Mektubun devamı:
Yıllar sonra ilk defa bu yıl ramazan ayını Türkiye’de geçirecektik. Ramazan’da iftarlar nasıl açılıyor, teravihler nasıl kılınıyor ve ramazan pidesi neymiş ilk defa şahit olacaktık. Hepsinden önemlisi dedemlerle beraber ilk defa Türkiye’de bir ramazan bayramı geçirecektik.
Babam bizi ramazanın ikinci günü burada bırakarak tekrar Sri Lanka’ya döndü. Ramazan ayında orada yapılacak işler, sevindirilecek fakir insanlar vardı. Bizde dedemlerle beraber canımız sıkılmasın diye Cemaller köyüne gitmiştik.
Bir hafta geçmişti. Köyden annem ablamla beraber Ereğli’ye gitmişti. Kardeşim Hasan ile ben de şehre gitmek istedik. Dedem öğle namazından sonra bizi de Ereğli’ye götürmek için yola çıktı. Dedemle yolculuk çok eğlenceli geçiyordu, bizi parka götürecek çarpışan otolara bindirecekti. Daha çok binmek için onunla pazarlık yapıyordum. Bu arada kardeşim Hasan arka koltukta uyuyakalmıştı. Tam Ereğli’ye girmek üzereyken bir kamyonun üzerimize geldiğini hatırlıyorum. Korkunç bir gürültüyle bir çarpışma oldu…
Beni ve kardeşimi hemen hastaneye kaldırmışlar. Dedem ise bulunduğu yerde hakka yürümüştü, mübarek ramazan ayında. Kardeşimle benim durumum ağır olduğu için ambulansla Ereğli’den Zonguldak Tıp Fakültesine sevk etmişler. Durumu haber alan annem hemen hastaneye gelmiş. Çaresiz ve bitkin bir şekilde hemen Sri Lanka’daki hayat yoldaşı babamı aramış, durumu haber verirken dayanamayıp olduğu yerde bayılmış.
Kardeşimle beni çocuk yoğun bakım odasına almışlar. Annemizi solunum cihazına bağlı bir şekilde karşıladık. Bu kritik saatler için doktorlar anneme çokça dua etmenin gerektiğini söylemiş önümüzdeki saatlerde her an her şey olabileceğini ifade etmişler. Hüzünlü gurbette iftarını arkadaşlarıyla açan babam akşam namazı için hazırlık yaparken gelen bu elim haber karşısında çaresizlerin çaresi Yüce Rahman’a sığınıyor, geçmek bilmeyen zamanın çıldırtıcılığına karşı teselli arıyordu. Gece yarısında binmiş olduğu uçakta gözyaşlarını kimseye göstermemeye çalışıyor, için için ağlıyor. Buğulu gözlerle her şeyin Mülk Sahibine dua dua yalvarıyordu. Musibetin tosladığı bir zamandı, şimdi sabır gerekliydi. Verilen evlatlar bir emanet değil miydi? Bunu anlamak zordu. Nefse söz geçirmek ise zorlardan da zordu. Her babayiğidin harcı değildi şu fani âlemde.
Babam ertesi gün Türkiye’ye gelmiş, ikindi vakti defnedilen dedemin cenazesinin son anına ancak yetişebilmişti. Kabri başında kendini tutamamış bu ani ayrılık karşısında doyasıya ağlamıştı.
Babam akşam üzeri hastaneye, yanımıza gelebilmişti. Odaya girişini kokusundan ve sesinden duyuyordum. Annem bir Osmanlı kadını gibi dimdik ayakta durmaya çalışıyor, ağlamıyor ve hayat arkadaşına doktorlardan aldığı son durumu anlatıyordu.
Gece boyu annem bizimle konuştu, kardeşimin de yanımda olduğunu, babamın Sri Lanka’dan gelmek üzere olduğunu anlattı. Ben onu duyabiliyor, ama cevap veremiyordum. Babamda gelince bizimle konuşmaya başladı, kalkıp boynuna sarılmak istiyor kendimde o dermanı bulamayıp, parmaklarımı hareket ettirerek cevap vermeye çalışıyordum.
İkinci geceyi de böyle geçirdik yoğun bakım odasında.
Üçüncü gün kardeşim Hasan uyandı ve kendine geldi. O’nun beyin kanaması durmuştu. Konuşmasını duyabiliyordum: Titrek bir sesle anne abim ne zaman uyanacak ve evimize ne zaman gideceğiz diyordu.
