ENES CANSEVER-SYDNEY
Merkezi Sydney’de bulunan İnsan Hakları Derneği, Advocates For Dignity (AFD)’nin gelenksel Online programına konuk olan HDP Kocaeli Milletvekili ve Aktivist Ömer Faruk Gergerlioğlu, bir saaten fazla süren programında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Soru-cevap şeklinde gerçekleşen ve yaklaşık bin kişinin online üzerinden izlediği sohbette Gergerlioğlu, cezaevi süreci ve karşılaştığı hukuksuzluklara, AKP rejiminin devam ettirdiği zulümlere ve ülkesinde sürgün olan binlerce insanın yurtdışındaki durumlarına dikkat çekti.
İşte Gergerlioğlu’nun sorulara verdiği cevaplar:
Sayın vekilim öncelikle bir kez daha geçmiş olsun. Cezaevinden çıktınız. Dört duvar arasında 3 ay geçti. Ömrünüzün büyük çoğunluğunda, hiçbir ayrım yapmaksızın bütün mağdurların yanında oluyorsunuz. Bunun da bedelini ödüyorsunuz. İnsan hakları aktivisti olarak çok zorlu bir yolu seçtiniz. Bu mücadeleye ne zaman başladınız?
Gözlerimi mücadele eden bir babanın evinde açtım. Rahmetli babam İslami yapısı nedeniyle, memurken birçok sürgüne uğradı, ötekileştirilen bir insandı. Annemin ve kardeşlerimin başörtüsü, babamın namaz kılması gibi nedenlerden dolayı, gözlerimizi açtığımızda, ötekileştirilen bir aile idik. Yanlış algılanan, laiklik yüzünden birçok zulme uğramış bir babanın evladı olarak dünyaya geldim. Ve haksızlıklara karşı elimizden geldiğince karşı durmaya çalıştık. Bizim ilk gördüğümüz yanlışlık, devlet tarafından dindar insanlara uygulanan zulümdü. 1970 ve 1980’lerde bu tür uygulamaları görmeye başladım açıkçası.
7 kardeşten dördümüz, imam hatip mezunuyuz. İHL’nin olmadığı yerlere babamı sürgün ederlerdi. Bir sürü hikâyeyi yaşadık. İslami camiaya, başörtüsü ve İmam Hatip Liseleri’ne yönelik engellemelerle uğraş derken, böyle bir mücadelenin içerisinde kendimizi bulduk. Tabi ki, sadece muhafazakâr camialar değil, ülkede Aleviler, Kürtler, Sol Camia kısacası her farklı kesimin haksızlığa uğradığını gördük.
Uyduruk bir geçeyle Milletvekilliğiniz düşürüldü ve zindana atıldınız!
Evet. Mazlumderin ilk kurulduğundan beri birçok insan hakları ihlaline karşı duyarlı ve takip ediyordum. Önce Mazlumder Kocaeli Şube Başkanı ardından Genel Başkanı oldum. Dünya insan hakları raporlarıyla tanıştık, Türkiye’de raporlar hazırladık. Hiçbir ayrım yapmadan, sonuna kadar devam ettik.
Daha sonra, KHK’lara karşı, Kürt meselesinde, Uygurlara karşı yapılan soykırıma karşı mücadele ettik.Ermeni ve Alevilere karşı yapılan haksızlıklara, işkencelere, insan kaçırmalara, çıplak aramalara ve benzeri birçok ihlale karşı mücadele edince de bizi cezalandırdılar. Uyduruk bir cezalandırmayla vekilliğimizi düşürüp zindana attılar. Ama bütün bunlar boşunaydı. Çünkü biz halkın kalbinde de gönlünde de yer ettiğimizi biliyorduk. Hukuka ve anayasaya aykırı işler yapıldığını biliyorduk.
