ENES CANSEVER-SYDNEY
Binlerce seveni tarafından son yolculuğuna uğurlanmıştı Edremitli Eğitim Gönüllüsü ARİF Ağabeyi.
Gerçek anlamda, hem yaşı ve yaşantısı hem de geçmişe uzanan bereket dolu hayatıyla ‘Ulu bir Çınar aramızdan 7 yıl önce ayrılmıştı.
17 Kasım 2014’de, sadece gönlü zengin Arif Çağan’ı tek değil, Ege bölgesi asılında Cumhuriyet tarihiyle yaşıt civanmert ve hamiyetperver bir insanı kaybetmişti aynı zamanda.
Balıkesir’in Edremit ilçesinde, Cumhuriyet’in ilanından bir yıl önce 1922 yılında dünyaya geldi.
Ona ‘Son Osmanlı’ da denebilir.
Dedesi Nasuh Efendi Fatih Medresesi’nden icazetli müderris, âlim zattı.
Babası Ali Efendi, Makedonya ile Yunanistan arasındaki Ustrumca’dan.
93 Harbi’nde Edremit’e göçmüş.
Anne tarafından dedesi ise Bulgarlar tarafından vurulmuş.
Ailesi Balkan olayları sonrası Balıkesir’e yerleşmiş.
Asil bir aileye ve asaletli bir geçmişe sahipti.
Çehresinden tebessümün eksik olmadığı unutulmaz bir simaydı.
İstisnasız temas ettiği, görüştüğü her faniye adeta huzur veren farklı bir çehreye, merhametle kucaklayan sıcak bir sineye sahip olduğunu söylüyor dostları.
Duruşu dik, sağlam ve vakur bir fani.
İleri yaşına rağmen giydiği elbiseleri kendine yakıştıran, uyumlu görüntüsü, temiz ve şık duruşundan dolayı “ihtiyar delikanlı” iltifatı almıştı.
EDREMİT’İN DÜRÜST ESNAFI, EGELİLERİN AĞABEYİ!
Her an merasime katılacak şekilde, üst-başı, ütülü, tiril tiril ve zarif bir görüntüye sahipti, Edremitli Arif Çağan.
Eşi böyle temiz ruhlu birisinin, ütüsüz şekilde cemiyetin içine çıkmaz, Cumalara bayram edasıyla giyinen biri olduğunu söylüyor.
Bu ince ruhlu insanı anlatan dostları;
Gönlü Ege ovası kadar geniş ve mümbit, hiç durmaksızın denize doğru oksijen yayan Kazdağları gibi pek ihtişamlı Hacı Arif Çağan’dan söz ediyoruz. Edremit’in ağası, tüm Egelilerin Ağabeyi.
Tanımayan, adını duymayan neredeyse yok. Çünkü, el uzatmadığı kimse kalmamıştı dense abartı olmaz…
Eli, gönlü ve kapısı ardına kadar açık, infak etmeyi rükün haline getiren abide bir şahsiyetti.
En büyük özelliği hamiyetperver olmak.
Verdikçe, yüce Mevlâ’nın kendi sermayesine bolluk ve bereket yağdırdığını görmüş, hayırsever nadide insan.
Bereketli geçen bu asırlık çınar Arif Ağabey, henüz 8 yaşındayken annesini kaybeder.
13 yaşına geldiğinde, ise babası ticari olarak iflasın eşiğine gelerek, tüm sermayesini sıfırlar ve her şeyini kaybeder.
Edremit pazarının olduğu bir çarşamba günü, baba Ali Efendi, bir dosttan yirmi lira borç alarak, genç Arif’e bir tezgâh alır.
Böylece pazarda limon, sebze ve meyve satmaya başlar.
Beş lira kâr ederek, yirmi liralık borç almış olduğu sermayesini yirmi beş liraya çıkarır.
Sonra da Mevlâ ‘Yürü ya kulum’ der, Edremit Ovası’nın engin ve zengin insanı Çağan.
O kârlı kazanç, hiçbir dönemde onu darda bırakmadı.
1942’de vatani görevini yapmak üzere askerliğe başladığı döneme kadar pazarcılık yapmaya devam eder.
