HAFTANIN YORUMU
Gergerlioğlu’nun ayakkabısı!
Gökhan öğretmenin gözlüğü!
Mustafa Komiserin plastik sandalyesi!
Ömer Faruk ve Ömer Muhtar..!
Kimi zalimlikler olur, olup bitenler gerçekten yürek yakıcıdır.
Acıdır, yaralayıcıdır.
Cereyan eden bu olayların öyle bir yerinde öyle bir görüntü, resim oluşur ki; şahit olunan, mıh gibi çakılır zihinlere.
O görüntü tarihin malıdır artık, nesiller boyu, kara bir dönem dile gelirken, o dönemi özetle anlatacak bir an-ı seyyaledir bu.
En son görüntü, abdest için çıkarılan çoraplarla görüntülenen bir çift ayakkabıdır.
O ayakkabıların sahibi, son birkaç yıldır, kara bir dönemi resmeden bir ressamdır, ismiyle müsemma, Ömerler’den bir Ömer, Ömer Gergerlioğlu’dur.
“Ben de Ali Şeriati’nin dediğini diyorum, ‘Sizi rahatsız etmeye geldim’”
Gergerlioğlu bu sözleri, ‘çıplak arama yoktur’ inkarını diline dolayan, yalan olduğunu bile bile bunu ahlaksızca dile getiren AKP’li Özlem Zengin’in yüzüne haykırmıştı.
Tüm yalancılara, memleketi yalanlarıyla, masallarıyla uyutanlara karşı bir haykırış ve bir meydan okumaydı.
Bu sözler, Millet Meclisi vasfını yitirmiş olan bir çatının altında yankılanıyordu.
FARELİ KÖYÜN KAVALCILARI!
Bir hukuksuzluğu, insanlık dışı bir uygulamayı yiğitçe dile getirdiği için rahatsız olmuşlardı, fareli köyün kavalcıları.
Pek çok zaman, o yalancı kavalcıların sözcülüğüne soyunan hanımefendi-beyefendi? Rahatsız olmuştu.
Öyle ya, devran onların devranıydı, atlarını istedikleri gibi oynatıyor, kavallarını gönüllerince üflüyorlardı.
Onların hayasız yüzlerine haykıran, mesleği elinden alınmış onurlu bir hekimdi.
Gururlu ve hakperest bir Milletvekili…
O her mağdurun yanı başında biter, mesleğine, meşrebine ve inancına bakmazdı.
Irk ve renk körü adeta!
Her dönemin mağdurunun sözcüsü olmuştu.
28 Şubat’ın da…
15 Temmuz’un da…
Nerede zalim elinde inleyenler, orada Ömer Faruk Gergerlioğlu.
Dr. Ömer Faruk, dilsiz şeytan olmadığı için, terörist damgası yedi, yaftayı utanmadan yapıştırdı hayasız hanımefendi.
Şeytanlaştırmayı çok iyi biliyorlardı.
Çünkü bu işi, son birkaç yıldır ustalıkla yapıyorlardı, baş ustalarıyla beraber.
Önce hedefe koy, şeytanlaştır, sonra cellat zırhına bürün siyaseti.
Ama onurlu Doktoru susturamadılar.
Susturamayacaklar.
Susmayınca, fareli köyün yalancı kavalcıları, zıvanadan çıktı.
Ağaç kabuğu yemeye terk edilen binler, KHKlı’yı sordu, durmaksızın.
Sır olan vatandaşları, 90’lı yılların toroslarının yerini alan siyah transportırları gündeme taşıdı.
Ülkenin geleceği gencecik yavrularımızı çırılçıplak soyup, otur kalk yaptıran din, iman, namus bilmezleri o ifşa etti.
Onunla bildi geniş halk kitleleri…
Bebekli annelerin doğumhane kapılarından alınışını ondan öğrendik, o haykırdı ilkin bu zâlimliği tüm ülkeye.
Zindanlarda ölüme terk edilenler onunla taşındı dünya kamuoyuna.
Tacizlere, işkencelere isyan etti, dur durak bilmeden.
Plastik sandalyede hayatını kaybeden komiser Mustafa’yı ve ona yapılan gaddarlığın detayını onunla bildik önce.
Kapkara bir dönemin karanlık fotoğrafı onunla iyice gün yüzüne çıktı.
Susmadı, yılmadı.
KHKlılar’ın Ömer’iydi o.
Nasıl sessiz kalabilirdi ki; Milletvekili Gergerlioğlu, bu soykırıma?
Zâlimlerin ipliğini tek tek pazara çıkardı.
Belli ki birileri, çok rahatsız olmuştu bu halden.
O, sessizliğe bürünüp, pek dolgun vekil maaşıyla gününü gün edebilir, keyfine bakabilirdi.
Yarın Hakk’ın divanı var deyip, buna tenezzül etmedi.
KHKlı’nın nefesi oldu, çeşitli yollarla paylaştı sıkıntılı durumları.
Yokluğa, yoksunluğa, ölüme terk edilenlerin, sesi, dili ve tercümanı oldu.
İşinden olan mazlumlara aş buldu, iş kapısı buldu.