Manen vekil olduğumuzu düşünerek, savunuculuğumuzu zindanda da yaptık. Ve bunun bir fetret devri olduğunu o dönemde de söyledim. Hiçbir zaman içinde geri adım atmadım, boyun eğmedim.İnsan hakları savunuculuğu basit ve bir ideoloji değil.Bir gün birini sevindirebilirsiniz, ertesi gün o kişiyi üzebilirsiniz. Ama sonunda halkın ve Hakk’ın takdirini kazanmış olursunuz. Bu da bizim için çok önemli. Çünkü geçici olana değil, kalıcı olana talip olmaya çalışıyoruz.
Mazluma kimliği sorulmaz dedik. Bir siyasi kimliğim yoktu. Ardından da HDP’den üyeliğim olmadığı halde, Kocaeli 1.sıradan teklif geldi kabul ettim ve Milletvekili seçildim. Sivil toplumda düşündüğümü, siyasette de yapabileceğimi düşündüm ve siyasete girdim.
Bilhassa 28 Şubat’ta zulüm yaşayanların da hak ve hukuk mücadelesini verdiğiniz “mağdurlar” şimdi mağrur bir şekilde ve sistematik olarak size zulüm ediyorlar, bunu neye bağlıyorsunuz?
Söylediğim gibi çocukluktan itibaren mağdurdum. 28 Şubat ben de mağdurdum ve bunların zirvelerini yaşadım. Eşim, çocuklarım kardeşlerim de başörtü problemini yaşadı. Başkası özgür olmadan, özgür olamayız diyordu o günkü duyarlı bazı insanlar. Ama onların bir kısmı iktidara geldi ve o gün zulmedenler gibi devleti ele geçirip bu sefer herkese zulmetmeye başladılar.
Maalesef ki, bu imtihanı çok ağır bir şekilde kaybettiler. Hem kendilerine büyük zarar veriyorlar hem de istismar ettikleri dine. Toplumun ekonomisine, sosyolojisine büyük zarar veriyorlar. Türkiye’yi yağma ve talan edip, bir gün bu iktidardan uzaklaşacaklar ama geride kalan büyük bir enkaz ve yıkım olacak maalesef. Buda mağdur ve ağlayanların eliyle olacak.
DEVLET ZORBALIĞIYLA EVİMDEN ÇIKARILIRKEN, ‘BU HİKÂYE BURADA BİTMEZ’ İFADESİNİ MİLYONLAR ADINA SÖYLEDİM
Meclisten ve evinizden tartaklanarak cezaevine götürülürken haykırarak; “Bu hikaye burada bitmez” demiştiniz.
Birçok ihlali gündeme getirdiğimden çok mağdur edildim. İnanılmaz bir devlet gücüyle, zorbalığıyla, hilekârlığıyla karşı karşıya kaldım ve bana her türlü haksızlığı yaptılar. Mücadelenin sürekliliğine inanıyorum. Dikenli bir yolda yürümektir. Doğru işler yapmaya çalışıyorsanız, sonucunda da tarih ve toplum hakkınızı size iade eder.
Kötüler tarihte kötü olarak anılır. Bugün, dünün mağrurları, firavunları hiçbir zaman için iyi olarak anılmazlar. Doğru yolda mücadele edenler, binlerce yıl unutulmaz. Onlar tarihin kahramanlarıdır. Ezilenlerin, ötekileştirilenlerin doğru işler yaptıkları için mağdur edildiğini biliyordum. Takdir-i İlahi gerçekleşir ve iyiler yenilmez diye düşünerek, mücadelenin de buralara varacağını düşünüyordum.
Ama sadece bana yapılmadı ki! Yüzbinlere milyonlara yapıldı. İşinden atılanlara, ötekileştirilenlere, Kürtlere, Alevilere, Sol camiadan herkese yapıldı.Sonuçta bu da, KHK’lının başarısı ve Kürt meselesinde adil ve eşitlikçi barışı isteyen milyonların başarısı oldu.
Sizce “bu hikâye” geçici kötülükten medet umanların zaferiyle mi, yoksa mağdurların hakkına kavuşanların sevinciyle mi sonuçlanır?
