BASRİ DOĞAN – AMSTERDAM,TR724.COM
15 Temmuz kurgu darbesinden sonra, Türkiye’de başlayan cadı avının mağduru onbinlerden birisi Emrah Büyüktaş. Henüz mesleğe yeni atanmış başarılı bir komiser yardımcısı idi. O akşam daha meselenin anlaşılamadığı dakikalarda darbe olduğunu dile getiren ve Cumhurbaşkanına hakaretler savuran bir kişiyi gözaltına aldığını belirten Emrah Büyükbaş, ertesi günü kendisi hakkında ‘darbe’den arama kararı çıkarıldığını söylüyor. ’’Daha sonra saklandıklarını öğrendiğim müdürlerden ses çıkmayınca Adliye lojmanlarına gittim. Sinop’ta haklarında işlem yaptıklarımız bize ’asker gelecek kafanıza sıkacak siz de geberceksiniz’ dediler. Şahsı bizzat kendim kelepçeledim belki de o gün Türkiye genelindeki ilk gözaltıyı daha durum ortada iken ben yaptım. Tabi tüm bunlar olurken bahsettiğim isimler yine sessiz. Daha sonra gözaltına alınan şahıs tutuklandı. Tabi 2-3 ay sonra bu şahıs serbest kaldı biz ise terörist ilan edildik.’’ diyor. KHK ile ihraç edildikten sonra ekonomik olarak dibi gördüğünü anlatıyor Büyüktaş: ’’Bir anda boşta kalıyorsunuz. Maddi olarak zor, çevrenizden tepkiler başka, insanlar sizinle konuşmaya çekiniyor. Akrabalarınızdan sizi aramaya korkanlar var. Acayip bir ortam, o psikoloji anlatılamaz. İş yapabileceğimiz bütün alanlar kısıtlandı. Bir yerde çalışmamıza, para kazanmanıza izin verilmiyor. Arkadaşlarım tutuklanmaya devam ediyordu. Haberlerini alıyoruz, psikolojik olarak gittikçe çöküyoruz. Bir işgüzar çıkıp hemen babamı belediyeye şikayet etmiş. AKP’li Belediye babamı hemen işten çıkardı. Ekonomik olarak dibi gördük.’’
Çaresizlik içinde yurtdışına çıkma kararı alan Emrah Büyüktaş, yaşadıklarını ve Hollanda’da son bulan yolculuğunu Tr724 ile paylaştı.
MEĞER O MÜDÜRLER SAKLANMAYA GİTMİŞ
15 Temmuz 2016’dan yaklaşık 15 gün önce yıllık iznime ayrılmıştım. Tam 15 Temmuz akşamı görevli idim. Sabah uçakla İstanbul’dan hareket etmiştim. Akşamda görevimin başında iken, bu darbe girişimi yaşandı. Akşamları ise ben aranan şahıslar ilgi çalışma içerisinde görev yapıyordum. Alt devre kardeşlerimiz gelmişti. Zaten bizden sonra alt devreler yok mezun olamadılar. Ben polis akademisinin en son mezunlarındanım daha sonrası yok. Çocukları farklı üniversitelere attılar. Yani 8 yıl emek verdikleri mesleklerine saçma sapan gerekçeler ile maalesef başlayamadılar. Onlar ile çay bahçesinde oturur iken, telefonuma bir mesaj geldi. İstanbul boğazı kapatıldı. Askerler köprüdeler diye haberler gelmeye başladı. Biz ne olduğunu anlamaya çalışır iken, o arada bombalar patlıyordu. IŞİD eylemler yapıyordu. Herhalde boğaz köprüsüne bir bomba yerleştirildi zannettim. Bu arada neden polis değil de asker geldi dedim. Onun düşüncesinde idik. Buna bir anlamda veremedik. Daha sonra cumhurbaşkanı bunun bir darbe girişimi olduğunu söyledi. Biz hemen emniyete hareket ettik görev alabilmek için. Ben emrimdeki polis memurlarına da tek tek bilgi verdim. Görev başına gelin. Devletin sizlere ihtiyacı var dedim. Daha sonra emniyet müdürlüğüne gittim. Görev alabilmek için. Orada karşılaştığım tablo çok garipti. Bu arada Sinop İl Emniyet Müdürü, dönemin istihbarat şube müdürü, dönemin terörle mücadele şube müdürü bir arabaya binmişler bir yere doğru hareket etmeye hazırlanıyorlardı. Ben sonra öğrendim ki bir yerlerde saklanmaya çalışmışlar. Ben o gün asayiş şubede görevli idim. Burada terörle şube müdürü asayiş şubeye de vekalet ediyordu. Ben nasıl hareket edelim. Bir talimatınız var mı ona göre hareket edelim dedim. Sen adliye lojmanlarına git ben sana ulaşırım dedim. İki polis memuru ile adliyede beklemeye başladık. Bu arada halk sokağa çıkmaya başlamıştı. Şehir merkezinde toplanma başlamıştı. Karşıt görüşlüler de gelince atışmalar yaşanmış. Adliye lojmanlarında görevli olduğum için görev yerimden de ayrılamıyorum.Telsizden birinin talimatını bekliyorum kimse ortalıkta yok.