YILANIN BİLE ISIRMADIĞI, SABAH VAKTİNİ KOLLADILAR:
Kapkara dönemin aktörleri, kapkara ruhluları el ele vererek hukuksuz ve kanunsuzca vekilliğini düşürdüler, Doktor Ömer’in.
Zorbalığı, keyfiliği sanat haline getirenler, karga tulumba çıkarmaya çalıştılar.
Meclis Genel Kurulu’nda yükselen sesi, dünyanın her tarafında yankı buldu.
Yılmadı, korkmadı…
Bu adaletsizliğin nöbetini tutmaya başladı.
Yürekli insan, korkanların, korkuları kâbusa dönenlerin baş ucundaydı bir kez.
Ferman buyurdular, zulüm çarkının çarkçıbaşları, bir kişi için tam 100 polis seferber olmuştu.
Nasıl bir korkuydu bu, ne kadar da korkmuşlardı çarkçıbaşları…
Öyle bir vakit kolladılar ki, yılanın bile ısırmadığı bir seher vaktini kolladılar.
Namazını edâ etmesine bile izin vermediler.
Sahur vaktini kollayıp, mukaddes vakitleri kirletenler bu kez yine işbaşındaydı.
Dün, hırsızları ortaya çıkaran polislere sahur yaptırmadılar, bugün hırsız diye haykırana namaz kıldırmadılar.
Namaz bir yana, bu nazik ve nezih insanı tartakladı rejimin polisleri!
Ömrünü bu zulümlerle, mücadele etmekle geçiren Kürt siyasetinin duayen ismi Ahmet Türk’ün, Adalet nöbetinde Gergerlioğlu’nu ziyareti sırasında dediği gibi;
“Batı cephesinde değişen hiç bir şey yok…”
Aradan geçen 30 yıl, hiçbir şeyi değiştirememişti.
Oğul bina okumuş, dönmüş okumuş, şimdi tekrar okuyordu.
DEP milletvekilleri Meclis’ten yaka paça atılmış, memleket zindanlarına taşınmışlardı.
Ne acı ki, kötülerin ve vasıfsızların egemen olduğu bir evrende yaşıyoruz.
Barış yanlısı olmak, insanlıktan yana tavır almak suç! oldu memlekette.
FAŞİST MUSSOLİNİ’NİN ASKERLERİ VE TÜRK POLİSİ FARKI!
Meclis baskınından kalan da, Gergerlioğlu’nun Meclis’teki ayakkabı ve elbiselerinin görüntüsü oldu.
Kapkara bir dönemi dile getirecek bir fotoğraf daha kazındı, zihinlere ve kara sayfalara…
İşkenceyle öldürülen Gökhan öğretmenin, kırık gözlükleri gibi…
Plastik sandalyede ölen, Komiser Mustafa’nın yürek yakan tablosu gibi…
Tüm bunlar bir soykırımın zihne çakılan fotoğrafları.
Biri bu asrın Ömer Faruk’u, diğeri geçen asrın Ömer Muhtar’ı…
İki görüntü yan yana gelince daha manidar iç burkucu.
Abdest, namaz ve etrafı kuşatan cellatlar derken, akıllara Ömer Muhtar geldi.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim:
Faşist Mussolini’nin askerleri bile bugünkü, siyasal İslamcılar ve onun polislerinden daha merhametliydi.
Haksız mıyım?
Libya’yı işgal eden İtalyan askerleri bile daha insancıl(!) davrandılar, Ömer Muhtar’a.
İzin istedi, izin verdiler, namazını edâ etti.
Son sözünü söyledi.
Sözümona Müslümanlar ve bir İslam ülkesindekiler milletin vekiline, abdest aldırmadılar, namaz kıldırmadılar, elbisesini giymeye müsaade etmediler, millete son sözünü söylemesine fırsat vermediler.
Çok gördüler.
İçte ve dışta hazin tablo.
Memleketin perişan haline, eserleriyle iftihar edebilirler:
Birleşmiş Milletlerin önceki gün açıkladığı “Dünya mutluluk” raporunda ilk 20 ülkenin içinde tek bir Müslüman ülke yok.
Dünyanın kıskandığı (!) Türkiye ise;149 ülke arsında 104. sırada ve nal topluyor.
BEDİÜZZAMAN’IN ÜÇ TESPİTİ
En büyük düşmanlarımızı sıralarken, cehaleti vurgulayan Büyük Bilge Üstad Bediüzzaman, ne kadar da haklı.
Cehalet, zaruret ve ihtilâfın ‘en büyük düşman’ları arasında sayılması tesadüf değil.
Bunlar hem cahil, hem de cehl-i mürekkep, bilmediklerini de bilmiyorlar.
Sağırlar, dilsizler, Allah kalplerini mühürlemiş.
Güzel Rabbim, daha nasıl belalarını versin?
Tüm bunlar Kürd’ün, Türk’ün, Arab’ın, Acem’in güzel günü olan Nevruz Bayramı’nın ilk günü 21 Mart’ta oluyor.
Türk’ün de Kürd’ün de hayatını ve bayramını zehir ettiler.
Yuh olsun size.
Utanç duyuyoruz sizden.
KHKlı’ların Ömer Faruk Gergerlioğlu, sizi rahatsız etti değil mi? Fareli köyün kavalcıları! e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au