Evimden çıkarken anahtar bir cümle söylemiştim. İnsan hakları mücadelesini uyduruk bir şekilde vekilliğimizi düşürerek, evinden darp ederek, zindana atarak bitirebileceklerini zannettiler. Bu şekilde birilerinin idealini, davasını bitirebileceklerini düşündüler. Boyun eğmedim, milyonlar boyun eğmez. Yaptığınız boşunadır demek için özellikle ‘bu hikâye burada bitmez’ cümlesini söyledim. Ve o sırada, bir devlet gücü zorbalığıyla karşı karşıyaydım. Ailemin, çoluk çocuğumun gözü önünde ve tabi milyonların gözü önünde o görüntülerin Türkiye’ye yayılmasıyla evimden darp edilerek, ayakkabımın diğer tekini giyemeden çıkarılmıştım.
Her türlü kötü muameleye uğramıştım ama biliyordum ki, doğru duvar yıkılmaz. Verdiğim mücadele, milyonların verdiği mücadele doğru bir mücadeledir. Karşımızda, kötüler vardır ve o yüzden hukukun, demokrasinin kazanması yönünde bir basamak olarak gördüm. Madden kaybetsem de mânen kazandığımı biliyorum. Yani Hz. Yusuf gibi zindanlara atılsak ta, mânen kazandığımızı bilerek o zindanlara girdik. Orası bizim için bir Medrese-i Yusufiye oldu. Orada da Hz Yusuf’u düşündüm. Ve kendime, sen Hz. Yusuf’tan iyi misin ki, senden kat kat üstün olan insanlar girdi. Bu bir imtihandır. Madden, yenilmiş gibi görünüyorsun, ama mânen kazandın. Bütün bunlardan dolayı evden çıkarken söylediğim “Bu hikâye burada bitmez” sözü hakikaten gerçekleşti. Bunu sadece kendim adına değil, milyonlar adına söylemiş oldum.
GÖKHAN ÖĞRETMENE YAPILAN, KORKUNÇ BİR İNSANLIK SUÇUDUR
AKP rejiminin, işkenceyle öldürdüğü Gökhan Açıkkollu’nun vefatının 5. yılı geride kaldı. Kadir Topbaş; hainler mezarlığına defnedilsin diye mezar yeri ayırdı, cenaze aracı vermedi. Devlet, vefatından 1,5 yıl sonra görevine iade etti, masum olduğunu söyledi. Benzer vakıalar çok. Neler söylemek ister siniz?
Darbenin olduğu günlerde aktivist olarak, İMC TV’de bu konuları konuşuyorduk.Böyle ‘gözaltında öldürülüp, sonra hainler mezarlığına gömülmek istenen insanlarla başlıyorsa, OHAL büyük felaketle sonuçlanır’ demiştim. Yani, yargısız infazlarla böylesine korkunç bir soykırım, anlayışıyla başlıyorsa bunun sonu felakettir demiştim. Gökhan Açıkkollu bir yargısız infaza kurban gitti. Daha yargılanmadan terörist ilan edildi. Gözaltındaki kötü muameleler sonucu, otopsi raporlarına yansıyan şekilde beyin kanaması geçirdi, şekeri yükseldi şeker ilaçlarını alamadı ve bir hücrede hayatını kaybetti. Güya, dünyada zulme uğramış, birde öte dünyasında onu mahkûm etmeye çalıştılar. Korkunç bir insanlık suçuydu. O dönemler biz hemen buna itiraz etmiştik.
O dönemler kimse ağzını açamıyorken, anında itiraz etmiştik. Hemen itiraz edip lanetlemiştik yapılanı. Ve maalesef öyle oldu. Çok çarpıcı bir olaydı. Hainler mezarlığına gömülmedi evet ailesi onu, köyde gömdü ama toprağın altına girene kadar o cenaze ne çileler çekti.