Üç buçuk yıl boyunca izin kullanmadan Ankara’daki Reis-i Cumhur Muhafız Taburu’nda askerliğini tamamlar.
Kur’an okutmanın yasak olduğu dönemlerde o, İsmet İnönü’nün pencerelerine nazır, muhafız alayında bir askerden dini tedris alır.
Askerde, bir yıl kadar ayakkabı tamir işi de yaparak kendi geçimini sağlar. Hatta güvenilir olması sebebiyle kantinin işletmesini de ona verirler. Zarar eden askeri kantin kısa zamanda kara geçer.
Askerden sonra sebze, meyve ve bakkaliye toptancılığı ile uzun süre ticaretini devam ettirir.
Camide ibadet halindeyken yaptığı işlerin sürekli aklına gelerek kendisini Allah ile irtibattan alıkoyması sebebiyle işini değiştirmeyi kafaya koyar.
SARI HOCA MEHMET RUHİ EFENDİ’NİN ALTIN KIYMETİNDEKİ TAVSİYELERİ!
Söz konu adımı atmadan önce, her işini danıştığı ‘Sarı Hoca’ lakaplı Mehmet Ruhî Efendi ile istişare etmeye karar verir.
Ve Sarıhoca’ya giderek; “Hocam, ben bu işi bırakmak istiyorum” der.
Mehmet Ruhî Efendi, “Neden?” diye sorar:
“Rabbime tam ibadet etmek istiyorum.
Tam Allah’u Ekber deyip namaza durunca, şu bakkalın malı gitmemişti, bunun siparişi eksik kaldı, o parasını vermedi.
Sıkıntılı iş olduğu için çok üzülüyorum.” der.
Bunun üzerine Sarı Hoca’nın tavsiyesiyle zeytinyağı ticaretine başlar.
Bu arada Sarı Hoca, Arif Çağan’a ders niteliğinde şöyle tavsiyede bulunur: “Aza kanaat etmek, müşteriyi iyi tanımak, ona değer vermek ve saygı göstermek”
Bu prensiplere bağlı kalarak, taviz vermediği bu duruşu, çevresinin de çok dikkatini çeken ‘dürüst tüccar’ olarak tanınmaya başlar.
ÇAĞAN’IN TİCARİ AHLAKI VE ŞOK OLAN TÜCCAR!
Arif Ağabeyin, ticari ahlakını ve dürüstlüğünü dile getiren dostları hatırasını şöyle aktarırlar:
“Bir gün elli ton yağ teklifi alır.
‘Benim şu anda peşin param yok.
Bu kadar yağı alamam.’ der toptancıya.
Bunun üzerine toptancı vade teklifinde bulunur.
Hacı Çağan, teklifi kabul eder.
Peşin olarak litresi 4,95 liradan alınacak yağı, vadeyle 5 liraya alır.
Aradan 15 gün geçmeden yağın litresi 7 liraya fırlar.
Bunun üzerine Hacı Arif, 5 liradan aldığı elli ton yağı 7 liraya satar.
Ortada çok büyük kâr elde eder.
Litresini beş liradan aldığı tüccarı arayarak; ‘Gelin hesabımızı görelim.’ der.
Hesaplaşır ve borcunu öder.
Tam hesap kapandı derken adamları kollarından tutar ve: “Sizden 5 liraya yağ aldım ama o yağ kısa sürede 7 lira oldu. Sizinle bu kârı paylaşacağız” der.
Bunun üzerine malı satanlar büyük şaşkınlık yaşarlar.
Bu olay kısa zamanda duyulur, esnaf çevresinde.
Böylelikle herkes onun dürüstlüğüne inanır, ona güvenir, piyasada pek muteber biri olur.
Böyle bereketli ticaretle, 70’li yılların başında birikimi 11 kilo altını bulur.
Bir taraftan ticaretiyle insanları ahlaklı olmaya teşvik eden, örneklik teşkil eden Arif Ağabey, diğer taraftan ise Sarı Hoca ile hayır işlerinde koşturur.
Bilhassa Mehmet Ruhî Sarı Hocaefendi’ye karşı büyük hürmeti vardır.