DARBEYİ ÖVEN SERBEST KALDI BEN TERÖRİST OLDUM
Baktım kimseden ses çıkmayacak kendi insiyatifimle olay yerine gittim. Sinop’un suçlularından olan önceden işlem yaptıklarımız bize karşı asker gelecek kafanıza sıkacak siz de geberceksiniz dediler. Daha sonra başka bir şahıs yine taşkınlık yapıp görevli polislere vurmaya çalışıyordu. Şahsı bizzat kendim kelepçeledim belki de o gün Türkiye genelindeki ilk gözaltıyı daha durum ortada iken ben yaptım. Tabi tüm bunlar olurken bahsettiğim isimler yine sessiz. Daha sonra gözaltına alınan şahıs tutuklandı.Tabi 2-3 ay sonra bu şahıs serbest kaldı biz ise terörist ilan edildik.
O GÜN SAKLANANLAR TERFİ ALDI
Bu saklanmaya giden müdürler şu an terfi aldılar. Çünkü 15 temmuz günü çok büyük riskler aldılar terfi almaları da çok normal tabi. İl Emniyet müdürünün olayı çok daha saçma. Bu şahıs fetö soruşturması geçiriyor.Evi, makamı , aracı arandı. Mahkemeden adli kontrolle bırakıldı hatta haftada 1 valiliğe gidip imza atıyordu.Ama tüm bunlara rağmen o kolutkta oturmaya devam ediyordu.Ve bu insanlar ihraç olmadı biz ihraç olduk. Darbe günü karşı koyan biz terörist, kaçan onlar kahraman oldular. Ben her zaman darbenin her türlüsünün karşısında oldum. Bundan sonra da olmaya devam edeceğim. Çünkü tüm hayatım boyunca aldığım eğitim ve terbiye bunu gerektiriyor. Bizler demokrasi ve insan haklarına saygılı bireyler olarak yetiştirildik.
KİMİN KAHRAMAN KİMİN HAİN OLDUĞUNU TARİH GÖSTERECEK
Devlete ve millete karşı kesinlikle yanlış bir hareketim olmamıştır olamaz da zaten.Tüm gerçeklerin zamanı eldiğinde ortaya çıkacağından şüphem yok.15 temmuzdan sonra 3 gün eve dahi gitmeden çalıştım.Sonradan tutuklanan devrem 13-14 yaşından beri arkadaşım da benimle beraberdi.3. günün sonunda arkadaşımı emniyete çağırdılar. Açığa alınmış ve beni arayıp durumu anlattı. Ben ilk başta şaka yapıyor zannettim.Çünkü o da benimle birlikte günlerce çalışmıştı ve nasıl bir hayat sürdüğünü yakından biliyordum.İnsan sonraları anlıyor ki önceden oluşturdukları listeler var sırayla herkesi görevden alıyorlar.Önc arkadaşlarımı sonra bizleri görevden aldılar.Hala da almaya devam ediyorlr zaten.Kendilerine muhalif olan herkesi bir torbaya dolduruyorlar ve terörist ilan edip hayatlarını karartıyorlar.Bu operasyonlar Gülen cemaati odaklı olarak tüm kesimlere sıçradı. Cemaatle bir ilginizin olup olmadığına bakılmaksızın, muhalifseniz terörist damgasını yiyorsunuz zaten.
2006 yılında Polis Koleji’ne girdim. Bursa’da okudum Polis Koleji’ni. 2014’te Polis Akademisi’nden mezun oldum.Kolej de ve Akademide okuyanlara soruların verildiği iftirası atılıyor.Buraya giren her öğrenci Türkiyedeki neredeyse tüm fen liselerini kazanmış öğrenciler. Genel olarak da okullarında 1. olmuş kişiler. Demek ki okulda da sınav soruları verilmiş bu kadar saçmalık olur yani.
22 KASIM 2016’DA KHK İLE İHRAÇ OLDUM
İlk görev yerim Sinop Emniyet Müdürlüğü’ydü. 15 Temmuz 2014’te göreve başladım. Açığa alındığım 3 Ekim 2016 tarihine kadar Ekipler Amirliği, Cinayet Şube ve Aranan Şahıslar bölümlerinden sorumlu büro amiriydim. 22 Kasım 2016’da KHK ile ihraç oldum.İhraç olmanın ne demek olduğu ilgili mercilere detaylı şekilde anlatılmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin koruma altına aldığı lekelenmeme hakkı, savunma hakkı gibi temel haklarınız elinden alınıyor ve tüm dünyaya açık şekilde terörist ilan ediliyorsunuz.Tabi bunun yanında açlığa mahkum edilmeniz de cabası.