3-5 kişinin katıldığı bir cenaze namazıyla toprağa verildi. Çok çok trajik ve üzücü bir hadiseydi. Unutamayacağımız bir zulümdür. Ve Türkiye cumhuriyeti tarihinin maalesef ki çok üzücü hadiselerinden biriydi. Yani yöneticilerin ne kadar zalimleşebileceğine dair çok çarpıcı bir örnektir. Yine eski HDP milletvekilimiz Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine katılmasına izin verilmemişti. Irkçı bir grup, mezarında rahat bırakmadı, ceset tekrar oradan çıkartılıp, götürüldü. Maalesef ki devlet ve toplum nezdinde, böylesine korkunç olayların yaşanabildiği bir ülkedeyiz.
HAKKI VE HUKUKU SÖYLEDİĞİM İÇİN ÜÇÜNÇÜ KEZ İHRAÇ EDİLDİM
Önemli bir mücadele veriyorsunuz. Cezaevi sürecinizde hiç pişmanlık duyup, ‘Bu mücadeleyi yapmasaydım, TBMM’deki diğer vekiller gibi maaşımı alıp işime bakayım’ diye düşündünüz mü?
27 yıllık uzman doktorluk mesleğimden ihraç edildim. İlk ihracım değil, yıllar önce Akit Gazetesi’ni eleştiren makale yazdığım için, o gazeteden ihraç edilmiştim. Hakkı ve hukuku söylediğimiz için bol bol ihraç edilen sonunda da Meclis’ten ihraç edilip, zindana konulmuş bir insanım. Yani ilk değil. Doğru işler yaptığımı düşününce, maddi kayıplardan rahatsız olmuyorum. Kürt meselesinde barış istemek kötü bir şey mi?
Doğru bir şey söyledim, çılgın bir iktidar beni mesleğimden attı. Ama aradan beş yıl geçti mesleğim ve vekilliğim elimden alındı, zindana atıldım, sonunda da, bir mahkeme çıkıp bunun yanlış olduğunu söyledi. Sonunda haklı çıkıyorsunuz. İşin doğrusuda bu, milyonlara örnek olacak bir hikâye.
ZİNDANDA, HZ. YUSUF’UN VE YUNUS’UN HAYATINI TEKRAR TEKRAR OKUDUM, TEFEKKÜR ETTİM.
Size bu kadar sinerji veren ne oldu?
Bir takım zorba güçler zindana attı. Ama ben doğru işler yaptığım için zindandayım. Aileme de bunu söyledim. Sakın, bir gün bile yüzünüz düşmesin, üzülmeyin alnınız ak, başınız dik olsun. Kendinizi mahpus eşi ve çocuğu gibi hissetmeyin. Dimdik girdim ve dimdik çıktım.
Bunun bir fetret dönemi olduğunu düşünerek işimi yaptım. Gelen yüzlerce mektupta çok dua aldığımı sevgi ve destek yağmuru altında olduğumu hissettim. Yaptığımdan pişmanlık yerine içimden; yarabbi dedim, keşke daha fazla işler yapsaydım. Şehitlerin, cennette “keşke daha fazlasını yapsaydım” demesi gibi. Açıkçası, daha fazla iş yapmadığıma pişmanım. Cezaevi şartları nedeniyle madden sıkıntı yaşasam da, ruhen güçlüydüm ve hâlâ güçlü bir Vekil ve İnsan Hakları Savunuculuğu yapma azmi içerisindeyim.
Hapishanede kötü muameleye maruz kaldınız mı?
Hapishanede gardiyanların eşliğinde bir mahkûmsunuz. Mahkûm; beşinci sınıf bir insan, size o şekilde, konuşma üslubu ve muamele yapılıyor.
Birçok hak gaspı yaşadık, kitap ve giysi dışında hediye kabul edilemez dendi. Moral için gönderilen birçok hediye verilmedi. Birçok mektubun gelişi ve gidişi engellendi. Bunlarla mücadeleyi de hep hukuki zeminde yaptım. Onun dışında çok özel bir kötü muameleye uğramadım.
Cezaevlerinde çıplak aramayı siz gündeme getirmiştiniz, böyle bir şeyle karşılaştınız mı?
