Mehmet Ali Özcan-tr724.com
“İnsanlar, sadece “inandık” demekle kendi hallerine bırakılacak ve (bilhassa zorluklar, çileler ve işkencelerle) imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı sandılar? Şurası bir gerçek ki; biz, onlardan önce yaşayan ve iman ikrarında bulunan herkesi imtihandan geçirdik. Geçirdik ki Allah, ikrarında sadık olanları ortaya çıkardığı gibi, yalancı olanları da ortaya çıkarsın.” (Ankebut, 2-3).
“İnsanın dünyaya geliş gayesi imtihandır. O sık sık elenecek, kalburdan geçirilecek ve saf ruhlar, saf olmayanlardan ayrılacak; elmaslar kömürden tefrik edilecek, şeytan yapılı insanlarla melek yapılı insanlar ortaya çıkacak ve böylece dünyanın kuruluş gayesi tahakkuk etmiş olacaktır.” diyor Hocaefendi.
İmanı sağlam olan insan, büyük musibetlere ve sıkıntılara maruz kalsa da, “iman, teslim, tevekkül” yörüngesinde dişini sıkar. Kaldı ki, Allah, bir kimse veya topluluk yoldan çıksın diye onları imtihan etmez. Zira elde ettiği bir şeyler varsa zor bir imtihanla onları kaybedebilir ki, Allah kullarını böyle kötü bir akıbete uğratmaz. Bu açıdan, imanın ve Allah’la irtibatın seviyesine göre imtihanlar, insana zor veya hafif gelir.
15 Temmuz’dan sonra Hizmet Hareketi’ne gönül vermiş olanların gittikçe artan bir şekilde imtihanlara maruz kaldığına şüphe yok. Samimi, dindar, çalışkan, proje üreten, düşünen insan da olsa, kimse bundan geri kalmadı, kalmıyor. İmtihanlar karşısında bazılarının öyle davranışları ortaya çıkıyor ki, insan şaşırıp kalıyor. Samimi olmayan, menfaatçi, iki yüzlü insanların çıkılan yoldan geri dönmesi normal karşılansa da, diğerleri insanın canını acıtıyor.
Hizmet, Allah’ın davası… O’nun hiçbirimize ihtiyacı yok. İçinde bulunduğumuz konumun hakkını vermediğimizde neler olacağına dair “Eğer size emredildiği gibi topyekûn seferber olmazsanız, Allah sizi hiç gecikmeden pek acı bir azaba düçar eder ve yerinize bir başka topluluk getirir…” (Tevbe, 39) ayetini okur ve dinleriz ama sanki başkalarına hitap ediyormuş gibi üzerimize almayız.
Ne yazık ki, 5-6 yıldır yaşanan sıkıntıların hala farkında olmayanlar var. Medrese-i Yusufiye’den çıkmış veya Türkiye’den hicret etmiş birileri yaşadıklarını anlatıp mağduriyetlerin giderilmesi adına gayret sarf ederken, bunu bir ninni gibi dinleyip hayatını her zamanki gibi devam ettirenler var. Bu ve benzeri durumları gördükçe insan “Hani ensar-muhacir kardeşliği? Hani i’sar hasleti? Hani “kardeşinin derdiyle dertlenme?” demeden edemiyor.
Hicret ettiği beldede gördükleri karşısında inkisar-ı hayale uğrayanlar, küsüp bir tarafa çekilenler, Hizmetle bağlantısını koparmayı vefasızlık sayıp olan-biteni sessizce takip edenler veya İslam’ı yaşayabilmek için Habeşistan’a hicret ettiği halde Hıristiyan olarak ölen Sükrân gibileri duydukça insanın canı yanıyor.
Yaşananların elbette bir hikmeti vardır ve kısa bir zaman dilimi içinde olan bitene göre hüküm vermek doğru değil elbette. Zaman en büyük müfessirdir, bekleyeceğiz ve ömrümüz yeterse hikmetleri göreceğiz. Ama öncelikli olarak yapmamız gerekenler var. Bugünlerde öncelikle yapılacak hizmet, mağdurlara sahip çıkmak ve geleceğe dair projeler üretmek olmalıdır. Bunları yaparken, geçmişte yaşadığımız her türlü olumlu ve olumsuz şeyden ders çıkararak hareket etmemiz gerekiyor.