BİZE ÖNEMLİ GÖREVLER VERİLMİYORDU
15 Temmuz’dan sonra da 2,5-3 ay görevime devam etmiştim. Bu sırada Hizmet Hareketine (Gülen) cemaatine yönelik operasyonlar başladı. İsimleri önceden belirlenmiş, her meslekten insan; polis, hakim, savcı, öğretmen tutuklanıyordu. O dönemde ben mahkemelerde görevliydim.Dışarıda düzeni sağlamak, mahkeme sonucunu takip etmek, bilgi vermek gibi işlerim vardı. Bir de tutuklananları cezaevine teslim ediyorduk. Olağan şüpheli gözüyle bakıldığı için bize ev aramaları gibi görevler verilmiyordu.Maalesef Emniyet içinde, Polis Akademisi mezunu herkese ‘cemaatçi’ damgası yapıştırılıyordu.Bunun nedeni 2013 te zamanın İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın kolej ve akademideki öğrencilerin % 95’inin Hizmet Hareketi (Gülen) ile bağlantılı olduğunu söylemesidir.
ÇOCUKLARININ BABALARINA SARILIP AĞLAMALARI İÇİMİ YAKIYORDU
O mahkemelerde insanların haksız yere tutuklandığını gördüm. Yani ben bu insanlarla çalıştım. Hepsini tanıyorum, ne kadar iyi olduklarını biliyorum. Terörist olması imkânsız insanları elimizle götürüp hapishaneye atıyorduk, ki 10 yıllık en yakın arkadaşlarım, mesai arkadaşlarım da bunlara dahil.Mahkemeler tiyatrodan ibaretti. Ellerinde delil olmamasına rağmen hakimler tutuklamazsak biz de F..ö şüphelisi oluruz korkusuyla insanları tutukluyorlardı.Suçu yoksa birkaç aya çıkar zaten diyorlardı.Tabi bu arada binlerce insanın hayatı kararıyordu. En yakın arkadaşlarımı cezaevine bizzat kendim teslim ettim. Günlerce aklımdan çıkmadı uyumadı.Meslek büyüklerim gözümün önünde haksız yere tutuklandılar. Çocuklarının babalarına sarılıp ağlamaları içimi yakıyordu. Adliyenin tuvaletine gidip gözyaşlarımı siliyordum. Çünkü üzüldüğünü belli etmemek zorundasın. Çünkü onlara selam versen bile terörist yerine konuluyordun ki, ihraç olduktan sonra aynı şeyleri kendim de yaşadım.
BABAMI DA İŞTEN ATTILAR
Görevden alındıktan sonra gelip beni alsınlar diye bir hafta evde öylece bekledim… ‘Nasıl olsa suçum yoktu. Bana bir şey olmaz’ diye düşünüyorum. Anayasa Mahkemesi ve İdare Mahkemesine yapılan işleme karşı dava açtım. Tabiki suçun olup olmamasına bakmıyorlar. Zaten kafalarında yazıp çizmişler, herkesin cezasını veriyorlar. Ben hâlâ hukuk olduğuna inandığım için, bütün hayatımız bu değerler üzerine kurulduğu için ona güvenerek bekliyorum. Daha sonra İstanbul’a geçtim. Ailem İstanbul’daydı. Ben de orada büyümüştüm zaten. Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bir anda boşta kalıyorsunuz. Maddi olarak zor, çevrenizden tepkiler başka, insanlar sizinle konuşmaya çekiniyor. Akrabalarınızdan sizi aramaya korkanlar var. Acayip bir ortam, o psikoloji anlatılamaz.
EKONOMİK OLARAK DİBİ GÖRDÜK
KHK ile iş yapabileceğimiz bütün alanlar kısıtlandı. Bir yerde çalışmamıza, para kazanmamıza izin verilmiyor. Ne yapacaksın? diye soruyor arkadaşlarım. Artık Türk firmalarında çalışma ihtimalimiz yok, giderim yabancı bir firmaya başvururum diyorum. Belki onlar işe alırlar diye ümit ediyorum.Arkadaşlarım tutuklanmaya devam ediyordu. Haberlerini alıyoruz, psikolojik olarak gittikçe çöküyoruz. Ailem de halimi görüyor, üzülüyor. Yapabilecekleri bir şey yok. Babam inşaat ustası.Bir şirkette çalışıyordu ve o dönemde belediyeye bir inşaat yapıyorlardı. Çalışma arkadaşları onu üzüntülü görünce, ne oldu diye sormuşlar.Babam da ne bilsin,iyi niyetle anlatıyor, oğlunun başına gelenleri. Bir işgüzar çıkıp hemen babamı belediyeye şikayet ediyor. Belediye AKP’li tabiki. Babamı hemen işten çıkardılar. Ekonomik olarak dibi gördük.
