Tasarı, Senato’dan geçerse Erdoğan ailesinin mal varlığı 120 gün içinde listelenecek, Halkbank’a 15 gün içinde yaptırımlar gelecek, TSK’ya Suriye operasyonuyla alakalı silah ambargosu, bakanlara vize yasağı başlayacak.
Türkiye’nin on yıllardır tüm gücüyle engellemeye çalıştığı Ermeni Tasarısı ABD Kongresi’nden geçti, Suriye Harekatı nedeniyle Türkiye’ye yaptırımlar öngören paket, Temsilciler Meclisi’nde onaylandı. İki tasarı —öyle ya da böyle— aynı güne denk geldi ve dün, 29 Ekim’di…
Bunların hepsini birleştirdiğinizde ortaya çıkan tablo, Türkiye açısından doğal olarak pek iç açıcı değil. Hele iki tasarının da mecliste ezici bir oy çokluğuyla kabul edildiğini göz önüne aldığınızda, iki ülke arasında oluşmaya başlayan derin ayrımların, açılan tamiri zor yaraların, belki de geri dönülmez kopuşların zorlu bir sürecin işareti olduğunu anlamak mümkün.
Uzun yıllar boyu Dış İlişkiler Komitesi’ne gelip gelip giden, ama bir türlü Kongre’de tartışılma fırsatı bulamayan Ermeni Tasarısı’nın bu kez, hem de beklenmedik bir şekilde bir Ekim ayında, komite faslını doğrudan pas geçerek Meclis oturumuna gelmesi ve burada oylanır oylanmaz neredeyse tüm milletvekillerinin onayıyla kabul edilmesi bunun bir göstergesi sayılabilir.
Amerika’nın özellikle dış politika hamlelerinde etkili olan aktörlerden Kongre, Beyaz Saray ve Dışişleri/Pentagon bürokrasisi arasındaki mücadelede Kongre hep ‘soykırım’ tarafına bastırırken, alınacak herhangi bir kararın sahadaki sonuçlarıyla diğerlerine nazaran çok daha fazla yüzleşmek zorunda kalan diplomatlar ve askerlerin karşı konulmaz etkisiyle ibre hep ‘Büyük Trajedi’den yana kayıyordu bugüne kadar. Bu sefer öyle olmadı. Dün oylanan tasarıya ‘Hayır’ diyen milletvekili neredeyse çıkmadı.
Oylama Temsilciler Meclisi’nde değil Senato’da olsa durum değişir miydi? Sanmıyorum. Orada da hava farklı değil.
Peki realitelerin değil de bu ‘hava’nın etkisiyle alındı mı ‘Soykırım’ kararı?
İnsanlar dünden bu yana kararın güncel gelişmelerin etkisiyle alınmış siyasi bir karar olup olmadığını, Ermeni Tasarısı’nın Türkiye’nin son Suriye harekatına karşı Washington’da oluşan kızgınlık sonucu bu kadar kolay geçip geçmediğini soruyor.
Cevabı hem basit, hem karışık.
Önce cevap: Karar tabii ki siyasi. Hep öyleydi. Bugüne kadar Kongre’ye gelip giden Ermeni tasarıları hakkında alınan kararların tamamı, ilk günden itibaren siyasiydi. Fark şu ki kararların ‘siyaseten’ alınması, dün Türkiye’nin işine yarıyordu, bu kez durum farklı oldu.
Tasarının oylandığı Kongre oturumunda pek çok milletvekili değindi bu konuya. Kabul etmesi Türk tarafı için biraz zor olabilir, fakat yıllardır Kongre’ye sunulan bu tasarıların reddi, Amerikalı siyasilerin 1915’te yaşananları ‘soykırım’ olarak görmemesinden kaynaklanmıyordu. Çok açıktı aslında bu. Tasarıyı meclise sunan milletvekili Adam Schiff’in, Meclis çoğunluk lideri Steny Hoyer’in, Dış İlişkiler Komitesi başkanı Eliot Engel’in sözlerinde de vardı, Temsilciler Meclisi’nin neredeyse tamamı, uzun yıllardır zaten geçen yüzyılın başında yaşananların ‘soykırım’ olduğunu düşünüyordu. Türkiye, önemli bir NATO müttefiki olduğu, iki ülke arasında pek çok alanda iş birliğinin varlığı, ya da o çok sevdiğimiz ifadesiyle ‘jeopolitik açıdan büyük önemi bulunduğu’ için reddediliyordu önceki tasarılar.
Bu sefer edilmedi… Suriye operasyonuyla oluşan öfke, Ermeni Tasarısı’yla Türkiye’ye ceza vermedi yani, ince bir ayrım belki, ama Suriye operasyonuyla oluşan öfke, Ermeni Tasarısı’nın önündeki seti kaldırdı.
Bu, sadece bu tasarı açısından değil, başka pek çok açıdan da karanlık günlere işaret ediyor Türk-Amerikan ilişkileri açısından.
Ermeni Tasarısı’nın hemen ardından oylanan yaptırım tasarısında da gördüğümüz gibi, Türkiye, kendisini yöneten iktidarın öncülüğünde, hiç olmaması gereken yerlere sürüklenmeye devam ediyor. ‘Önemli bir NATO müttefiki’ olarak görülmüyor artık ne yazık ki Türkiye Washington’da, yakın zamanın en eli kanlı terör örgütünün liderine düzenlenen operasyon hakkında işbirliği yapılabilecek bir ortak olarak görülmüyor, aksine, Amerika’nın vatandaşlarını hapseden, hapsettiği bu kişiler üzerinden ‘rehine siyaseti’ yürüten, insan haklarının, basın özgürlüğünün, mal edinme hürriyetinin dibe vurduğu, yolsuzluğun, hukuksuzluğun zirveye çıktığı bir Ortadoğu diktatörlüğü olarak görüyor. Bunu kabul etmek Türkiye’de, bilhassa da neredeyse tamamı iktidar tarafından kontrol edilen bir medyanın yoğun propagandası altında yaşayan insanlara zor gelebilir ama suyun öteki tarafında durum bu.