Bu Hocaefendi, Balıkesir ve Kütahya’nın kazalarında vaazlar verir, irşatlarda bulunurdu.
Hacı Arif Çağan’ın yıllarca kullandığı ofisi.
HACI KEMAL ERİMEZ İLE İLK TANIŞMA!
Cami ve Kur’ân Kursları yaptırmak için kapı kapı dolaşan, zeytin ve zeytinyağı toplayıp inşaatlara katkıda bulunan Çağan, talebe yetiştirmek için seferber olur. Diğer taraftan da sürekli arayış halinde.
Bir keresinde İbrahim Hakkı Hazretleri’ni ziyaret için tüm aile fertlerini yanına alarak, Erzurum’a gider.
Hâlbuki aslı Erzurumlu olsa da, İbrahim Hakkı Hazretleri Tillo’da, şeyhi Fakirullah bulunduğu havalidedir.
Üzülür ve dönüşte, Aydın’a uğrar, o gece orada kalır.
Bir pideciye yemek ihtiyacında sonra parayı ödemek ister.
Ama önceden Hacı Kemal Erimez tarafından ödendiğini öğrenir.
Hacı Kemal Ağabey, bu nezih aileyi görünce, tanışmak için böyle bir misafirperverlik yapar.
Tanışırlar.
Sabahleyin de evine kahvaltıya davet eder.
Kahvaltıda kendisine Fethullah Gülen Hocaefendi’den bahseder.
Arif Ağabey de onu Edremit’e davet eder.
Böylece ilk irtibat sağlanır…
İlkin Sarı Hoca’nın tavsiyesiyle, Hocaefendi’ye yönelir.
Tanışma hikâyesinin serüveni şöyle:
1971’te Sarı Hocayla birlikte, Hocaefendinin vaazını dinler.
Vaaz veren hocayı çok sever ve 27 yıldır nasihatini dinlediği dostu Sarı Hocanın fikrini sorar: O; “Bu Hocaefendi’ninki Hakk vergisi. Bu zat, Allah’ın hoparlörü. Bundan ayrılma” der.
Ve Merhum Arif Çağan, İzmir Kestanepazarı Camii Vaizi, tahta kulübesinin sakini Hoca Efendinin müdavimi olur, onu hiç yalnız bırakmaz.
Yol arkadaşlığı böylelikle başlamış olur.
Bundan sonra maddî ve manevî bütün imkânlarıyla, evlatlarıyla bu yola revan olur.
Sonra da cömertlikte adeta günümüzün Hz. Ebu Bekir’leri ve Hz. Osman’ları gibi sürekli ‘veren el’ olur.
Hem de başkalarına örnek ve rehber olur.
Öşür, zekât ve sadakayı ermeyi unutabilen esnaf çevresine, ahaliye ihtarlarda bulunur.
Gevşeklik gösterenleri sık sık uyarır.
Cömertliğe ve infaka davet eden Çağan bir keresinde; “Allah, bunun on katını size verir. İsterseniz noterden bir anlaşma yapalım. Olmazsa ben tazmin edeceğim.” diyecek kadar engin bir imana sahipti.
Onun bu cesur tavrı, aşkı ve şevki pek çok insanı hayırseverliğe sevk eder.
Hacı Arif Çağan. Fethullah Gülen ile bir kamp programı sırasında.
BOZYAKA YURDU’NA İLK HARÇ
Günümüz Haramilerince işgal edilen Bozyaka Yurdu gibi; Ege bölgesine ruh kazandıran, cıvıl cıvıl gençlerin yetiştiği yurtların ağır aksak ilerleyen inşaatları, onun himmetiyle sıcak yuvalara dönüşür.
İzmir ve bölgenin o günkü problemi o himmetlerle çözülür.
O günlerin şahitlerinden, sürgün hayatını yaşayan Hacı Muammer bey;“ Sırtımla koca para çuvalları taşıdım!” der.
Parasızlık dönemlerinin cömerdi olur, altın birikimi hizmetler için kullanır.
Hizmetin maddi sıkıntılarını yüklenen Kazdağları gibidir Arif Çağan.
Sonra ticarete kaldığı yerden değil sıfırdan başlar.