Hiç kimse, mağdur veya muhacir olunca kendisine hizmet edilmesini beklememeli ama bu mümkün olmuyor. Dile getirmese de insan maddi veya manevi bir beklenti içinde olabiliyor. “Beklentisiz olma” ve “ortada kalmış herhangi bir iş için herkesten evvel kendini mesul ve vazifeli bilme” gibi güzel prensiplerimiz var ama herkes buna istenen manada riayet edemiyor işte…
Hizmet’ten uzaklaştırıldığını iddia edenler olsa da, doğru değildir bu, hiç kimse böyle yetkiye sahip değildir; zaten böyle bir uygulama da yoktur. Olsa olsa, verilmiş olan bir vazife geri alınmıştır. Hizmet etmek için de vazifelendirilmeye, makam sahibi olmaya, komutan olmaya gerek yok ki… Sade bir insan veya rütbesiz bir asker olarak da Hizmet edilebilir. Hz. Ömer’in, Halid bin Velid’i görevden alma olayını biliriz de, hayatımıza uygulamayız… Hocaefendi “kaç kişinin katilisin?” diye sorar da muhatap olarak kendimizi görmeyiz.
Şeytan’ın nereden hücuma geçeceği belli olmadığından, kendimizden emin olmamalı ve bastığımız zemini kontrol etmeliyiz. Ezberlenmiş beylik laflar ve şuursuzca yapılan işler bizi kurtarmaz. Okumadan, dinlemeden, tefekkür etmeden, muhasebe yapmadan ve bunları hayata geçirmeden Hizmet edilemez ve Allah’ın rızası kazanılamaz. Şimdiye kadar öyle veya böyle bu dairede kalanları bundan sonra daha çetin imtihanlar bekliyor. Bahsini ettiğim “beslenme” kalemleri ile donanımlı hale gelmezsek kazanma kuşağında kaybedenlerden olabiliriz.
Bu süreçte Hizmet’ten ayrılanlara üzülmemek elde değil; dua edelim de geri gelsinler. Gelmeseler bile Allah’ın yolundan ayrılmasınlar. Bunlara sebep olanlara ise daha çok dua edelim; ıslah olsunlar, muhasebe yapıp hatalarını görsünler ve tevbe etsinler… Kimin kazanıp kimin kaybettiğini biz değil Allah bilir. Hizmet içinde olup kaybedenler olabileceği gibi, Hizmet dışında olup kazananlar da olacaktır.
Dışarıdan gelen saldırılara karşı mukavemet etmek ve imtihanı atlatmak kolay ama içeride yaşananlarla imtihanları bertaraf o kadar kolay değil. Daire içinde olup da varlığı veya kararları ile başkalarının imtihan olmasına sebep olanlardan bahsediyorum; sebep oldukları olumsuz durumlar karşısında hiç rahatsız olmayanlardan, çözüm adına hiç gayret sarf etmeyenlerden, akıbet endişesi taşımayanlardan, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam eden Doğru Mehmetlerden ve gördüğünü sanan körlerden…
Maalesef bunlar, çok rahat bir şekilde “su akar yolunu bulur”, “giden gider, kalan sağlar bizimdir” hatta “cehennemin dibine kadar yolu var” diyebiliyorlar. Gördüğüm kadarıyla böyle bir davranış sergileyenler bir süre sonra kendileri de daireden ayrılıyor. Kendi yaptıklarını, bir başkası onlara uyguluyor.
Allah’ın rızasını kazanma yolunda şahıslara takılıp, hizmet etmeyi bırakanların mesuliyeti daha büyüktür diye düşünüyorum. Pireye kızıp, yorganı yakmak gibi bir akılsızlık bu… İmtihan, hep dışarıdan olmuyor işte; içeriden gelen imtihan daha zor oluyor. Allah, kardeşliğin hakkını verenleri, art niyet taşımayanları, vefalı sadakat erlerini muhafaza ediyor.
Kendisini bir hadim olarak görmeyip, makamıyla, yaşıyla, tanıdıklarıyla Hizmet’in sahibiymiş gibi ortalıkta dolaşanlar olabiliyor. Onlara, Osmanlı’nın son döneminde yaşanan sıkıntıları dile getiren Ziya Paşa’nın yazdığı üç beyit ile seslenmek istiyorum. Bilmem ki bunları okuyup üzerinde düşünürler mi?
Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzârında
***
Onlar ki verir laf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde
***
İnsana sadakat yaraşır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah