Aslında yazımın başlığı eksik.
Depremde canı kurtarma problemini bütün Türkiye’yi kapsayacak şekilde düşünüp çözüm aramak gerekir.
İstanbul’a dikkat çekmemin iki sebebi var:
Birincisi, İstanbul’da olacağı kesin gözüyle bakılan bir deprem riski var.
İkincisi, İstanbul’un nüfusu 16 milyon olduğu için neredeyse ülke nüfusunun yüzde 20’sine eşit.
İzmir depremi, muhtemel İstanbul depremini ve “alınmayan” tedbirleri tekrar hatırlattı.
Son depremin merkezi İzmir değil.
Depremin merkez üssünden 90 km uzakta olan İzmir’de 114 can kaybı yaşandı. Tedavisi devam eden 137 yaralı var.
Binlerce bina hasar gördü.
Ve milyonlarca insan deprem korkusuyla yatıp kalkmaya başladı.
Peki aynı şiddette bir deprem İstanbul’da olsaydı ne olurdu?
Uzmanlar can kaybının binleri bulacağını söylüyorlar.
1999 Gölcük depreminde İstanbul’daydık. Gece saat 03.02’de başlayan ve bir türlü bitmeyen o 45 saniyeyi ailece yaşadık.
Düzce depremine de yine bina içinde yakalandık.
Birçok şehri etkileyen iki depremde yaklaşık 20 bin kişi vefat etti, on binlerce insan yaralandı veya sakat kaldı. Binlerce ev yıkıldı. Korkusu yıllarca sürdü.
Depremden etkilenen İzmit, Gölcük, Adapazarı gibi şehirlere giderek depremin etkilerini bizzat gördük.
Rabbim bir daha yaşatmasın. Ülkemizi ve insanlığı böyle felaketlerden korusun.
Elbette her felakete karşı dilimizden dua düşmesin. Ancak depreme karşı önceden tedbir almak, bir bakıma fiilî dua yapmak da vazifemiz.
Deprem uzmanları 1999’dan beri İstanbul’da en az 7 şiddetinde bir deprem olacağını belirtiyorlar.
Depreme karşı halkın bilinçlenmesi, binaların kontrolü, deprem yönetmeliğinin uygulanması gibi hususlarda maalesef halkta da iktidarlarda da gereken duyarlılık ve gayret yok.
İktidar ve belediyeler bugüne kadar alınacak tedbirlerin tam tersini yaptı.
Mesela, nüfus iki katına çıktı. Depremde toplanma merkezi olacak yerlere AVM yapıldı. Binalar güçlendirilmedi. Kentsel dönüşüm rantsal dönüşüme kurban edildi. Deprem vergisinden toplanan paralar başka yerlere harcandı.
Oysa durum çok kötü ve her geçen gün felakete doğru gidiliyor.
Deprem uzmanı profesörler, muhtemel İstanbul depreminde en az 150 bin kişinin ölebileceğini, hatta bu sayının 500 bine çıkabileceğini belirtiyorlar. Linkini vereceğim şu haberi okumak, felaketin boyutlarını özet de olsa görmemizi sağlar:
“Depreme kadar tedbir alınır, binalar güçlendirilir, hiç can kaybı olmaz” diyebilirsiniz.
Çünkü dünyada örnekleri var. Depreme karşı mücadelede dünyanın en güzel örneği olan Şili’de 2015 yılında 8.3 büyüklüğünde deprem, ardından tsunami oluyor, yaklaşık on kişi ölüyor. Çünkü 1960’da 9.5 büyüklüğünde büyük bir deprem yaşadılar ve bütün yönetmeliklerini gözden geçirip bu işi çok ciddiye aldılar, sorunu çözdüler.
Peki bizde de böyle olabilir mi?
Olamaz!
Maalesef iktidarların 21 yıldır yapmadıkları, yapmayacaklarının teminatıdır.
Devletin zirvesinde yapılan toplantılardan sonra açıklanan bilgiye göre, yılda 300 bin bina yenilenerek depreme uygun olmayan 7 milyon bina tam 20 senede bitirilecekmiş. (Kaynak haberi lütfen okuyun derim: https://www.tr724.com/turkiye-20-yila-depreme-hazir)
Peki başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin başka şehirlerinde bugün yarın deprem olursa ne olacak?
