Neden 15 Temmuz Hain Darbe Tiyatrosu’nu Harbiyeliler’e kilitlediler ?
Neden Harbiyeliler’e bu kadar zulümediyorlar ?
Neden kör göze parmak sokarcasına Harbiyeliler’i bu kadar nazara veriyorlar ? Hiç düşündünüz mü ?
Birkaç gündür düşünüyorum ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum bana katılırsanız memnun olurum ;
Osmanlı yaşlı, hantal ve hastaydı, gümbür gümbür yıkılıyordu, tabiki yıkılmasını hızlandıran iç ve dış birçok sebeb vardı, fakat birçok araştırmacının kabulüne göre en temel sebeplerden birisi de İttihat ve Terakki Partisi’nin faaliyetleri, yaptığı yanlış seçimler ve koca bir devleti idârede gösterdikleri zaâfiyetti.
İttihât ve Terâkki Partisi genelde askerlerden müteşekkildi, batılılaşmayı esas alıyor, Jön Türkler’le iş tutuyor ve Anadolu’daki rejimi değiştirmek istiyorlardı, emelleri her yönüyle Batı standartlarında yeni bir düzen, gerekirse yeni bir devlet kurmaktı.
31 Mart ayaklanmasından sonra ülkedeki her şey değişti, İttihat ve Terakki Partisi ülke yönetimine hâkim oldu, sonraki yıllarda ülkeyi ve geleceğini tamamen kontrol altında aldılar ve yönlendirdiler…
I. Dünya Savaşı’nda yaşanan ağır yenilginin müsebbibi tamamen İttihât ve Terakkî Partisi’dir.
Nihayetinde Osmanlı yıkıldı ve küllerinden yepyeni bir devlet, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu…
Cumhuriyetin kurulmasında ki esas sâik kendiside bir İttihatcı olan Mustafa Kemal’in çalışmaları değil İttihat ve Terakki’nin hazırladığı altyapı idi, bir şekilde Osmanlı elitleri ile elele veren askerler bu yapıyı kontrolü başaran Mustafa Kemal yönetiminde yeni bir rejim kurmaya muvaffak oldular.
Yeni devlet Türkçülük esası üzerine, Türkçü kafalarla ve Ordu’nun gözetiminde kuruldu.
Zaten Ordu menşeli olan idâreciler ve elitler bile-isteye Türk Ordusu’nun koruma garantisini önerip, kabul ederek, yeni rejimi askerî vesâyete teslim ettiler.
Sonraki yıllarda güç ve iktidarı elinde bulunduran kurucu zihniyet, kendilerince kurdukları rejimden sapma gördükleri her 10 yılda bir Askerler üzerinden Türkiye’ye çeki düzen verdiler, herşeyi sil baştan degiştirerek, tekrar tekrar kendi düşüncelerine göre dizayn ettiler…
Muktedirler rejimin garantörü, devlet ve halk üzerindeki vesâyetin sahibi olan Askeriye’ye kimseyi yaklaştırmadılar.
Seçilmiş mutlu azınlık, evlatlarını yada referans oldukları insanları Subay-Astsubay yaparak, Ordu’yu çok sıkı bir markajla fiilen ihtilalci, fikri açıdan ise bir nev’i “Yeni İttihatcı” çizgide sabit tuttular.
Bindirilmiş kıtalar oluşturarak, fazladan %50 puan vererek, mülakatta tamamen önlerini açarak, kendi çocuklarını Ordu’ya yerleştirdiler.
Kendileri dışında herkese Ordu mensubu olma kapısını kapattılar, kazara aradan sıyrılıp Askerî Okullar’a girenleri ise ya kendilerine benzettiler, ya Kurmaylık vermediler, yada türlü bahanelerle Ordu’dan ihraç ettiler.
Çünkü Onlar’a göre Ordu kaybedilirse Türkiye’deki bütün kaleleri düşebilirdi…
Derken Anadolu’da bir şeyler değişmeye başladı. Halkın gelir, görgü, eğitim ve kültür seviyesi yükseldikçe gözleri biraz biraz açıldı. Evlatlarını askeri okullara, polis okullarına ve benzeri yerlere göndermeye başladılar…
Fakat yolunda gitmeyen bir şeyler vardı, muhafazakar ailelerin çocukları da Askeri Okullar’a ve Polis Okulları’na giriyor, mesleklerinde başarı gösteriyor, hızla ilerliyorlardı.
Kara Türk tabir edilen kesimin çocukları artık Beyaz Türkler’in çocukları ile yarışıyordu.