2017 OCAK İTİBARİYLE ARANDIĞIMI ÖĞRENDİM
İstanbul’a geçince adresimi Sinopta bıraktım.Aranan Şahıslarda çalıştığım için yakalanacak şahsın hangi bilgilerinden faydalanıldığını biliyordum.Mernis adresi ilk önceliktir.Bu nedenle öğrendiğim tarihten itibaren farklı yerlerde kalmaya başladım.Göçebe bir hayat yaşamaya başlamıştım.
TANTUNİ DÜKKANI AÇTIK
Bir gün ilkokul arkadaşım ‘Ben senin terörist olduğuna inanmıyorum ilkokuldan beri ne kadar düzgün ve çalışkan bir insan olduğunu biliyorum’ dedi. Kendisi mahallemizde küçük bir el arabasında tantuni yapıyordu. Beraber dükkan açmayı teklif etti. Tabi dükkan nasıl açılır ? Hiç bilmediğim, yabancı olduğum konular. Bunları araştırdım, öğrendim. Bir yer kiraladık. Boyasını beraber yaptık, malzemeleri yerleştirdik.Bir aya kalmadan dükkanı açtık.Tabi her şey arkadaşımın üzerine. 3-4 ay boyunca orayı işlettik. Ama oradan para kazanmak için bir sene beklemek gerekiyormuş. Beklemek için de kenarda bir paranızın olması lazım.Biz zaten göreve yeni başlamıştık, borçlarımızı ancak ödemiştik ki, ihraç olduk. Birikimim hiç yoktu. Bu nedenle orayı devam ettiremedim. Haklarımı devredip paramı aldım.
SİGORTASIZ BİR YILDAN FAZLA GARSONLUK YAPTIM
Yine başladığım yere geri dönmüştüm. Mayıs ayıydı ve ramazana tekbül ediyordu.O arada bir akrabam bana iş buldu. Kadıköy’de Bağdat Caddesi’nde garsonluk yapmaya başladım. Bir yıldan fazla çalıştım orada, fakat gerçek adımla değil. Sigortam zaten yok.Geçmişimle alakalı söylediğim her şey yalandı, ister istemez. İnsanlara yaşadıklarınızı anlatamıyorsunuz.Kimseyi küçümsemek için demiyorum ama bir garsonun profili aşağı yukarı bellidir. Benim farklı olduğum anlaşılıyordu. Herkes tabi ki beni merak etmeye, sen burada ne yapıyorsun diye sormaya başladılar.Kimseye doğruları anlatamıyordum.İşsizlik var deyip geçiştiriyordum.Bir yandan artık çalışıyorum, para kazanıyorum diyorum ama kafamın içi sürekli meşgul, ne zaman gelecekler, ailemin evini ne zaman basacaklar diye.Sabah uyanıyorum iyi bugün de gelmemişler diyip hayatıma devam ediyorum.İki gün annemde kalıyorum, iki gün kardeşimde kalıyorum. 2-3 gün başkalarında kalıyorum. İster istemez otobüse binmeniz lazım, işe gidiyorum. Sokakta polis görüyorum.Eski bir polis olmama rağmen onları gördükçe, yani bu duygu tam tarif edilemez ama korku değil, acıma değil… O kadar farklı bir ruh haline giriyorsunuz ki… Polis olmana rağmen polisten çekiniyorsun, yakalanırsan hapse gireceğini biliyorsun.Arkadaşlarımın arabasıyla bir yerlere gidiyoruz, acaba polis bizi çevirir mi, kimlik sorar mı düşüncesi sürekli kafamda dolaşıp duruyor. Sorarsa direkt tutuklanıyorsunuz. Yargısız infaz var. Suçlu suçsuz ona hiç bakılmıyor.
ARKADAŞLARIM TAHLİYE OLDULAR VE AYNI SÜREÇLERİ YAŞADILAR
Garsonluk yaptığım süre boyunca içerideki arkadaşlarımın ailelerini ziyaret ettim. Aklım zaten sürekli onlardaydı. 10-15 yıllık dostlarım hepsi. O yüzden o dönemde yurt dışına çıkmayı düşünmedim.Onları bırakıp gidemezdim. Arkadaşlarım 22 ay yattıktan sonra serbest kaldılar. Sanırım geçtiğimiz mayıs ya da haziran ayıydı. Aynı süreçleri onlar da yaşamışlar.Akrabaları sırt çevirmiş, herkes aramaya korkmuş, iş bulmamışlar. Kendi ülkemi de yabancı olmuştuk. Bize yaşama şansı verilmiyordu. Birlikte oturduk, konuştuk ve hep beraber yurt dışına çıkmaya karar verdik. 11 ya da 12 Ağustos’ta bir arkadaşımızın düğünü oldu. O ve eşi, birkaç kişi daha derken 6 kişi olduk. Ağustos sonunda Türkiye’den ayrılmaya karar verdik.
