İnsanlık semasının yıldızlarından birisini daha bu makalede kıymetli okuyucularımıza tanıtmaya çalışacağımı düşününce aklıma öteden beri çok hürmet ettiğim ve çok büyük bir insan olan bu zat aklıma geldi.
O’nu layıkıyla anlatmak mümkün değil benim için ama, anlatabileceğim kadarıyla anlatmaya çalışacağım.Kendisi, büyük Hak dostu, maneviyat aleminin sultanı, velilerin medar-ı iftiharı, alim, abid, zahit ve mücahit bir zattır. İyiliğe, hayra ve cömertliğe ait bütün hasletleri kendisinde toplamış kamil bir insan… Aynı zamanda şecaat ve metanet abidesi, düşman karşısında yenilme bilmeyen bir mücahit! Fedakarlığı sahabe fedakarlığına denk bir insan. Önder, İmam, aynı zamanda büyük bir dava ve düşünce adamı. Eğer kainatın güneşi gurup etmeden önce doğmuş olsa ve Kainatın Efendisi nübüvvet gözüyle O’na atf-ı nazar etseydi ashabın büyükleri arasında yerini alacak kadar büyük kamete sahipti. Bir müminde bulunması gereken bütün iyi hasletler onda toplanmıştı. O’nu tanıyanlardan birçoğu bu hususu itiraf etmişlerdir. Nitekim Nuaym b. Hammad şöyle der: Abdullah b. Mübarek evinde yalnız olarak çok otururdu. Kendisine Yalnızlık hissetmiyor musunuz? diye sorulduğunda: Neden yalnızlık hissedeyim, ben Resulullah (aleyhisselam) ile beraberim! cevabını veriyordu. İşte ilm-i zahir ve ilm-i batının kendisinde toplandığı bu zat, Abdullah b. Mübarek’tir.
İsmi, Abdullah, babası Mübarek dedesi de Vazıh’dır. Ebu Abdurrahman künyesi ile tanınan İmam, İbn-i Mübarek olarak da şöhret bulmuştur. Babası Beni Hanzele’den Hemedanlı tüccarlardan birinin kölesi idi. Babası Mübarek’in Türk asıllı olduğunda bütün kaynaklar ittifak halindedirler. Anası ise Harizm’li bir Türk kızıdır. Nitekim Abdullah b. Mübarek Hemedan’a geldiği zaman ana babasına tazimde bulunurdu. Kendisi Hicri 118 senesinde Merv’de doğmuştur. İlim tahsili için ilk seyahatini hicri 141 yılında Irak’a yapar ve orada İmam Azam’dan fıkıh dersi okur ve O’nun talebeleri arasında yerini alır.
Abdullah b. Mübarek tabiinden Hişam b. Urve, İsmail b. Ebi Halid, Ameş, Süleyman et-Teymi, Humeyde et-Tavil, Abdullah b. Avn, Yahya b. Said el-Ensari ve Musa b. Ukbe gibi zatlara yetişmiş ve onları görmüştür.
İbn-i Mübarek, İmam-ı Azam’ın meclisine devam ettiği zaman 22-24 yaşlarında bir gençti. Fakat zühdü takvası İmam Azam’ın dikkatini çekmiş olmalı ki, O’ndan bu zühdü takvaya nasıl erdiğini ve hayatının başlangıcının nasıl olduğunu sordu. Abdullah b. Mübarek İmam Azam’a şu cevabı verdi: Bir bahçede arkadaşlarımla beraber gece yarılarına kadar yedik, içtik, ud ve tanbur çalarak oynadık. Seher vakti yaklaşmıştı ki, yatıp uyudum. Rüyamda başımın üstünde bulunan ağaçta bir kuş vardı. Bu kuş Kuran’dan:
İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah’ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine Kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar? Hadid suresi, a. 16 ayetini okuyordu. Ben, Geldi Ya Rab, geldi Ya Rab!.. diyerek uyandım ve udumu kırdım, yanımda bulunan oyun aletlerini yaktım ve benim ilk zühdüm budur.