İlerleyen yıllarda birikimi artmaya başlayınca yine altına çevirmiş; bu kez 13 kilo…
Yine ‘Allah için hepsini alın’ diyecek kadar, mert ve eli açık olur.
Bu arada, deniz kenarında bulunan büyük arazisi, 1980’li yıllarda yazlıklar yapılmaya başlanınca hayli kıymetlenir.
Payına 10 larla ifade edilen hatırı sayılır sayıda apartaman-villa düştüğü söylenir.
Gözünü kırpmadan hepsini vakfederek, öğrenci bursları ve yurtların ihtiyaçları için kullanır.
Böylece sermayeyi üç defa sıfırlar.
Vefat etmeden önce sadece oturduğu evi kalan Çağan; “Onu da ben göçtükten sonra hizmete verilsin’ diye vasiyet eder.
Bu hayırsever, geride mal mülk bırakmaz.
Merhumun bütün mal varlığı, hayır işleri ve talebe hizmetlerinde harcanır.
Kazdağları’nın yanıbaşında ikinci bir dağ olur, etekleri pek çok ihtiyaçlarının, hizmet erbabının sığınağı olur.
Edremit Mahkeme Camii’ne öğle veya ikindi namazlarında uğrayanlar, bu mütebessim ve nurlu yüzlü insanla buluşur hayır duasını hep alırdı.
YUSUF PEKMEZCİ AĞABEYİN’İN AĞZINDAN!
Yaklaşık bir yıldan bu yana, zalim bir iktidarın zulmüyle halen zindanda ve hürriyetinden olan İzmir’in kalender Ağabeylerinden Yusuf Pekmezci, 6 yıl önce Hacı Arif Çağan’ın vefatında, tabutunun başında şu cümlelerle son şahitlik eder:
“Bırakmış olduğu eserler namütenahi. Hacı Ağabeyi 1968’de tanıdım. Hocaefendi’nin yanına gelir giderdi.
Numune misaldi. Ülkemizin kalkınması, insanlarımızın yetişmesi için maddi ve manevi büyük destekler verdi.”
Bir başka şahitlik Kore Gazisinden gelir:
1963-64’te binbaşı rütbesindeyken, Hacı Arif Çağan’ı tanıdığını belirten emekli Albay Mehmet Zaman;
“Onunla köylere yardım götürürdük. Köy köy gezip insanlara yardım ederdik.
Allah rahmet eylesin. Çok fedakâr ve değerli bir insandı. Yeri doldurulamayacak birisi.”
ÜLKENİN TALİHSİZ KADERİ: ÇAĞAN DA, BUGÜN YAŞANAN GİBİ BİR ZORBALIĞA MARUZ KALDI!
Memleketin hayrı için, memleketin güzelliği için koşturanlar hep bedel ödemiş.
12 Eylül’de 38 gün askerî hapishanede kalır.
Burhaniye’de bir yakını, evinde Risale-i Nur ve Hocaefendi’nin vaaz kasetleri bulundurduğu için gözaltına alınır ve hapse düşer. Durumu öğrenen Hacı Arif, tutuklanan şahsın evine giderek, “Hacı amca hiç üzülme. Oğlun Allah yolunda bir sebepten dolayı hapse girdi. Keşke Allah bana nasip etse de ben girsem içeri böyle bir nedenden dolayı.” der.
Bu esnada Arif Ağabey’in yeğeninin dükkânına jandarma tarafından kaçak kahve sattığı gerekçesiyle baskına uğrar.
Kaçak kahve bulunamazsa da dükkânın bir köşesindeki koli, jandarmanın dikkatini çeker.
Kolide Risale-i Nur ve Hocaefendi’nin kasetleri bulunur.
Hacı Arif, Edremit’e döndüğünde jandarmalar onu aramaktadır.
Bunu öğrenen Hacı Arif hemen karakola gider ve o kolinin kendisine ait olduğunu söyler.
Polisler hemen kendisini tutuklar.
Dönem, darbe dönemidir.
Askeriyenin içinde bir koğuş boşaltılarak siyasi suçlular burada toplanır.
Onunla beraber 24 solcu öğretmen de hapiste bulunmaktadır.
