Özgür Özel: Türkiye siyasetini ne Bahçeli ne de Erdoğan yönetiyor… Daha derin ve daha güçlü bir akıl yönetiyor… Türkiye’yi yöneten devlet aklı, özgüveni çok düşük, paranoyak ve darbe ve halk ayaklanması konusunda şizofrenik bir hal almış demektir.
CHP’nin TBMM Grup Başkanvekili Ögür Özel, ‘Türkiye siyasetini ne Bahçeli ne de Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor; onların içinde aktör oldukları ancak senaryosu bir başka yerden yazılan daha derin ve daha güçlü bir akıl yönetiyor.’ dedi.
Gazete Duvar‘a konuşan Özgür Özel, Türkiye’de kutuplaşmanın çatışma potansiyeli taşıdığını belirterek Türkiye toplumu, 12 Eylül 1980’le sonlanan o travmadan, “kardeşi kardeşe kırdırdılar” diyerek çıktı. Gladyo’nun aynı silahla sabah birini, öğleden sonra bir başkasını vurduğunu deneyimleyerek çıktı. Şimdi o deneyimleri hatırlama zamanı.’ uyarısı yaptı.
CHP’li Özel’in söylediklerinden öen çıkanlar şöyle:
Askeri vesayeti ortadan kaldıracağız diyen AK Parti, askeri vesayeti ortadan kaldırmanın siyasi iletişimini zamanında iyi yaptı. Askerin siyasi müdahalelerde bulunduğu, bazen kendi gücünü, sınırlarını aşacak müdahalelere niyetlendiği, yani doğrudan darbe değil ama aktif siyasete müdahale ettiği bir gerçek vardı. Bugün gelinen noktada askeri vesayet sıfırlandı mı veya siyasetin üzerinden vesayet kalktı mı yoksa bir başka vesayete mi dönüştü, işte burası çok tartışmalı.
‘CİDDİ BİR ODAĞIN, BİR VESAYET KURDUĞUNA İNANIYORUM’
Adına askeri vesayet demek doğru değil ama içinde bazı eski ve mevcut asker kişilerin de olduğu, farklı siyasi partilerden siyasi aktörlerin de bulunduğu, belki hiç tanımadığımız aktörlerin olduğu çok ciddi bir vesayet odağının varlığına ve bunun partiler üstü bir şekilde, hatta birden çok partiyi kontrol eder bir şekilde Türkiye siyaseti üzerinde bir vesayet kurduğuna ben şahsen inanıyorum. Bunun içerisinde bugün AK Parti’de bakan olanlar, AK Parti’de çok üst düzeyde bürokrat olanlar, bir başka muhalefet partisinin genel başkanları, bazı yöneticileri ve iktidar partisindeki bir takım güçlü figürler de var.
Bugün Türkiye’de siyasete yön veren en güçlü beş, altı kişi kimdir diye baktığınızda bunların her birinin belli olaylar karşısında bir merkezden tek sesle, tek cümleyle, bazen iki liderin sanki aynı prompter’i okuyormuşcasına konuştuğunu görüyoruz. Oysa siyaset böyle bir şey değildir. Siyaset çok sesli, çok renkli bazen çelişkili bazen tartışmalı bir alandır. Demokrasilerde birileri bir düğmeye basmış diye hissiyatınız olmaz. Demokrasilerde düğme sesi, buton sesi olmaz. Demokrasilerde değişim hızlı da olabilir, yavaş da olabilir ama kendi dinamikleri içerisinde olur. Türkiye’de bugün birinin bir düğmeye bastığını ve o düğmenin sesini duyuyorsunuz. Bunu AKP ile MHP 15 Temmuz darbesi olarak gerekçelendiriyorlar. AKP ile MHP’nin liderleri birbirlerine en ağır hakaretleri ediyorlardı. Sonra birden aynı şeyleri konuşmaya başladılar. Devlet Bahçeli milli birlik, milli beraberlik, milli beka sorunu olarak görüp bir anda Recep Tayyip Erdoğan’la aynı çizgiye geldiğini savunuyor.