Belki de bu yüzden zaten Temsilciler Meclisi, NATO üyesi bir müttefikine uygulayacağı yaptırım tasarısına her diktatörün korkulu rüyasını, ‘Şahsi servet’ meselesini ekledi. Erdoğan’a, büyük bir coşkuyla çıktığı Suriye yolculuğunda anında frene bastıran ‘Mal varlığının listelenmesi’ maddesi dün mecliste kabul edilen tasarıya da girdi. Bu madde, diğerlerinin aksine bir yaptırımı beraberinde getirmiyor. Erdoğan’ın araştırılıp gözler önüne serilecek servetine herhangi bir ambargo, el koyma vs. öngörülmüyor. Yani Türk ekonomisi ya da Türk halkı açısından, tasarıdaki en önemsiz madde bu aslında. Türk halkına en az zararı verecek maddenin, Erdoğan için bu tasarıdaki en önemli problem olması ise şaşırtıcı değil. Siyasete girerken tek serveti parmağındaki yüzük olan bir liderin, maaşla çalıştığı onca yılın ardından edindiği mal varlığının ortaya çıkma ihtimali, koca bir ülkenin onca askeriyle giriştiği bir harekatın seyrini bile değiştirebiliyor. Amerikalı siyasiler, diktatöryel rejimlerde işlerin nasıl yürüdüğünü herkesten iyi biliyor.
Temsilciler Meclisi’nde onaylanıp Senato’ya gönderilen tasarının diğer başlıkları, masadaki diğer paketlerdekilerle benzer: Berat Albayrak ve Mevlüt Çavuşoğlu’nun da aralarında bulunduğu dört Türk bakana yaptırım uygulanması, varsa vizelerinin iptali, yoksa vize verilmemesi. Halkbank’a doğrudan yaptırım uygulanması, TSK’ya Suriye operasyonu kapsamında silah ve hizmet satışının yasaklanması, Türkiye’nin S-400 alımı nedeniyle uygulanması gereken Amerika’nın Düşmanlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası’nın (CAATSA) 30 gün içinde aktive edilmesi. Bu madde, Beyaz Saray’ın yasadaki boşluktan faydalanarak oyalamayı seçtiği yaptırımlara da zaman kısıtı getirerek aynı anda iki yaptırım paketini birden hayata geçiriyor aslında.
Peki şimdi ne olacak? Hangi tasarı, nasıl ilerleyecek?
Ermeni Tasarısı açısından artık olacak bir şey yok. Tasarı onaylandı, dosya kapandı. ABD, bu tasarıyla resmi olarak 1915’te yaşananları ‘Soykırım’ olarak kabul etti. Tasarının Senato’ya geçmesi, Başkan tarafından onaylanması vs. durumu yok. Bitti.
Yaptırım tasarısı açısından işleyiş farklı. Temsilciler Meclisi’nden geçen yaptırım tasarısı, senato çoğunluk başkanı isterse Senato’da görüşülecek. Burada kabul edilmesi halinde başkanın önüne gidecek. Trump’ın bu noktadan sonra iki tercihi var: Ya tasarıyı onaylayarak yasalaştıracak, ya Kongre’ye geri gönderecek. İlkini yaparsa tasarıda önerilen yaptırımların tamamı aktive olacak. Erdoğan ailesinin mal varlığı 120 gün içinde listelenecek, Halkbank’a 15 gün içinde yaptırımlar gelecek, TSK’ya Suriye operasyonuyla alakalı silah ambargosu, bakanlara vize yasağı başlayacak vs.
Trump tasarıyı geri gönderirse bu sefer Kongre’nin önünde iki seçenek var: Ya paketi öldürecekler ya da yeniden oylayacaklar. Kongre, yeniden oylamada üçte iki çoğunluğu elde ederse tasarı otomatik olarak yasalaşacak, ambargolar hayata geçecek.
Şu an Senato’daki hava nasıl peki?
Temsilciler Meclisi’ndekinden farklı değil. Çoğunluk Lideri Mitch McConnell’ın tasarıyı görüşülmek üzere Senato’ya getirmesi durumunda, meclistekine benzer bir çoğunluğun sağlanması, paketin hızlı bir şekilde geçmesi muhtemel.
McConnell tasarıyı Senato’da görüştürecek mi, tasarının Senato’dan geçmesi durumunda Başkan Trump yukarıdaki seçeneklerden hangisini tercih edecek, onları tahmin etmek zor.
Her şeyin, her gün, müthiş bir hızla değiştiği zamanlarda yapılacak en yanlış şey, kesin tahminlerde bulunmak.
Bundan iki hafta önce, on yıllardır Dış İlişkiler Komitesi’nden öteye geçemeyen Ermeni Tasarısı’nın bir 29 Ekim günü, ezici bir çoğunluk ve büyük bir hızla Kongre’den geçeceğini kim tahmin edebilirdi?
Çinli bir bilgenin yüzyıllar öncesinden gelip bizi bulan o meşhur lanetini yaşıyoruz sanki hepimiz: “Siz, ilginç zamanlar göresiniz”