Hepsiyle dost olur. Onlara ikramda bulunur.
Öyle bir dost olur ki, daha sonraları dışarda, çarşıda karşılaştıklarında, önlerini ilikleyecek şekilde kusur etmezler.
Bu arada Çağan, bir ara siyasete meyleder.
1957’de Demokrat Parti’den delege seçilir.
1970’lerde Adalet Partisi ve Milli Selamet Partisi’nden gelen teklifleri ise Fethullah Gülen Hocaefendi’nin; “Hacı ağabey, bizim partilerle ilişkimiz yok.” sözü üzerine siyasete yanaşmaz.
92 YAŞINDA SON GÖRÜŞME VE VEDA:
Eğitim gönüllüsü Hacı Arif Çağan 92 yaşında vefat etti.
Çağan, 2007’de Alzheimer hastalığı ilerlemeden yılların kader arkadaşı, kadim dostu Hocaefendi ile görüşür. Telefonda yılların hasretini nedeniyle, karşılıklı gözyaşı dökerler. Çağan telefonda; “Hocam, ben seni dünya gözü ile bir daha göremeyecek miyim?” diyerek, gözyaşlarını tutamaz.
İki dost, dakikalarca karşılıklı gözyaşı dökerler.
Hocaefendi, “Hacı abi, kader bizi buraya bağladı. İnşallah görüşme ahirette olur.” diyerek, bu görüşme ‘son görüş’ oluyor.
27 Mayıs’tan 28 Şubat’a, olağanüstü dönemlerin tanıklığını yapmış Arif Çağan.
Ancak hiç geri adım atmamış.
Böyle anlarda hep duaya sarılmış.
Allah yolunda çekilen sıkıntıları şeref kabul etmiş.
Zor dönemlerde, musibetin geldiği olağanüstü zamanlarda hep ‘dua edin’ tavsiyesinde bulunmuş çevresine.
“Cenab-ı Hak bir yol, selamet karşımıza çıkarır.” demiş.
Dilinde sürekli duaları, nadir dünya kelamı, öyle geçmiş son demleri…
Sebepsiz değil.
KEŞKE BÜTÜN HER ŞEYİ UNUTSAM”
Kendi arzusu, hep şöyle dua etmiş: ‘Bana unutkanlık ver, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek yaptığım hayır hasenatı ileride hatırlayıp da nefsime pay çıkarmayayım.’
Belli ki duası kabul olmuş.
Bir gün Hacı Arif Çağan, en yakınlarından biriyle Cami yolunda:
“Oğlum, bende unutkanlık başladı galiba.” diye konuşur.
Bunun üzerine yanındaki:
“Hacı abi, hizmete çok para verdin. Çok büyük fedakârlıklarda bulundun.
Yarın öbür gün bu hizmette bir arıza veya hata görürsün.
Düzelmesi için söylersin, karşılık bulmaz.
Şeytan senin sağından girer, ‘Ya sen bu hizmete bu kadar para verdin, sözün de geçmiyor artık’ deyiverir. O fedakârlıklara gölge düşürür.” der. Bu söz üzerine Çağan, dua yerine geçecek bir dilekte bulunur:
“Keşke her şeyi unutsam!”
Bunun üzerine adeta duası kabul olur. Vefat etmeden son üç yılında alzheimer ağır seyreder.
“Dünyaya nasıl geldiysem öyle gitmek istiyorum.” diyen Hacı Arif Çağan, yeni doğmuş bir bebek misali bir hafızayla bu dünyadan göçer gider.
Hayra adanmış bir ömrün hikâyesi…
Ömrünün son nefesine kadar, izzetle ve şerefle adımlar hayatı.
Nasıl geldiyse öyle göçüp gider bu fani ve fena dünyadan.
Edremit’te yüzlerce dönüm zeytinliği olan, kilolarla altına sahip bu hayırseverin dikili bir ağaç bırakmadan, dünyaya geldiği gibi de uğurlanır, Edremit’in dürüst esnafı, Arif Ağası ve Ege’nin ÇAĞAN Ağabeyi!
Ruhun şad, mekânın cennet olsun.