İmam Azam’dan ilim tahsilini ikmal ettikten sonra Yemen’e Mısır’a, Şam’a, Basra ve Kufe’ye ilim tahsili için yolculuk yapmıştır. Ahmed b. Hanbel Onun zamanında Ondan daha çok ilme düşkün olan kimse yoktu demiştir. Aynı görüşe Ebu Üsame de iştirak etmektedir. Yaptığı bu yolculuklardan büyük bir ilim elde etmiş ve hadis hafızı (hadis hafızı olabilmek için yüz bin hadisi metin ve senet olarak ezbere bilmesi lazım ki, insan hadis hafızı olsan.) olmuştur. Yahya b. Main Onun 20 veya 21 bin hadis yazdığını söylemektedir. Abdullah b. Mübarek, hadisi, fıkhı ve kıraat ilmini bir çok zevattan almıştır. Hatta dört bin alimin önünde diz çöküp oturduğunu ve onlardan bininden de rivayet ettiğini Abbad b. Musab tarihinde İbrahim b. İshak’tan bizzat kendisi söylemiştir. Kendisinin rivayette bulunduğu büyük zatlardan bir kaçı şunlardır: Süleyman et-Teymi, Humeyd et Tavil, Yahya b. Said el-Ensari, İbn Avn, Sevri, Şube, Evzai, Malik, Leys, Hişam b. Urve, Ameş, Said b. Ebu Arube, İbn-i Cüreyc ve Halid b. Dinar. Kıraatı da seba imamlarından Ebu Amr b. el-Aladan almıştır.
İnce, narin ve edep insanı olan Abdullah b. Mübarek 30 sene edep, 20 sene de ilim tahsil ettiğini söyler.
Alimler Onun ilminde edebinde, celadetinde, adaletinde ittifak etmişlerdir. Onun talebeleri kendisinde bulunan meziyetleri sayarken ittifakla şu hususlarda kemalde olduğunu söylemişlerdir. O, ilmi, fıkhı, edebi, nahvi, lügatı, zühdü, şecaatı, şiiri ve fesahatı kendisinde toplayan çok insaf sahibi bir zattı.
Devrinin büyük imamları, onun bir ömür boyu titizlikle yaşadığını, bütün hayatının bir kaç gününü Onun gibi yaşamaya güçlerinin yetmeyeceğini itiraf etmişlerdir. Şuayb b. Harb diyorki: Ben Süfyan-ı Sevri’den işittim diyordu ki, Senede üç gün Abdullah b. Mübarek gibi yaşamaya gayret ettim, fakat gücüm yetmedi.
Talebelerine gelince, İbn-i Mübarek’in talebeleri bütün beldelerde sayılmayacak kadar çoktur. Meşhurlarından her biri çok büyük alimdirler; onlardan birkaç tanesi şunlardır: Abdurrahman b. Mehdi, Yahya b. Main, Hibban b. Musa, İbn Ebi Şeybe, Ahmed b. Cemal, Mensur b. Ebi Müzahim ve Muhammed b. Mukatil.
Abbas b. Musap: Abdullah b. Mübarek hadis, fıkıh, arabi ilimler, tarih, şecaat, cömertlik ve ticareti cem etmiş bir insandır, demiştir. Devrinin imamlarından Ebu Üsame diyor ki: Hadis ilminde İbn-i Mübarek, imamlar arasında emirül müminin gibidir. Aynı zamanda hadiste hüccettir. Ümmete nasihat etmekle maruf olan İmam aynı zamanda şiirde de kudret sahibi bir şairdi. Divanı bile vardır. Ali b. Medini diyor ki: İlim iki kişide son bulmuştur. Bunlardan biri Abdullah b. Mübarek, diğeri Yahya b. Main’dir.
İbrahim b. Şemmas: İnsanların en fakihi Abdullah b. Mübarek’i, en takva sahibi Fuzayl b. Iyaz’ı, en çok ezber yapanı da imam Şafii’nin hocalarından Veki b. Cerrah’ı gördüm demesiyle İbn-i Mübarek’in devrinin büyük fakihleri arasında sayıldığını görmekteyiz; ilim, ahlak ve fazilette zirveye çıkıldığı tebe-i tabiin döneminde ihtilaf edilen meselelerde hakem durumunda olduğunu büyük ilim otoritelerinin kabul etmesi, İmamın ilimdeki kudretini ispat etmeye kifayet edecek kadar yeterli bir delil sayılmalıdır. Nitekim Cafer b. Ebi Osman diyor ki: Ben İbn-i Maim’e dedim ki, Yahya b. Said el-Kattan ile Veki ihtilaf ederse nasıl olur? O, Söz Yahya’nındır! dedi. Abdurrahman ile Yahya ihtilaf ederse, diye sordum. Aralarını bulacak birine ihtiyaç vardır, dedi. Ben Ebu Nuaym ve Abdurrahman bu işi yapar mı? dedim. O Onların da arasını bulacak birisi lazım, dedi. Ben, Eşcai dedim. İbn-i Main, O, öldü, hadis de kendisiyle öldü, cevabını verdi. Ben İbn-i Mübarek, dedim. İbn Main, İşte o hadiste emiru’l-müminindir, dedi.
İlim tahsiline olan düşkünlüğünü Hafız Zehebi şöyle anlatır: Ali b. Hasan diyor ki, İbn-i Mübarek ile yatsı namazından sonra camiden çıkarken soğuk bir gündü, benimle bir hadis hakkında müzakerede bulundu, o bana ben ona fikirlerimizi beyan ederken müezzin sabah ezanını okudu.