DEVRİYE ARAÇLARI BİZE DOĞRU GELMEYE BAŞLADIK
Saat gece 3:45 gibi Meriç nehri kıyısına ulaştık.Ben tümsek vardı aşağıya inip botu indirmek için uygun bir yer aramaya başladım. Tam o sırada arkadaşlar patır patır yuvarlanmaya başladılar. Ne oluyor diye kafamı kaldırdım. Kırmızı ışıklı bir aracın bize doğru yaklaştığını gördüm.Resmi bir araç olduğu belliydi. Hudut Kartalları denilen askeri devriye olduğunu daha sonra öğrendim bu araçların. Çalıların arasına saklandık ama askerler dibimizde bitti.O an zaten mahşer yeri gibiydi. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu, kırmızı ışıklar üzerimize doğru yanmıştı. Hâlâ şu an size anlatırken bile sağlıklı düşünemiyorum, kim neredeydi, ne yapıyordu…
VE MERİÇ SULARI..
Benim arkamda sırt çantam vardı. Askerlerle aramda 10 metre kalmıştı. O karanlıkta bir anda hemen suya atladım.Benimle beraber bir arkadaşım daha atladı. Diğer arkadaşların yanında kadın olduğu için atlayamadılar sanırım, ayrıca yüzme de çok iyi bilmiyorlardı.Atlarken de saklanırken de ağaçların dikenleri, dalları vücuduma battı, her yerim paramparça oldu.
Denizde yüzersiniz ama nehirde yüzmek farklı. İçinde ne olduğunu bilmiyorsunuz, bataklık olduğu, suyun çektiği söyleniyor.Nerede bataklığa saplanıp, akıntıya kapılabileceğiniz belli değil. Ben askerleri görür görmez kendimi suya attım. Bize arkadan bağırıyorlar, kaçmayın şerefsizler, gebereceksiniz, suda boğulacaksınız, vatan hainleri diye… Ağza gelmeyecek küfürler savurdular.Sırtımda çantayla yüzmeye çalışıyorum, bir yandan da düşünüyorum. Arkamızdan ateş ederler mi, sonuçta orada acemi erler de var. Biri ateş etse ne yaparım, kendimi nasıl korurum. Bir yandan geride kalanları düşünüyorum. Arkanıza bakma şansınız yok.Zaten nefes nefese kalmışım, o korkudan ve hareketten dolayı. Hemen karşı kıyıya ulaşmaya çalışıyorum. Mesafe 100 metre civarıydı.Ben iyi yüzüyordum ama diğer arkadaşım 10 metre solumdan geliyordu. Akıntı vardı. Yardım edin, imdat diye bağırmaya başladı. Yanına gidip bir şey yapamıyorsun. Bir süre sonra onu kaybettim, akıntıda sürüklenmişti sanırım. Herkes kendi derdine düşmüş, mahşer yeri gibiydi o an. O kadar zor şeylerdi ki…
KULAÇ ATIYORDUM AMA İLERLEYEMİYORDUM
Hâlâ suyun içindeydim ve yüzmeye devam ediyorum. Telefonum cebimdeydi. Bir anda nehre atladığım için onları poşetleme şansım olmamıştı. Yüzmeye devam ediyorum, altımda eşofman gibi bir şey vardı. Eşofman şişmeye başladı. Tam nehrin ortasına geldim, kulaç atıyorum, olmuyor, ilerleyemiyorum. Altımda ne varsa hepsini çıkardım. Çantayı da bir koluma aldım, sırt üstü geri geri karşıya yüzmeye devam ettim. Sırt üstü yüzünce bir anda dolunay, gökyüzü ve yıldızlar beni Şener Şen’in oynadığı Eşkiya filmine götürdü. Polisler onu çatı katı gibi bir yerde kıstırıyorlardı. O da çatıya çıkıp gökyüzünü seyrediyordu. Aynı sahneyi ben o anda nehirde yaşadım. Bir yandan ateş edecekler mi diye düşünüyorum, bir yandan özgürlüğüme gidiyorum, canımı kurtarıyorum, bir yandan yıldızları seyrediyorum. Nerden aklıma geldi bilmiyorum. Çok değişik bir andı.
