İman ile şereflenen Allah’ın has kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler, gurur ve kibirden uzak dururlar. Cahiller kendilerine sataşır, laf atarlarsa; ’Selametle‘ der ve geçip giderler. Dinleyenlere gerçeği anlatırlar ama, asla münakaşaya, kavga ve gürültüye girmezler.
Onlar, zorba, mağrur, kaba davranarak kimseye zarar vermezler. Gecelerini secde ve kıyamda geçirir, Yusuf suresi 86. ayette ifade edildiği şekliyle Hz.Yakub (as) gibi, ‘innema eşkü bessi ve hüzni ilallah- Ben, sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arzediyorum. ‘ diyerek hallerini Allah’a arz ederler. Yine derler ki, ‚‘Ey Kerim Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzaklaştır!‘(Furkan suresi,65)
Onlar, harcamada ifrat ve tefrite girmez, zarurî olan ihtiyaçlarını tedarik eder, asla israf etmezler. Allah’tan başkasına ibadet etmez, Allah’ın muhterem kıldığı hiç bir cana kıymazlar.
Onlar, zina etmez, yalan söylemez ve yalan şahitlikte bulunmazlar. Hak ve doğru bildikleri yolda sebât eder, en ağır hadiseler karşısında bile ye’se düşmez, sabrederler ve üzerlerine düşen vazifeyi ifâ ederler.
Onlar, kendilerine uygunsuz bir haber geldiğinde onu iyice tahkik eder, doğruluğunu araştırırlar. Kimseya karşı kötülük düşünmezler çünkü, onlar tahrik ve tahripci değil, tamirci ve ıslahcıdırlar.
Hucurat suresi 9. ve 10. Ayetlerde şöyle ifade edilmektedir;
“Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun.”
“Buna rağmen biri öbürüne saldırırsa, bu saldıran tarafla, Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de vuruşun. Döndüğü takdirde aralarını hakkaniyetle düzeltin ve hep âdil olun, çünkü Allah âdil davrananları sever.”
“Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, O’nun merhametine nail olasınız.”
Onlar gıybet etmez, kardeşinin ölmüş etini yemez, kimseyle alay etmez, kötü lakap takmazlar. Su-i zan (kötü zan) dan kaçarlar, herşeye hüsn-ü zan (güzel zan)’la bakar ve öyle değerlendirirler.
Onlar, kimsenin gizli hallerini araştırmazlar. Mal ve canlarını Allah’ı hoşnut edecek ve insanlara yararlı olacak yerlerde harcarlar.
Yine Hucurat suresi 12.ayette mü’minlere yol gösterilmektedir; “Ey iman edenler! zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin.
Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz!
Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).
(Tecessüs, insanların gizli hallerini araştırmak, keza onların gıybetini yapmak da bu âyetle şiddetle yasaklanmıştır. Gizli halleri araştırmak fertlere olduğu gibi devlet yetkililerine de haramdır. ‘İdareci, halkın mahrem ve gizli hallerini araştırırsa onların ahlâkını ve düzenlerini bozar.’ (Hadis-i şerif- S.Y.)
Ebu Hüreyre (ra)’den rivayetle Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Zandan sakının! Çünkü zan sözün en yalanıdır. Başkalarının konuşmalarını dinlemeyin, insanların kusurlarını araştırmayın. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hakaret etmez. -Kalbine işaret ederek- Takva şuradadır. Şüphesiz Allah, sizin bedenlerinize, dış görünüşünüze bakmaz, kalplerinize bakar. Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşini hor görmesi yeterlidir. Müslümanın herşeyi; kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır.’ (Buhari)
Hz.Üstad da, ‘Dördüncü hastalık: “Sû-i zan”dır. Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve mâ
nevî içtimaiyatı zedeler.’ İfadeleriyle rehber olmaktadır.(Mesnevi-i Nuriye)
Ve yine Hucurat suresi 13.ayette; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.”
“Şunu unutmayın ki, Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır. Muhakkak ki Allah herşeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.” Buyurulmaktadır.
Onlar havarî ve sahabe ruhlu, güzel ahlaklı, vakar ve takvalarıyla, tavır ve davranışlarıyla, bakıldığı zaman Allah’ı hatırlatırlar. Allah, insanı yarattığı varlıklar içinde öylesine mükemmel, paha biçilmez maddi ve manevi değerlerle donatmıştır. Onlar akıl, irade ve şuur sahibi olarak imanlarını şüphe götürmeyecek şekilde sağlamlaştırırlar. Hayatlarını dürüst, düzenli ve müstakim hale getirirler; korku, para, şan, şöhret ve şehvet yoluyla satın alınamayacak kadar karakterlidirler. Çünkü onlar, Allah’a ve zerre kadar hayır ve şerden hesap verecekleri güne gerçekten inanırlar.
İsra suresi 13. Ve 14.ayetlerde bu şöyle anlatılmaktadır; “Her insanın vebalini, kendi nefsine bağladık, her insan yaptıklarına göre muamele görür. Nitekim kıyamet günü hesap defterini önünde açılmış bulacaktır.”
“Şöyle deriz ona: “Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!”
Onlar, yapılan her türlü eziyetler, verilen sıkıntılar karşısında bile ye’se düşmeden, moral bozmadan, şartların elverdiği ölçüde vazifelerinin ve sorumluluklarının hizmet olduğunu unutmadan, hak bildikleri bu yüce davayı temsil ve tebliğe devam etmelidirler.
Kıyamete kadar devam edecek olan bu ‘Kur’an ve iman hizmeti’nin önünü bugüne kadar kimse alamamış, bundan sonra da kimse alamayacakdır. Nitekim Tevbe suresi 32.ayette bu anlatılmaktadır: “Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler. Allah ise, nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz. Kâfirler isterse hoşlanmasınlar!”
Hiç bir musibet devamlı değildir. Dünyanın kendisi de fanidir. Nice Allah düşmanı firavunlar, nemrutlar, deccaller ve münafık zalimler; bu davayı, mensuplarını yok etmeye çalışmışlardır ama, kendileri yok olup ebedi cehenneme gitmişlerdir. Fakat görüldüğü gibi bu dava devam etmektedir hem de bütün dünyada..
Unutulmasın ki; budanan ağaç daha güzel ve bol meyve verir. Önemli olan, dünya barışına katkıda bulunabilmek için, insanlara her şeyden evvel insan olduğu için değer verilmelidir. Onların en büyük idealleri; ‘dünyada neden varız?, aslî vazifemiz nedir?’ sorularına cevap olacak hakikatleri, kavl-i leyyin, tatlı dil güleryüzle ve ikna yoluyla muhtaç olanlara anlatma, Allah ve Peygamberi sevdirme olmalıdır.
Mü’minûn suresi 1.-11. Ayetlerde gerçek inananlar şöyle anlatılmıştır:
“Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler.
Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler.
Onlar boş şeylerden uzak dururlar. Onlar zekâtı ifa ederler.
Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar!
O müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar.
Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar.
İşte vâris olanlar, ebedî kalacakları Firdevs cennetine vâris olanlar onlardır onlar!”
nevî içtimaiyatı zedeler.’ İfadeleriyle rehber olmaktadır.(Mesnevi-i Nuriye)