Fuzayl b. Iyaz, Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki, ben onun gibisini görmedim, demiş ve Süfyan b. Uyeyne ile hac dönüşü İbn-i Mübarek’i yola uğurladıktan sonra, şarkın ve garbın fakihi bu zattır, demişlerdir.
Süfyan b. Uyeyne, İbn Mübarek’i fazilette sahabeye benzetirdi, ancak farklı yönünün, onların Peygamberimizi görmelerini ve Efendimizle gazaya çıkmış olmalarını diler getirirdi.
Abdullah b. Mübarek, insanlarla oturup boş vakit geçirmez, sokaklarda katiyen bulunmazdı. Hatta cemaatle namazını kılmak için evinden çıkar, namaz biter bitmez hemen evine dönerdi. Şakik b. İbrahim diyor ki, kendisine denildi ki: Sen neden bizimle namaz kıldıktan sonra oturmuyorsun? Şu cevabı verdi: Ben gidip sahabe ve tabiinle oturuyorum. Biz kendisine bu nasıl olur, Sahabe ve tabiin nerede ki? dedik. Abdullah: Ben gidip ilmime bakıyorum, onların eserlerini idrak ediyorum. Sizinle ne yapacağım? Siz ise insanları gıybet ediyorsunuz.Gıybetten son derece kaçınır ve onun çok kötü bir şey olduğunu söyler ve: Eğer birisini gıybet edecek olsam anamla-babamı gıybet ederdim. Çünkü benim hasenatıma onlar daha layıktır, derdi (R.Kuşeyri). Artık 200. yıl yaklaştı, insanlardan ne kadar çok uzak olunursa Allah’a o kadar çok yaklaşılmış olur. Aslandan kaçtığın gibi insanlardan da kaç. Dinine sarıl ki, kurtuluşa eresin;şeklinde cevap verdi. Bütün iyi hasletler kendisinde toplanmış olan imamımız, riyadan gösterişten son derece kaçınır, nefsin hile ve desiselerine aldanmamak için insanları uyarırdı. Nefsini herkesten düşük görüp, şöhreti kerih görmeyen zühde eremez, dedikten sonra, şunu da ilave eder, Kişi nefsinin kadrini biliyorsa, onu herşeyden daha aşağı görmelidir. Normal bir insan gibi yaşamayı sever ve kendisine asla hürmet edilmemesini isterdi. Büyüklerin bulunduğu mecliste konuşmaz, ilimden bahsetmez, hatta hadis rivayet et! denildiği halde büyüklerin bulunmasından ötürü rivayette bulunmazdı. Bir defa Hasan isimli bir zatla beraber çeşmeye su içmeye gidip, tam su içecekleri zaman halk bastırıp tanımadıklarından ötürü su içmesine mani olup çeşmeden uzaklaştırdıklarına çok sevinmiş ve arkadaşına İşte hayat budur, yani bilinmemek ve tazim edilmemektir, demişti. Halktan müstağni yaşamayı, menfaat için zenginlerden uzak durmayı tavsiye ederdi. Hatta kendisine tevazu nedir? diye sorulduğu zaman da O, zenginlere karşı kibirli olmaktır, şeklinde cevap verirdi. İnsanlara karşı müsamahalı davranır, çok cömert, çok sadaka verir, fakire ve borçluya yardım eder, katiyen de bu iyilikleri yaptığının bilinmesini istemezdi. Şöyle derdi: Kişinin hasenesi yani iyiliği kötülüğünden fazla ise, onun kötülüğü artık zikredilmez, fakat kişinin kötülüğü iyiliğinden fazla ise onun da iyiliği zikredilmez. İslam’ın emirlerinin yaşanması ve yasaklarından kaçınılması mevzuunda çok titiz davranır bu hususta katiyen taviz verilmesini istemezdi. Onun İslam’ı yaşamadaki kesin tavrı şu sözlerinden anlaşılmaktadır. Bir adam yapması gereken yüz şeyden hepsini yapıp da yalnız birisini yapmasa, o kimse muttakilerden sayılmaz, yine bir adam sakınması gereken yüz şeyden sakınsa da yalnız bir tanesinden sakınmasa o kimse de günahtan sakınmış sayılamaz; bir adamda da cehaletten bir haslet bulunsa, o kimse de cahillerden olmuş olur. İşitmediniz mi Hz. Nuh’a oğlundan ötürü Cenab-ı Hak: Ey Nuh, dedi, o senin ailenden değildi. O (nun yaptığı), yaramaz iştir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim, (Hud suresi, a. 46)buyurmuştur.