Kıyıya kadar ulaştım nihayet. Çıkmak için elimi atınca bu kez bataklığa saplandım. Orada korktum işte. Buraya kadar yüzdüm, bundan sonra batacağım herhalde, çıkamayacağım dedim. Sonra bir ağaç dalı buldum ve kendimi yukarıya doğru çektim.Zaten ağaç da dikenliymiş, ellerim paramparça oldu. Vücudumda çizilmedik yer kalmadı. Ama gözüm hiçbir şey görmüyordu. Acısını bile hissetmedim. O halde sudan çıktım. Üstümde başımda hiçbir şey yok. Anadan doğma bir haldeydim. Üzerimi giyinmek aklımın ucundan geçmiyor.
Bir an önce oradan uzaklaşmaya bakıyorum. Askerler peşimizden gelir, beni geri götürürler diye düşünüyorum. O anda sağlıklı düşünme şansınız yok tabi. Arkadaşım nerede, onu da bilmiyorum. Nehir ne kadar sürükledi, ne oldu? Öldü mü, kaldı mı? O sol taraftaydı, ben sağdan çıktım. Hemen tarlaların içine girdim, uzaklaşmaya çalıştım. Yatay bir şekilde değil de, dikey bir şekilde yarım saat yürüdükten sonra çantamdaki kıyafetleri çıkarıp giydim. Poşetlemiştim onları. Üzerime bir şort geçirdim. Ayakkabımı giydim. Nerede olduğumu bilmiyorum tabi.
KAVUN TARLASINDA KARNIMI DOYURDUM
Yanımda yiyecek yok, su yok, ışık zaten yok. Tarla yolunu takip ederek bir-iki saat kadar yürüdüm. O arada çok acıktım, susadım. Hava hafif aydınlanmaya başlayınca ayçiçek tarlalarına girdim. Çekirdek topladım, kavun tarlası vardı. Elimle kavunu parçalayıp yemeye başladım. O kadar acıkmıştım ki…Bir süre daha yürüyünce bir koyun sürüsü gördüm. Bir çoban vardır diye o tarafa doğru yürümeye başladım, belki İngilizce konuşabiliriz, bana yolu tarif eder diye ümit ediyorum. Atina’ya gitmek istiyorum ama nasıl gideceğimi bilmiyorum.Tam adama yaklaştım, iki köpek çıktı karşıma ve beni kovalamaya başladılar. 2-3 dakika köpeklerden kaçtım, tarlalara daldım. Sürüden uzaklaşınca köpekler geri döndü. Yürümeye devam ettim. Bir yerde Ülker paketleri gördüm. Benden önce buradan yürüyenler vardı demek ki doğru yoldaydım. Bir tarlada bidonlara doldurulmuş su buldum. İçemedim tabii ama vücudumdaki kanları, görebildiğim her yerdeki pislikleri temizlemeye çalıştım. Çantam zaten tamamen çamur.Üstüm başım çamur. Biri beni görürse mülteci olduğumdan şüphelenemesin diye kendimce tedbir almaya çalışıyorum. Sonra yarım kalmış bir inşaat gördüm. Onun çatısına çıktım. Etrafı gözetlemeye başladım. Saat yanılmıyorsam sabah 6:00 civarıydı. Yapının tepesinden anayol görünüyordu.
MAKEDONUM DEYİNCE ADAM SİNİRLENDİ
Anayola doğru giderken bir adamla karşılaştım. İngilizce nereli olduğumu sordu. Makedon’um dedim, keşke demeseydim, sonradan öğrendiğime göre Makedonlarla araları kötüymüş. İhbar etmesin beni diye kaçtım. Hedefim polise yakalanmadan, mülteci kampına girmeden Atina’ya ulaşmaktı.Anayola doğru ilerlerken bir köyün içinden geçmem gerekti. Orada yaşlı bir amca ile karşılaştım. O anladı halimden. ‘Meriç’ten mi geçtin?’ diye sordu.Arkadaşlarla kamp kurduğumuzu söyledim ama inanmadı. En son Türkiye’den geldiğimi söyledim, ‘Git polise teslim ol’ dedi. ‘Tamam, ben teslim olurum, ne tarafta yerleri’ diye sordum, gösterdi. Tabi ben oraya gitmedim.Nihayetinde anayola çıktım, orada bir benzin istasyonu vardı. Yerlilerden çok yabancıların olduğu istasyonda Atina’ya nasıl gideceğimi sordum, söylediler ve gösterdikleri yöne doğru yürümeye başladım.Bu arada üzerimde hiçbir şey yok, ne kimlik ne pasaport, polise denk gelsem götürecekler.