O mu Erdoğan’la aynı çizgiye geldi, Erdoğan mı Bahçeli’yle aynı çizgiye geldi?
Tayyip Erdoğan yüzde 51’i, MHP’nin aday göstermemesiyle aldı. Yoksa bırakın ilk turu ikinci turda da bu seçimi kazanması mümkün değildi. MHP’nin bakanlık talebi olabilir ama yok. Meclis başkanlığı talebi olabilir ama yok. MHP milletvekilleri diyor ki, “tayin işimiz, terfi işimiz olmuyor. Bu nasıl ittifak kardeşim!” diyor. Görünüşte hiçbir karşılık almaksızın verilmiş kayıtsız şartsız bir destek var. Bir muhalefet partisi düşünün ki Cumhurbaşkanı adayı çıkarmıyor, üç büyükşehirde belediye başkanı adayı çıkarmıyor, 60’dan fazla şehirde belediye başkanı adayı çıkarmıyor.
‘BİRİSİ DÜĞMEYE 15 TEMMUZ’DAN ÇOK DAHA ÖNCE BASTI’
MHP’nin hem muhalefet hem de iktidar ortağı olması siyasetin doğasına aykırı bir durum.
Aykırı… Bahçeli, Erdoğan’a, “Memleketin bütün deterjanlarını Haliç’e döksem, seni ve bütün AK Partilileri üç kez yıkasam arınmazsınız” diyordu. “Türkiye’de herkes Cumhurbaşkanı olabilir, bir tek sen olmazsın” diyordu. O noktadan, benim Cumhurbaşkanı adayım sensin noktasına nasıl geldin deyince Devlet Bahçeli, “15 Temmuz” diyor. Ben 9 Mart 2016 tarihinde bir basın toplantısı yaptım ve “MHP, AKP’ye selektör yapıyor” dedim. Ben bunu söyleyince en ağır hakaretleri sıraladı. “Fiili durum Anayasa’ya uydurulmalıdır, Recep Tayyip Erdoğan Anayasa’ya uymuyorsa biz Anayasa’yı ona uyduralım, Adalet ve Kalkınma Partisi kendi teklifini getirmelidir, Meclis’ten geçirmelidir, gerekirse halkoyuna gitmelidir” gibi sözlerinden sonra benim “Bunlar işi pişirmiş, Devlet Bahçeli Saraya doğru kayıyor” sözlerimize itiraz ettiler. Biz bunu, “Saraya kayış, koltuk değneği olma” meselesini darbeden aylar önce basının önünde söyledik. Bunu iddia edenler alçaktır, namussuzdur diye bizi suçladılar. Oysa daha darbeye beş ay vardı ve biz Devlet Bahçeli’nin söylediklerinin satır aralarını okuyabiliyorduk. Bunun sonunda bir süreç başladı ve sürecin sonunda 15 Temmuz geldi. Tayyip Erdoğan da Devlet Bahçeli de 15 Temmuz’u araçsallaştırdı; biri 20 Temmuz OHAL darbesini yaptı, diğeri hem OHAL darbesine destek verdi hem de kendi tarihi U dönüşünü bununla gerekçelendirdi. Birisi bir düğmeye bastı ama o düğmeye 15 Temmuz’dan çok daha önceki bir tarihte basıldı.
‘HEPSİNİ BİRDEN YÖNETEN BİR BAŞKA DİNAMİK, BİR BAŞKA MEKANİZMA VAR’
Her kritik siyasi dönemeçte Devlet Bahçeli’nin başrolü konuşulur. Bir süredir siyasetin belirleyicisinin Devlet Bahçeli olduğu yorumu yapılıyor. Buna katılıyor musunuz?
