Türkiye’den 20 baroya kayıtlı kent ve çevre hukuku alanında çalışmalar yürüten avukatlar ile Baroların Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu temsilcilerinin 3. Toplantısını 13-14 Temmuz tarihinde Denizli Barosu ev sahipliğinde yaptı. Komisyon yayımladığı bildirgede sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının yok edildiği, küresel iklim krizinin içinde bulunduğumuz günlerde, her kentin kendi özelinde de büyük ekolojik sorunlar yaşadığı tespitinde bulundu.
Barolara bağlı Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu, ve avukatlar yayımladıkları sonuç bildirgesinde Kütahya, Uşak bölgesinde yoğunlaşan madencilik, Denizli ve Aydın’da sanayi atıklarının yanı sıra, yenilenebilir ve temiz enerji diye sunulan jeotermal santrallerin, tarımsal alanları tamamen yok ettiğine dikkat çekerek “Bölgede yaşayan, tarımla geçinen halkın ekonomik gücü azalmakta, santrallerin yarattığı hastalıklar ise en çok da kanser vakalarının artışında kendini göstermektedir” ifadelerine yer verdi.
AYDINDA ÜZÜM VE İNCİR ÜRETİMİ JEOTERMALLER NEDENİYLE DÜŞÜYOR
Komisyonunun bildirgesindeki tespitler arasında şunlar yer aldı: -Türkiye’nin zeytin, üzüm ve incir üretim deposu olan Aydın’da bu ürünlerin kalitesi ve niteliği, denetimsiz jeotermal santrallerin verdiği çevresel zararlardan dolayı her geçen gün düşüyor, -Jeotermaller, bulundukları bölgede asit yağmurlarına neden olarak doğrudan tüm canlı yaşamına zarar vermekte, yeraltına tekrar basılmayan artık sularda bulunan ağır metaller suyu ve toprağı kanserojen hale getiriyor,
-Bir zamanların tarım alanı olan Büyük Menderes havzasını besleyen nehir, artan kirlilikten dolayı artık bir zehir nehri haline geliyor,
-Kamu kurumları birincil görevleri olan denetim ve izleme faaliyetlerini, büyük sermayenin maden ve enerji alanında yoğunlaşmış şirketlerine karşı yerine getirmiyor, daha verimli ve etkin olacak diye devlet tarafından daha önce özelleştirilen sektörlerde, hiçbir denetim mekanizması çalışmamakta, çevresel zararlar kamunun üzerine bırakılırken, kârlar birkaç özel şirketin oluyor.
MURAT DAĞI’NA MADENCİLİK İZNİ BİLİMSEL MANTIKLA AÇIKLANAMAZ
Murat Dağı’nda açılmak istenen madene dikkat çekilen bildirgede şu ifadeler yer aldı:“Bölgede yoğunlaşan kirliliğe rağmen Kütahya Murat Dağı’nda bulunan ormanlık alana, üstelik 1. Derece deprem bölgesinde bulunmasına rağmen altın-gümüş madenciliği için izin verilmesi hiçbir bilimsel mantıkla açıklanamaz. Maden şirketlerine her türlü kolaylık gösterilirken, sektör temsilcilerinin hâlâ şikayet ederek kendilerine yeni ayrıcalıklar talep etmesi ise bu sektör temsilcilerinin tüm topluma ve yaşama karşı yabancılaştıklarının göstergesidir.”
NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ PROJELERİNE KARŞI MÜCADELEMİZ SÜRECEK
“Toplum yararına yatırımlar, tarihi, kültürel ve doğal varlıkları dikkate alan, tüm canlıların geleceğini öncelik kılan projelerin değerlendirilmesi ve ülke geleceği açısından tehdit oluşturmaya müsaade etmeyecek şekilde önceliği kamu yararı olan denetleme mekanizmalarının mutlaka işletilmesi gerekmektedir” ifadelerinin yer aldığı sonuç bildirgesinde “Fukuşima ve Çernobil felaketlerinin sonuçları gözümüzün önündeyken Akkuyu’ya yapılmak istenen Nükleer Santralin temelinde çatlaklar oluştuğu haberlerine karşı, olaya ciddiyetle yaklaşılmamıştır. Böyle bir durumun yaratacağı olası faciaların etkisi yüzyıllarca sürebilir ve bölgedeki tüm canlıların felaketi anlamına gelebilecektir. Yetkililer olası zararlara karşı, gerekli önlemleri almamaktadırlar. Bugünkü ve gelecek kuşakların yaşamı için çok büyük tehlike yaratan, dünyayı radyoaktif atık deposu haline getiren nükleer güç santrali projelerine karşı mücadelemiz sürecektir” dendi.
HUKUK KURALLARI DOĞAYI VE HALK SAĞLIĞINI KORUMAYI AMAÇLI
Komisyonun sonuç bildirgesinde başkanlık rejimini de eleştirilerek “Yaşadığımız ekolojik kriz, küresel kapitalizm merkezli çevre ve kentleşme politikalarının sonucudur. Türkiye’de de kapitalizm, içine girdiği krizi doğaya saldırarak aşmak istemektedir. Türkiye’deki Başkanlık rejimi ise bu sistemin bir parçasıdır ve yaşam odaklı değil, güç odaklıdır” dendi. Sonuç bildirgesinde şu önerler yapıldı:
-İdare, anayasal sorumluluk ve görevlerini yerine getirerek doğayı ve hayatı korumalıdır, hukuk kurallarını usulen değil işlevsel olarak doğayı ve halk sağlığını korumayı amaçlayarak uygulamalı, -Hukuk güvenliğini ortadan kaldıran, idarenin denetlenebilirliğini sınırlayan, demokrasiyi, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkına ilişkin hukuki güvenceleri aşındıran başkanlık rejiminden bir an önce vazgeçilmeli,-Toplum bir bütün olarak yaşam haklarına sahip çıkmalı ve temel haklarından ödün vermemeli,
GEZİ SÜRECİ KRİMİNALİZE EDİLMEYE ÇALIŞILIYOR
Bildirgede Gezi davasına da değinilerek şunlar ifade edildi:
“Bu nedenle merkezi iktidarın rant odaklı politikalarına karşı bir kent hakkı ve çevre isyanı olarak gördüğümüz Gezi sürecinin kriminalize edilerek bazı Gezi bileşenlerine dava açılması, çevre savunucularının kararlılığından bir şey kaybettirmeyecektir. Savunulan kent hakkı ve tüm canlıların yaşam hakkıdır.”
Komisyon üyesi barolar dördüncü toplantının 28-29 Eylül tarihlerinde Urfa Barosu ev sahipliğinde gerçekleştirileceğini belirtti. ARTI GERÇEK–