AÇ, SUSUZ 22 KİLOMETRE YÜRÜDÜM
Yolda yürürken yanımdan polis arabaları geçiyordu, pazar günüydü, tatil günü diye mi ilgilenmediler bilmiyorum, beni durduran olmadı. Otostop çekiyorum, kimse almıyor. Türk plakalı arabalar geliyor, onlara el sallıyorum, havaya zıplıyorum ama hiç ilgilenmiyorlar. Yaklaşık 5 saat yürüdüm.Toplamda 22 km yol yürüdüm. Sonunda Dimetoka şehrine ulaştım. Fakat şehre varmadan yine bir benzinlik buldum, artık dayanacak gücüm kalmamıştı. 30 saattir uyumamıştım, açtım, susuzdum. Paramı poşete geçirip boynuma asmıştım.Benzinliğe girdim. Herkes bana tip tip bakmaya başladı. Ne oldu, ne var ki bana bakıyorsunuz havasındayım ben. Kendimde bir acayiplik görmüyorum. Su, meyve suyu aldım.Sonra tuvalete gittim. Aynaya bakınca boynumdan, V yakalı tişörtümün ucuna kadar komple çamur içindeyim. Orayı göremediğim için temizleyememişim. Ağustos’un 19’u, hava herhalde 40 derece filandı. Kurumuş çamurlar. Komple boğazımı, boynumu, çantamı her yerimi temizlemeye başladım. Biraz daha kendime çeki düzen verdim. Nihayetinde Dimetoka’nın girişine geldim. Orada bir Türk ile karşılaştım. Yunanistan’da yaşıyormuş. Biraz muhabbet ettik. Üstümü başımı perişan görünce o da ‘Meriç’ten mi geçtin?’ diye sordu.Ona da arkadaşlara kamp kurarak Avrupa’yı gezdiğimizi söyledim. Şakalaşırken ayağım kaydı dere kenarında suya düştüm, dedim. Geziyorum deyince, ‘Burada Aleksandrapoli diye bir şehir var, istersen oraya geç. İzmir gibi, hem güzel mekanlar var’ dedi. Nasıl gideceğimi sordum. Otobüs terminalinin yerini tarif etti. Saat 11’de terminale vardım. 11.50’de Selanik aktarmalı Atina’ya bir otobüs buldum.
TERMİNALDE BANKIN ÜZERİNDE SABAHLADIM
Yunanistan’a daha önce gelmiş arkadaşlarım vardı. Geçmeden önce onlarla irtibat halindeydim.Bana demişlerdi ki, ‘otobüsün en arkasına bilet keserlerse bil ki mülteci olduğunu anlamışlardır ve polis kontrole geldiğinde zaten direkt en arkaya gidiyor ve orada oturanları alıp kampa götürüyorlar’. Benim biletimi de en arkaya kesmişlerdi. Yapacak bir şey yoktu.Param kısıtlı, çıkıp gitme şansım yok. Nasip deyip otobüse bindim. Pazar günü olduğu için herhalde, herhangi bir polis çevirmesine denk gelmedim. Selanik’e vardım. Oradan Atina’ya geçtiğimde saat gece 12 idi. Uyumayalı 48 saat olmuştu. Yolda insanlara telefonunuzu, Whatsup’ınızı kullanabilir miyim diye soruyorum. Tabi kimse kabul etmedi.Kontörlü hatlara bakıyorum. Ankesörlü telefonlar var. Ama yurt dışına arama yapamıyorsunuz diyorlar. Nereye, nasıl gideceğimi bilmiyorum, ne yapacağımı bilmiyorum. Yardım edebilecek kimse yok. Otobüs seferleri de bitmiş.Vücudumun artık dayanacak hali kalmadı. Orada en köşede bir yere çekildim ve bankta sabah sekize kadar uyudum. O arada yanımdan polisler geçiyor ama artık yakalanırsam yapacak bir şey yok, yakalanırsam da yakalanayım, buraya kadar gelmişim diye düşünüyorum.
AİLEM BOĞULDUĞUMU DÜŞÜNMÜŞ
Sabah sekiz gibi uyandım. Hemen şehir içi otobüsler için bir bilet aldım. Havaalanı-terminal arasında gidip gelen bir otobüse bindim. Bir metro istasyonu bulunca inerim diye düşünüyorum.Metro istasyonunda indim içinde interneti olan Whatsapp işaretli bir kart aldım. Sonra Vodafone bayiinden de 80 Euro’ya telefon aldım. Direkt evdekileri aradım.Eşim, annem ağlamaktan ne hale gelmişlerdi. Karşılıklı bayağı ağlaştık. Bir yandan da hayatta olduğumu öğrenince tarif edilemeyecek bir mutluluk yaşadılar. 6 kişilik ekipten dört arkadaşımız yakalanmıştı. Birinin araması yok diye serbest bırakmışlar, adli kontrolle.Diğer üçü hâlâ hapiste. Bizden sonra oraya ceset arama ekibi gelmiş. Askerler tutuklanan arkadaşlarımızın ailelerine bizim için haber alınamadı demiş.Ailem beni boğuldu, öldü zannetmiş.
