklarmış. Silahlı terör örgütüne üye olmak. Evim arandı, tek bir silah bile bulunmadı. “Hazırlan, gidiyoruz” dendi. 7 gün tek başıma nezarette kaldım. Mahkemede bütün sorulara samimi cevap verdiğim halde tutuklandım. Manisa E-tipi kapalı cezaevine. Hiçbir suçum yoktu, neden gidiyordum? Cezaevine giderken çok korktum. Acaba kimlerle karşılaşacaktım? Götürdükleri koğuşun 21. kişisi bendim. Beni karşılayanlar herşeylerini benimle paylaştılar. Bana sahip çıktılar. Bu kadar iyi insanlar neden burada? Şafak operasyonuyla tutuklanmışlar, 3. aylarındalar. 20 günlük gözaltı sonrası adresleri burası olmuş. Beş emzikli anne; 6, 7, 12, 14 ve 15 aylık bebeklerinden koparılmış anneler…
Bakara Suresi 233. ayette Cenab-ı Hak ‘’Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını tam 2 yıl emzirirler” buyurmasına rağmen anneler zorla çocuklarından ayrıldı. Sütlerini sağıp dökmek zorunda kalmışlar ağlayarak ve bir süre sonra sütleri kesilmiş. Bazıları annelerinin hemşirelik yaptığını, bazıları oradakilere okuma-yazma öğrettiğini sanıyorlar. Birçoğunun eşleri de tutuklu. Çocuklar, bebekler, dedelere, ninelere, kardeşlere emanet. Ailesi olmayanlar Çocuk Esirgeme Kurumunda.
Benden 2 gün sonra koğuşa 3 aylık bebeğiyle Soma’dan bir kadın geldi. Ondan sonra 58 yaşında yaşlı bir teyze. O da terör örgütü üyesiymiş (!) Daha sonra bir anne ve 20’li yaşlı kızıyla. 30 metrekare yatakhanede 27 kadın ve bir bebek. 8 kişilik koğuşta 27-28 kişi yaşamaya çalışıyoruz. Nefes dahi alamıyoruz. Hele bebeğin durumu hiç iyi değil, ama hâkim hâlâ tutuyor.
Yan koğuşlara 5 aylık bebeği ile gelen oldu, 25 günlük bebeğini bırakıp gelen lohusa bir anne de vardı. İslam dininde hiçbir yerde savaşlarda dahi kadın, çocuklara ve yaşlılara bu yapılmadı, gayrimüslimlere de yapılmadı. Burada herkes ağlıyor; kimisi battaniyenin altında, kimisi seccadede usulca, sessizce… Down sendromlu kızı olan da var, 9 aylık bebeği olan da…
Tevekkül edilmiş burada, Mesnevi’de ‘’Sabretmek ve susmak, rahmeti çeker” deniyor. Buradakiler bunu düstur edinmiş, susuyorlar, ama siz “Haberimiz yoktu, görmedik, duymadık” demeyin.
Cezaevinden yazılan mektup böyle…
İşte onun için acaba “28 şubat bin yıl sürseydi” mi diyesim geliyor. Çünkü bu mekkarlık yaşanmazdı…