Cezaevine gireceğimden, bu tedirginliği yaşıyordum. Çıplak arama yok diye inkar ettikleri uygulama verilen kitapçıkta yazıyordu. Bunu gündeme getiren birine aynı uygulamayı yaparak daha rezil olmak istemediler. Ayrıca, dört duvar arasındasınız, diğer mahpuslarla sohbet hakkı gasp edilmiş. Pandemi bahanesiyle, açık ve kapalı görüşler azaltılmış, her hakkınız elinizden alınıyor kısacası.
İzmir’de HDP’ye yönelik saldırıda Deniz Poyraz katledildi.
IRKÇILIK NEDENiYLE TÜRKİYE DİKEN ÜSTÜNDE
Irkçılık sürekli pompalanıyor. Başta İzmir ve Konya’da Kürt kökenli vatandaşlarımıza yapılan ırkçı saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ülkede insan hakları alanında da bir yangın var. Coğrafi anlamda da bir başka yangın var. Maddi ve manevi açıdan Türkiye yanıyor. Evet, bu yaz orman yangınları artıyor, bunlar doğal nedenlerden dolayı oluyor. Ama bir de etnik ve dini ayrımcılıklardan dolayı ülkemiz yanıyor. Olayın nedeni; devlet ayrımcılık yapmak istedikleri grupları aşağılamaya, dışlamaya ve üstünde tepinmeye başladığı anda büyük problem oluyor. Sadece Kürtler, Aleviler, solcular değil ki! Devlet başörtülüye zulmetmeye başladığında, başörtüsü meselesi çıkıyor. Bir takım nedenlerden dolayı KHK ile yüzbinlerce insanı ihraç ediyor, KHK sorunu ortaya çıkıyor. Çözmezse, bu sorun yıllarca kalır bu ülkenin topraklarında. Sorunları çözmezseniz, sorunlar sinir ucu haline gelir ve alevlenir. Yani dokunduğunuz anda ülke zıplar. Kürt meselesinde ayrımcılık düşünceleri varsa, bu toplumda çatışmalar yaşanıyor demek. Batı ve Karadeniz’in köylerine asker cenazeleri gidiyorsa, diğer taraftan Kürt vatandaşlar kendilerine ayrımcılık yapıldığını kültürlerini, dillerini yaşayamadıklarını düşünüyorlarsa, bu ülkede bir sorun var demektir. Dinci, milliyetçi bir ittifakla maalesef ki hem dini açıdan, hem de etnik açıdan büyük ayrımcılıklara ulaşılmıştır. Bugün Aleviler, Kürtler , KHK’lılar kendilerini mutsuz hissetmekte. Ve ne yazık ki, en ufak bir adli olayda bile mesele anında etnik bir noktaya, Kürt-Türk meselesine dönüşebiliyor.
Türkiye’nin her bir tarafı yanıyor. İktidar bunu PKK’ye bağlamak istedi. Ülkenin her tarafını gezen birisi olarak, olayların perde arkasını nasıl görüyorsunuz?
Birileri hâlâ orman yangınları nedeniyle, iktidarlarını sürdürmek için linç kültürüne sığınıyor. Yani örgüt buraları yakmış, demek ki bunun suçlusu Kürtlerdir. Akdeniz’e, Ege’ye gelen Kürtler, bu işin faili olabilir, denerek, yolları kesilip arabalardaki insanlardan kimlik soruyorlar. Diyarbakırlı mı? Şırnaklı mı?Gel bakalım seni bir sopalayalım da aklın başına gelsin.
Bakın insanlar böyle bir zihniyetle yol kesebiliyor. Sonra da ortaya çıkıyor ki, örgüt falan değil. 2019’a ait bir görüntüymüş. Ülkede topraklar, ağaçlar, bitkiler, canlılar yanıyor birtek onlar yanmıyor, mânen de insan hakları yangınları devam ediyor.
Son gelişmeler çerçevesinde HDP eski Eş Genel Başkanı sayın Selahattin Demirtaş veya diğer siyasi tutuklu Milletvekilleriyle görüşebiliyor musunuz?
Cezaevine girdiğimde tüm vekil arkadaşlarım bana mektup yolladı. Sayın Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer arkadaşlar, moral için destek mesajı yolladılar. Sayın Demirtaş’ın, Diyarbakır’daki evine, bir destek ziyaretinde bulundum. Çünkü insan mahpus olduğu zaman daha iyi anlıyor ailesinin durumunu. Bu tür destekler çok çok önemli ve değerli. Selamlarımızı ilettik, bu tür iletişimleri elimizden geldiği kadar devam ettirmeye çalışıyoruz. Onlarda sağ olsunlar mektuplarında, bizim direnişimizi selamladılar, çok değerli bulduklarını söylediler. Özellikle şunun altını çizdiler, sadece Kürt meselesinde değil, her farklı camia ve kesime yapılan haksızlıklara karşı ilkeli duruşumdan dolayı, tebrik ettiler.
ZULME UĞRAYANLARA KARŞI DUYARSIZ KALMADIM. ÇOĞUNUN, GÖZYAŞLARINA EŞLİK ETTİM, AĞLADIM!
Zulme uğradığı için ülkesini terk etmek zorunda kalanlara, yaşadıkları yerlerde de aktif ve etkili bir insan hakları mücadelesi için tavsiyeleriniz nelerdir?
Yurt dışına çıkmış dünyayı tanımış insanlarımız da, sanırım biraz daha ufukları perspektifleri genişlemiştir. Şahsen bunları önemli bulurum. İnsan değişimi sürekli yaşamalı, hayatımda hep fayda gördüm. Bir çok sürgün yaşadık. Bir ilden, bir ile gittik. Bize zulüm olsun diye yapıldı ama yarar olarak geri döndü. Her gittiğimiz yerlerde yeni arkadaşlar edindik, yeni şeyler öğrendik. İnsanın, ufkunu genişletmesi gerekiyor. At gözlüğü çıkarması, insani ve vicdanı bir gözle bakması lazım. Açıkçası cezaevinde çok düşündüm. Türkiye’nin dini, milli, siyasi, etnik, iktisadi sorunlarını, kendi açımızdan değil, vicdani açıdan bir eksenden bakabilirsek, çözüm bulabiliriz. O yüzden dünya insanlarına vicdani bir bakış açısını öneriyorum.
Bu tür daraltıcı bakış açılarından grupsal, milli, dini, mezhebi, siyasi açılardan kendilerini kurtarsınlar. Zulümlere, dini ve milli açıdan değil, insani ve vicdanı açıdan bakılmalı. Bu zemin en garantili en doğru yol aslında. Çünkü insanı yanlışlarından da kurtarabiliyor, güzel özeleştireler yaptırabiliyor. İnsana yanlışlıkları noktasında mazeretler sunmuyor. Vicdan sızısı hissettirmek lazım. İnsan kendi hataları yahut da insan hataları konusunda vicdanını devreye koymalı. Bunları yapabilirsek sanırım iyi bir insan hakları savunucusu olabiliriz. Kriterler bunlar olduğu takdirde zamanla yani en basit olayda bile doğru bir zeminde kararlar alabiliriz, diye düşünüyorum.
Hizmet Hareketi mensuplarının haklarını da yüksek sesle savundunuz ve savunmaya devam ettiniz. Bu sırada sizi en çok etkileyen olay ne oldu?