Sonra Atina’da 1 aylık bir ev kiraladık. Meslekten tanıdığım daha önce Atina’ya gelen arkadaşlarım vardı. Evi, onların yardımı ile buldum. Birkaç hafta kendime gelemedim.Bacaklarımın yaralarının geçmesini bekledim. Benimle geçen arkadaşımın hayatta olduğunu öğrendim. Polise yakalanmış, Yunanistan’da kamptaymış. 1 hafta 10 gün kampta kaldı. Sonra yanıma geldi. Bir buçuk ay beraber kaldık Sahte bir kimlikle 30 Ekim’de Belçika’ya geçtim, aynı gün hızlı trenle Hollanda’ya geçip iltica merkezine başvurdum.
HOLLANDALI YETKİLİLER YAŞADIKLARIMI AĞIZLARI AÇIK DİNLEDİ
Burada yol mülakatı yapıyorlar, nasıl geldiniz diye her şeyi soruyorlar. Beni dinleyen yetkililer inanamadılar anlattıklarıma. Hatta bunların kitabını yazın dediler. Yol mülakatında bile öyle bir tepkiyle karşılaştım. Normalde 15 dakika sürüyor bu görüşmeler, benimki 1,5 saat sürdü. Bu arada beraber kaldığım arkadaşım da Hollanda’da. O benden bir hafta önce geldi. Farklı kamplardayız ama yine burada buluştuk. 2,5-3 aydır Hollanda’dayım. Şimdi iltica sürecimizin sonuçlanmasını bekliyoruz.
GERİYE DÖNME ŞANSIM OLSA YİNE POLİSLİK MESLEĞİNİ SEÇERDİM
Bu yaşananların sorumlusu devlet değil, devletimize küsme şansımız zaten yok. Devlet bir araçsa, hükümet bunu kullanan bir şöfor zaten. O şoför arabayı nereye götürürse araba da oraya gider. Ben devletime küs değilim, beni devletim büyüttü. Milli ve manevi değerlerimize zaten saygılıyız. Ben küçüklüğümden beri polislik yapmayı istiyordum. Beni bu hale getiren ve bunun sorumlusu sadece anti-demokratik hükümettir. Ben yine o yıllara gitsem yine sevdiğim mesleği, hayalim olan mesleği yapmayı isterim. Ama bunca emek verdikten sonra bunların haksız yere başınıza gelmesi, mağdur duruma düşmeniz ve çok sevdiğiniz ülkenizden ayrılmanız tabiki insana çok acı veriyor. Hatta bu yaşananları bazen arkadaşlarımızla aramızda konuşuyoruz. Ve diyoruz ki bu yaşananlar dışarıdan birilerinin başına gelse yarısı intihar eder yarısı da isyan çıkartır. Yani sadece biz değil bu kadar insan, yüzbinlerce kişi o kadar iyi insanlar ki, dışarıdaki herhangi yüzbin insanın başına gelsin bu insanlar sağı solu yıkarlar, her yerde karışıklık çıkarırlar. Yaşadıklarımız çok ağır şeyler, travmatik şeyler aslında. Ama dediğim gibi ben bu durumun sorumlularından bu dünyada olur mu bilmiyorum ama öbür dünyada hakkımı alacağım.
Ama biz hayalimizin peşinden koştuk. Her zaman polis olmak istedik. Bu ülkenin çok daha iyi yerlere gelmesinde bizimde katkımız olmasını istedik. Elimizden geldiğince yolsuzlukların, rüşvetlerin önüne geçmeye çalıştık. Bulunduğumuz kurumda demokrasinin hukukun dışına çıkılmasına izin vermedik. Çıkanları da gereken adli mercilere bildirdik. Bizim bütün gayemiz buydu. Ülkemizin daha demokratik olması ve daha yaşanılabilir bir yer olmasıydı. Şimdi Hollanda’ya geldim ve burada yaşıyorum. Buraya entegre olmak istiyorum hayatımı burada geçirmek istiyorum. İnsanlar çok iyiler, çok anlayışlılar. Bize zaten sinelerini açtılar. Ben elimden geldiğince bu ülkeye faydalı olmak istiyorum. Türkiyeden bazıları diyor ya, Hollanda ve Almanya bizi kıskanıyor diye. Keşke bir imkanları olsa da gelseler şuradaki ortamı, medeniyet seviyesini ve demokrasi seviyesini bir görseler. Ben temenni ediyorum ki ülkemizde inşallah ilerleyen süreçlerde bu demokratik ortam ve medeniyet seviyesi yakalanmış olur. Devletimize küs değiliz sadece bizi bu hale getirenlerden hakkımızı alacağız inşallah. Allah her zaman haklının ve doğrunun yanındadır. Biz yanlış bir şey yapmadık. Dediğim gibi ben insanların haksız yere tutuklanmalarına şahit oldum ve bu insanların dosyalarının boş olduğunu gördüm. Bu insanların hakkı nasıl ödenecek bilmiyorum.