Canım kardeşim ben olmadan hiç bir şey yapamazdı, her şeyini bana sorar, alacağı oyuncağa varıncaya kadar benim fikrimi sorar öyle karar verirdi. Sri Lanka’daki o yalnızlık günlerimizde birbirimizle çok iyi iki arkadaş gibi olmuştuk. Galiba şimdi ayrılık vakti gelmişti ötelere doğru.
Kardeşimin odasını değiştirip yan odaya aldılar. Doktorlar sürekli gelip gidiyordu. Annem ve babam ise nöbetleşe kardeşimle benim başımda cevşen okuyor, sonsuz Rahmet Sahibinden dua dua şifa talebinde bulunuyorlardı. Babam tanıdığı dost ve arkadaşlarını da haberdar etmiş bizim için dünyanın dört bir yanından dua seferberliği başlamıştı. Dördüncü gece benim için çok ızdıraplı geçti. Doktorlar o gece beni uyandırmaya karar vererek, verilen ilaçları kestiler. Sabaha kadar acılar içinde terleyerek kıvrandım. Babamın ve amcamın ellerinden tutuyor olabildiğince kuvvetimle sıkıyor ‘ ne olur kurtarın beni bu ızdıraptan’ diye feryat ediyordum. O gece babam annemin benim bu halimi görmemesi için elinden geleni yaptı. Sabah olmuştu ve doktorlar beni tekrar uyutmaya karar verdiler. Beni yetişkinler için ayrılan yoğun bakım odalarından birisine naklettiler. Odaya götürülürken anne ve babamın ellerini son tutuşum olduğunun farkında değillerdi. Odada tek başımaydım. Anne ve babamın teselli veren sesleri ve kokuları artık yoktu.
Bugün ablamın doğum günüydü, acaba ne yapmıştı. Bu mutlu gününe katılamadığımız için eminim çok üzülmüştü. Canım ablam ne çok severdi doğum günü partisini ve bir yaş daha büyümeyi.
Beşinci gece yarısı ötelerden ilk ciddi davet gelmiş ve kalbim durmuştu. Doktorların yoğun uğraşları sonucu tekrar hayata tutundum. Babam durumumdan ancak sabah olunca haberda
r olmuş ama anneme hiçbir şey söylememişti. Zaten annem kardeşimin yanından ayrılamıyordu.
Ağlamaktan gözlerinde yaş kalmamıştı garip anamın. Tek tesellisi asıl Mülk Sahibine sığınarak ‘Sen bilirsin ey çaresizlerin çaresi ‘ demekti. Babam ise yoğun bakımın önünde dolaşıyor ızdırapla iki büklüm bir vaziyette büyüklerinden öğrendiği hakikatlerle ayakta durmaya gayret ediyordu. İyi ki o hakikatler ve onları öğreten sonsuz nur sahipleri vardı. Yoksa böyle musibetlere karşı çaresiz insanoğlu nasıl dayanırdı.
Öğle ezanı okunmaya başlamış ve Sonsuz nur sahibine gitmek için uzaklardan son çağrı gelmişti. Mübarek ramazan günü Ruh Emanetim alındı vazifeli melek tarafından. Yukarılara tayeran (uçarken) ederken anne ve babamın çaresiz hallerini görüp ayrılık hüznü çöktü üzerime. Gidiyordum ve bir daha can kardeşlerimle oynayamayacaktım. Küçük kardeşim Sinem’i doya doya sevemeyecektim. Küçük bir muhacir olarak niye gittiğimi bilmediğim Sri Lanka’ya bir daha dönemeyecektim. Çok sevdiğim uçaklara binemeyecek, resimlerini çizmekten büyük zevk aldığım tırları bir daha seyredemeyecektim.
Babama haber vermek için dört doktor odadan çıktılar. Dışarda bekleyen dertli babam doktorları karşısında görünce anladı ötelere ayrılığın acı haberini. Tek başına yalnız bir adamın canından çok sevdiği evladını kaybetmenin bütün çaresizliği üzerine çöktü. Yutkundu, çömeldi ve sonsuzluk sahibinin takdiri karşısında, kahrın da hoş lütfun da diye düşünüp, dudaklarından titrek bir sesle ‘Ya Rabbi Sen bilirsin’ sözü döküldü, sessizce.
Ekrem’e Sri Lankalılar ikram diyorlardı, Mülk Sahibi bir ikramda bulunmuş ve ikramını ebedi bir âlemde vermek için tekrar almıştı. Bu muvakkat ve ani ayrılık karşısında artık sükût etme zamanıydı. Hak karşısında tevekkül edip Allah’ın sadık kulu gibi davranarak babayiğitlik sergileme zamanıydı. Ama sabır otu gibi acı ve zordu.