Ben ne siyasetin belirleyicisinin Devlet Bahçeli olduğuna inanıyorum ne de Bahçeli’nin Recep Tayyip Erdoğan’ın veya Erdoğan’ın Bahçeli’nin güdümüne girdiğine inanıyorum. Bir başka mekanizma, bir başka dinamik var, hepsini birden yönetiyor. Bir başka mekanizma devreye giriyor ve birbirine en ağır hakaret edenleri birbirine dost, ahbap yapabiliyor. Son olarak “Andımız” polemiğinde de görülen, birbirine taban tabana zıt iki hareket var, bakış açılarıyla, geçmiş pratikleriyle ve Kürt meselesine yaklaşımlarıyla… Birinin millet tanımıyla diğerinin ümmet tanımı birbiriyle çelişmesine rağmen bunları aynı potada eritmeye çalışan ve tabanlarını da buna zorlayan, bunu ellerindeki büyük propaganda makinesiyle yapan bu akılda bir başka güç var. Bir yerden birileri düğmeye basıyor. Devlet Bahçeli, kritik kavşaklarda kritik kararlar vermiştir, U dönüşleri yapmıştır ama Türkiye siyasetini ne Bahçeli ne de Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor; onların içinde aktör oldukları ancak senaryosu bir başka yerden yazılan daha derin ve daha güçlü bir akıl yönetiyor.
“BİR AYAĞI DIŞARIDA BİR AYAĞI İÇERİDE BİR YAPI”
Bu akıl dışarıda bir odak mı? Yoksa bir ayağı dışarıda bir ayağı içeride olan Gladyo benzeri bir yapıdan mı söz ediyorsunuz?
Bir ayağı içeride bir ayağı dışarıda bir yapıdan bahsediyorum. Dünyanın farklı süper güçlerinin Türkiye üzerinde bir anlamda uzlaşısı var ama burada Türkiye’nin menfaatinin olduğunu hiç düşünmüyorum. Maalesef toplumun bazı kesimlerinde şöyle bir derin devlet kutsaması var, “Bir derin devlet var ve Türkiye’nin menfaatlerini o derin devlet koruyordur”. Hukukun olmadığı, kişilerin can ve mal güvenliğinin olmadığı, birilerinin devlet adına suç işlediği, birilerine şantaj yapıldığı, birilerinin tehdit edildiği hiçbir devlet uygulaması, adına ne denirse densin meşru değildir ve ülkeye fayda sağlamaz. Bu ülke derin devletten hiçbir zaman fayda görmedi bundan sonra da görmeyecek. Bazıları da diyor ki, “Bu kadar akılsızca işleri derin devlet yapıyor olamaz”. Derin devlet güzellemesiyle olmaz bu iş.
Hep şu konuşuluyordu, “Bu ülkeye sağcı-solcu kavgası yaptırıldı; Alevi-Sünni ayrılığı kaşındı; Türk-Kürt ayrılığı kaşındı”… Şu anda hepsi birden kaşınıyor. “Evde oturan yüzde elli ve sokağa çıkarsa katledilecek yüzde elli var”. “Gezi’de sokağa çıkanlar-evde zor tutulanlar”… “Bir daha çıkarsanız sizle çatıştırılacaklar” gibi toplum iki kutuplu bir şekilde yapılandırılıyor. Bu aklın özelliği şu, toplumdaki bir farklılığı önce buluyor, onu belirginleştiriyor, iyice ayrıştırıp kutuplaştırıyor, öbür kutbu şeytanlaştırıyor ve kendi arkasını kalabalıklaştırıyor.
‘TOPLUM, KALICI BİR AYRILIĞA SÜRÜKLENMEYE ÇALIŞILIYOR’
Şu anda toplum, daha önceki sağ-sol meselesinden, katliama varan Alevi-Sünni çatışmalarının tetiklenmeye çalışıldığı süreçten çok daha derinlere müdahale eden ve çok daha kalıcı bir ayrılığa doğru sürüklenmeye çalışılıyor. Türkiye toplumu, 12 Eylül 1980’le sonlanan o travmadan, “kardeşi kardeşe kırdırdılar” diyerek çıktı. Gladyo’nun aynı silahla sabah birini, öğleden sonra bir başkasını vurduğunu deneyimleyerek çıktı. Şimdi o deneyimleri hatırlama zamanı.