Biz insan hakları alanında çalışmalarımızda mağduriyetlerin çok büyük olduğunu gördük. Binlerce insanın meselesiyle uğraştım. Bana başvuranlara, sen kimsin, necisin, hangi grup ve mezheptensin demedim kesinlikle. Mağduriyetle ilgilendik. Bu süreçte, en çok üzüldüğümüz olaylardan biri; Sevgi Balcı hemşirenin intiharıydı. Hiç unutmam, benim için unutulmaz bir acıydı. 8.5 aylık bir bebeği olmasına rağmen KHK ile ihraç edilmiş, Gülen Gurubu’na ait olması suçlamasıyla ihraç edilmiş bir hemşire hanımdı. Isparta Keçiborlu’daydı ve evinde intihar etmişti. Dehşet verici bir haldi gerçekten. OHAL döneminin unutulmaz isimlerinden birisi olmuş çok üzücüydü. Yine mecliste konuk ettiğim Ahmet Burhan Ataç. Hepimizin tanıdığı o tatlı çocuk, kanser hastası, babasından ayrı. Meclisteki basın toplantımda ilk ben duyurmuştum. Unutamayacağım bir isimdi. Ege’de Meriç’te hayatını kaybedenleri hemen hemen ilk ben kamuoyuna duyurmuş ve takiplerini yapmıştım. Yine Meriç’te, Hatice Akçabay’ı, üç çocuğuyla boğularak hayatını kaybetmişti. Yakınıyla karşılaştım. Bunlar unutulmaz hadiseler tabi ki. Takip ettiğim her bir isim ve acı unutulmaz vakalardı. Böyle binlerce vaka oldu işin doğrusu. Her birini OHAL döneminde yakinen takip etmeye çalıştım. Duyarlı bir insan olarak, bir şeyi duyunca hemen geçiştirmekle kalmıyorum. Araştırdım, telefonlarını buldum daha vekil değilken, onlara ulaştım, acılarını paylaştım. Kimi zaman telefonda konuşurken o insanlar dertlerini anlatırken, ben de sessizce ağladım, o insanların gözyaşlarına eşlik ettim. Yani gerçekten çok üzücü şeyleri yaşadık, büyük bir travma yaşandı. Özellikle son 5 yıldır. Maalesef ülke içinde, cezaevinde ve dünyanın dört bir tarafında çok ağır bir mağduriyetle karşı karşıyayız. Yüzbinlerce insan mağdur.
“Zindanda özgürleşmek” makaleniz yayınlanmıştı. Gerçekten çok etkileyiciydi.
Aslında eli kalem tutan bir insanım, yazı yazan, şiir kabiliyeti olan bir kişiyim. Tabi insan zindana girince oradaki o yalnızlık ve kendini dinleme ortamında şiire geri dönüyor. Cezaevinde özellikle de yalnız kaldım kitap okuma, yazma, çizme, şiir kitap çalışması yapma anlamında bir isteğim vardı. O yüzden 96 gün boyunca koğuşta yalnızdım. Bu süreçte, onüç şiir, birçok makale ve kitap çalışmaları yaptım. Otuzbeş kitap okudum. Zindanda hakikaten özgürleştiğimi hissettim. Mesela Hz.Yusuf’un hayatını tekrar Kur’an-ı Kerim’den inceledim, o ayeti kerimeleri tekrar tefekkür ettim. Ashab-ı Kehf’in halini tekrar okudum, tefekkür ettim. Uzun uzun düşündüm. İnsan İdeallerinin peşinde koşuyorsa, zindanda bile olsa özgürdür. Onun için bir imtihandır, bir medresedir, bir okuldur. Bir Yusuf, bir Yunus okulunda olduğumu düşünerek tefekkür ettim.
Dışarıda Sedat Pekerler, çirkin ilişkiler gırla gidiyor. Ruhsar Pekcan’lar, kayıp 128 milyarlar, onbin dolar alan siyasetçiler. Çöpe dönmüş bir siyasi iklim, korkunç bir hal. Kendi kendime şöyle dedim; ‘Siz dışardasınız ama mafyatik ilişkiler, hırs, gurur, kibir, intikam ve benzeri duygular içindesiniz, asıl siz zindandasınız. Bununla ilgili bir makale yazdım ve hakikaten de üzerinde düşünülmesini istedim. Birileri, bizi zindana atarak susturacaklarını zannediyorlardı ama yanıldılar. Bundan dolayı da, Devlet Bahçeli, üç kez açıklama yaptı. Hakaret, küfürler dolu açıklamalar yaptı. Tabi biz aynı üslupla karşılık vermiyoruz. Hepsi mahkemelerde hesap verecek. Dışarıda o kirli cehennem gibi dünyalarında daha da diplere inmiş durumdalar.ZAMAN-Avustralya