Annemin henüz haberi olmamıştı bu ayrılıktan. Babam şefkat kahramanı olan bir anneye nasıl söylerdi. Annem daha bir kaç gün önce babasını kaybetmiş cenazesine dahi gidememişti. Babam ızdırap içinde kıvranıyor ne yapacağını düşünüyordu. Doktorlarla istişare ederek beraberce haber vermeye karar verdiler. Yarın ameliyat olacak olan kardeşimin yanında ki annemin yanına çıktılar. Sanki üzerine bir sekine inmişçesine babam tahammüllü olmaya çalışıyordu. Doktorların geldiğini gören annem anladı acı bir haberin geldiğini. Şefkatli anam hastane odasındaki yatağın üzerinde kalakaldı. Günlerce içine akıttığı gözyaşları sel oldu taştı. Artık durdurulacak gibi değildi. Çaresizce hastanenin bir köşesinde ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu.
İşte o an Rabbimden müsaade isteyip anneme doya doya sarılıp ’Ağlama artık annem, bu ayrılık geçici, ben baki âleme sonsuz Nur sahibine gidiyorum, ebedi olan âlemin kapısında sizi bekleyeceğim, sizi bulup almadan cennete gitmeyeceğim’ diyerek teselli etmek geliyordu içimden. Ama elimden bir şey gelmiyordu.
Ebedi yolculuk için hazırlıklar başladı. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra hastanenin gasilhanesine alındım. Yıkanma esnasında son defa hissettim babamın sıcacık ellerini bedenimde. Daha iki yıl öncesinde beyaz elbise içinde sünnet düğünüm yapılmıştı. Şimdi ise diğer düğünüm yapılacakmış gibi babam hazırlık yapıyordu. Büyüklerimiz ölüm için şeb-i aruz dememişler miydi? İmam efendiyle beraber beyaz kefenimi bir damatlık elbise gibi giydirdiler. Güzel kokular sürerek beni bir yarene hazırladılar. Teyzem gibi babamda bu düğün hazırlığı için sessizce ağlıyordu, dilindeki dualar eşliğinde.
Ertesi gün olmuştu, hastaneden beni alan kalabalık bir grup eşliğinde sala’nın verildiği köy camisine doğru yola çıktık. Cemaller köyündeki dedemin evinin önüne gelmiştik. Annem ayakta karşıladı beyaz damatlıklar içindeki küçük muhacir oğlunu. Son defa göremeden cenaze arabası camiye doğru hareket etti. Dört bir yandan gelen hizmet gönüllüleri cami avlusunda onu karşıladı. Babam tabutun başında bekliyor ve taziyeleri kabul ediyordu. Öğle namazını müteakip cenaze namazımı kutlu bir zatın rahleyi tedrisinde ders almış bir abi kıldırdı. Başlar üzerinde beni bir hafta önce defnedilen dedemin yanına taşıyorlardı. Ebedi istirahat mekânına gelince bedenim başlar üzerinden indirildi. Babamı imam efendi sesledi. Babam yardımlar eşliğinde beni öbür âleme açılan kabrime koydu. Yavaş yavaş sesler duyulmaz oldu. Kısa süren fani hayattaki sevenlerimle arama kara toprak girmeye başladı. Elveda anam babam kardeşlerim ve sevenlerim. Elveda Sri Lanka, elveda dünya.
Annemin ayrılıklar ve hüzünlü gurbete gidişleri karşısında ağlamaları gözümün önüne geliyor, Rabbi Rahimime onun gibi ayrılık hasretiyle yanıp yaşatma ideali taşıyan bütün acılı anneleri için niyazda bulunmak istiyorum. Ağlama annem, ağlamayın analar biz masun şehitler sizler için ebedi âlemde en büyük şefaatçiniz olacağız Allah’ın izniyle.
Ne olur; hüzünlü gurbetin sahibi ve asrın çilekeşinin teşvikleriyle çıktığınız bu kutlu ve nurlu yoldan dönmeyin. Efendimiz’ in (SAV) yolundan giden gönüllüler hareketinde yaşatma idealinden ayrılmayın. Bu hizmet yolunda bizden acı ve hicran dolu ayrılıklar hicretinizden sizi geri koymasın. Tekrar gidin muhacir yurdunuza yaşatmak için.
Merak etme küçük şehidim sabırla ve ümitle gidiyoruz ve dönmeyeceğiz.
Yollardayız canım OĞLUM
M.EKREM ÜNALAN
05 ŞUBAT
2012-SRİLANKA