Bahçeli sadece Tayyip Erdoğan’ı değil tüm AK Partilileri Haliç’te yıkamaktan bahsediyordu. Biz sadece AK Parti’nin yöneticilerine ve bu kötücül aklı yönetenlere laf söylüyoruz. Biz Hulusi Akar’a, Süleyman Soylu’ya, Berat Albayrak’a, Tayyip Erdoğan’a, Devlet Bahçeli’ye laf söylüyoruz. Bunun dışında AK Parti’nin MHP’nin tabanına, kitlesine laf söylemiyoruz. Bu kötücül akla karşı bizim ümidimiz bizim yüzde ellimiz değil. Biz diğer yüzde ellinin de bu kötücül aklın bizi nereye sürüklediğini bir şekilde fark etmekte olduğunu veya fark edeceğini ümit ederek siyaset yapıyoruz.
‘DOLANDIRICILAR ARTIK UMUDU DEĞİL KORKUYU KULLANIYOR’
Darbe tehdidinin halen geçerli olduğu yorumu yapılıyor. Bir de konuşmaktan bile korktuğumuz iç savaş ihtimalinden söz ediliyor. Böyle bir ihtimal var mı?
Bütün dolandırıcılar tarih boyunca umut pazarlamışlardır. Sülün Osman’ın yaptığı gibi “gel sana şu köprüyü satayım” demişlerdir. Hem Türkiye’de hem dünyada dolandırıcılar artık umudu değil korkuyu kullanıyor. İnsanların telefonda terör örgütüyle korkutularak dolandırıldığı bir ülkede normal çıkarımlar, bazı sorular anlamsız kalıyor. Şimdi, “Eğer bizim sözümüzü dinlemezseniz, bizim dediğimiz gibi bu ülke yönetilmezse, tek adam- diktatör gibi bazı eleştirilerde bulunursanız, referandumu OHAL’de yaptık, 24 Haziran seçimini eşitsiz şartlarda yaptık diye siz bizim meşruiyetimizi tartışırsanız bu ülke iç savaşa sürüklenir” korkusuyla toplumu terbiye etmeye çalışıyorlar. İş adamlarına diyor ki, “OHAL ilan ettik, bu sayede grev yapılmıyor”. Anayasal hakkın gasbını övünç meselesi haline getirebiliyor. Şu anda herkesi sokağa çıkmaktan ve sokakta hak aramaktan korkutan bir şey var.
Bugün ülkenin Cumhurbaşkanı, “bir Gezi derseniz!..” diye ülkeyi iç savaşla tehdit ediyor. Gezi, toplumun, başta doğaya ve yaşam biçimine müdahaleye karşı bir başkaldırısıydı. Son derece barışçıl ve demokratik bir hak arayışıydı. Bir ülkede meydanlar ne kadar halka açıksa demokrasinin kanalları o kadar açıktır ve o ülkede iç savaş, darbe riski o kadar azdır. Siz insanların demokratik, haklı, meşru taleplerini ortaya koymalarını engellerseniz o zaman darbe dinamiği, iç savaş dinamiği işler. Çünkü enerji kinetik enerjiye dönüşmüyorsa, sokakta, meydanda sese, gürültüye, ıslığa dönüşmüyorsa bir yerde birikir. İşte bu, darbe, iç savaş potansiyelidir.
Sarı Yeleklileri Macron’dan daha çok Tayyip Erdoğan ve kendisiyle aynı sözü konuşan Devlet Bahçeli dert ediyorsa ve insanlara tehditler savuruyorlarsa, Türkiye’yi yöneten devlet aklı, özgüveni çok düşük, paranoyak ve darbe ve halk ayaklanması konusunda şizofrenik bir hal almış demektir. Birileri vatandaşı kutuplaşması üzerinden iç savaş korkusuyla tehdit ederken ülkeyi yöneten liderleri de bunu inandırmış gözüküyor.