Ondan da önemlisi bu iktidar gerçekten yılda 300 bin binayı dönüştürebilir mi?
Mümkün değil. Çünkü son sekiz yıldır yapılan dönüştürmelerdeki rakam yıllık 84 bin konut.
Yani bu hızla gidilirse 7 milyon bina tam 83 senede dönüştürülecek.
Kısacası ülke bu kafayla ve bu tarz yönetimlerle deprem felaketinin acı neticelerinden kurtulamaz.
Nasıl bir milletsek her depremden sonra oluşan duyarlılık, birkaç ay sonra yok oluyor ve tam bir gaflet hüküm sürüyor.
Sonuçta İstanbul ve ülke olarak büyük bir felakete doğru her geçen gün yaklaşıyoruz.
Çünkü konunun uzmanları bilimsel verilere dayanarak uyarıyorlar, tedbirler için adeta yalvarıyorlar.
Bir de işin manevî boyutu var…
Tarih göstermiştir ki, maneviyattaki yıpranmalar, haramların artması, zulmün yaygınlaşması, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan kişi ve kurumların engellenmesi, üstelik kitlelerin bu olanlara ses çıkarmaması genel felaketlere sebep olmuştur.
Özellikle son yıllarda çocuk, yaşlı, kadın, hasta ayırt etmeden dindar insanların zulme uğraması, semavî ve arzî felaketleri davet etmektedir.
Demek istediğim şu: Tıpkı “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” sözünde olduğu gibi, ülkedeki yöneticiler ve halkın çoğunluğu adeta Mevlâsını değil, belâsını aramaktadır.
Elbette gönlümüz, değil İstanbul’un depremde yerle bir olmasına, bir canın bile kaybolmasına razı olamaz. Bunun için özellikle 17 Ağustos depreminden beri tüm afetlerden koruması için Rabbimize yalvarıyoruz, yalvarmaya da devam edeceğiz.
Ancak muhtemel felaketlere karşı gözümüzü ve kulağımızı kapamak gaflet olur.
Bu yüzden deprem bölgelerinde, bilhassa İstanbul’da oturan vatandaşlarımıza kendilerini ve ailelerini kurtarmaya yardım edecek birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum:
1- Lütfen deprem uzmanlarının uyarılarını ve tavsiyelerini okuyup önemseyin. Gerekirse aile toplantıları yapıp tedbirler belirleyin.
2- Rabbimizin, içimizdeki beyinsizler yüzünden ülkemizi ve milletimizi helâk etmemesi için her gün düzenli olarak dua edin ve çevrenize teşvikte bulunun.
3- Oturduğunuz evin depreme karşı tedbirli olup olmadığını mutlaka araştırın. Eğer depreme uygun değilse en kısa zamanda zemini ve kendisi sağlam bir binaya taşının.
4- Eğer depreme karşı tedbirli ev bulamazsanız ve İstanbul’da kalmanız zarurî değilse memleketinize veya deprem bölgesi olmayan bir şehre taşının.
5- Deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrası yapılacaklarla ilgili broşür ve kitapçıkları ailece okuyup bilinçlenin.
6- Oturduğunuz ev sağlam bile olsa deprem anında İstanbul’un neresinde olacağınızı bilemezsiniz. Tedbirlerinizi alırken bunu da hesaba katın.
7- Depreme uygun olmayan bir evde oturmaktansa uygun bir yerde çadırda veya karavanda oturmanın bile daha isabetli olacağını unutmayın.
Kimsenin panik yapmasını, gereğinden fazla telaşlanmasını elbette istemem. Ancak 250 yıldır biriken enerji mutlaka çıkacak ve deprem olacak. Rabbimiz çok ağır ve yıkıcı yapmasın diye dua edelim. Hiç tedbir alınmadığı için en hafif depremde bile çok büyük kayıplar yaşanacağını da bilmemiz gerekir.
Bugün aman kimseyi telaşlandırmayalım, panik havası oluşturmayalım diye uyarmamak, ömür boyu vicdan azabı, pişmanlık ve gözyaşı demektir.
Biz işimizi kış tutalım da, yaz çıkarsa bahtımıza…
Rabbimiz, ülkemizi ve insanlığı tüm felaketlere karşı korusun.