Bu bir başkaldırı, bir meydan okumaydı…
Polis okullarından daha çok Askerî Okullar’ı kontrol altında tutmak istiyorlardı, nasıl olsa rejimin eli sopalı ve silahlı bekçisi askerlerdi fakat yetişen Subaylar artık kontrolleri altında değildi, her istediklerini yaptıramıyorlardı…
Örneğin akılalmaz yanlışlarla dolu Suriye politikası, Kürt politikası gibi meselelerde yeni yetmeler devletin “derîn” aklına karşı çıkıyor, üstelik katı laiklikci çizgiyi de kabul etmiyorlardı…
Yeni Subaylar ses çıkarmasalar da kendilerine dayatılan elitist, Ulusalcı, Kemalist çizgiden daha çok Demokratik ve İnsâni çizgiyi tercih ediyor, Nato’yu benimsiyor, halkın içerisinde halkla beraber yaşayabiliyorlardı…
İttihatçı “derin” kafaların derdi gençlerin Atatürkçü, Kemalist, Avrasyacı yada Nato’cu olması değildi, onlar bütün bunları kullanarak menfaatlerini kuruyorlardı ama şimdilerde güç ve iktidar üzerine kurulmuş, rant devşiren Sırça Sarayları sarsılıyordu…
Hemen bir suçlu bulundu ; Hocaefendi ve Cemaat’i…
Evet, Hocaefendi Askeri Okullar’a, Polis Okulları’na, kısaca millete ait tüm kurumlara Anadolu Halkları’nın çocuklarını göndermesini teşvik ediyordu.
Kendilerinden ve güçlerinden o kadar emindiler ki Cumhurbaşkanı Demirel üzerinden
Hocaefendi’ye mesaj gönderdiler “Fethullah Gülen iyi, hoş, aydın bir Hoca fakat söyleyin askeri okullarla uğraşmasın”
Bir süre sonra tamamen, sâdece Anadolu Halkları’ndan gönüllüleri olan Cemaat’i Askerî Okullar’a sızmakla suçladılar…
Hocaefendi ise bir mülakatta bu durumun sorulması üzerine şöyle cevap veriyordu “Türkiye’deki tüm kurumlar halkındır ve milletimizin evlatları oralara hakkıdır girer, sızıyorlar denilemez. Halkı kendi öz kurumlarına sızmakla suçlayanlar esas kendileri oralara sızanlardır”
Halbuki Karargah Evleri Soruşturması‘nda ele geçirilen belgeler Ergenekonik, derin yapıların söylediklerinin tam tersini ortaya koyuyordu, İşçi Partisi, Perinçek ve arkadaşları askeriyeye öğrenci hazırlıyor, okullardaki çocuklar, muvazzaf Subaylar ve diğerleriyle gizlice hūcre evlerinde buluşup, onları organize ediyorlardı, olay sadece bu isimlerle sınırlı değildi çok daha derinlere ve birçok kliğe gidiyordu…
Evet, Aslında problem Hocaefendi ve Cemaat değildi, onlar yani derin kafalar kendi içinden çıktıkları kendi halklarına karşıydılar ve çok ūstten bakıyorlardı. Öyleki Türkan Saylan bu durumu açıkça şöyle dile getiriyordu “Biz bu ülkede asılız, biz ne dersek o olur”
Her Ağustos Yüksek Askeri Şura’da uyduruk sebeplerle, beşer onar masum insanları Ordu’dan ihraç ettiler fakat bir zaman sonra durumu halka anlatamayacaklarını, anlatamadıklarını anlayınca bundan vazgeçmek zorunda kaldılar, kalıcı bir şeyler yapmaları gerekiyordu…
Öz halklarına “Şah” çekerken “Mat” olmak üzereydiler, nitekim Anadolu’nun “Öz” evlatları ülkenin bütün kurumlarını kendileri ile paylaşmaya başlamışlardı…
Derken 17-25 Aralık’ta kıskıvrak yakalanan Recep Tayyip Erdoğan daha düne kadar onların amansız düşmanı iken, kuyruğunu kurtarmak için ocaklarına düştü…
Denize düşen yılana sarılmıştı.
Kim bilir ?
Bilemiyoruz, belki de hep beraberlerdi…
28 Şubat’çı Askerler bu fırtınayı 1000 yıl sürdürmek istiyorlardı ve muhafazakar camia içerisinde görünen Erdoğan istedikleri her şeyi yapabilirdi, hem de bu işin faturası kendilerine kalmadan, aradıkları fırsat ellerine geçmişti…
Canı yanan ve korkmuş Erdoğan yolsuzluk dosyalarından kurtulmak için tüm istediklerini yapmaya hazırdı, affınıza sıgınarak bir daha ifade edeceğim belki de geçmişten süregelen bir birliktelikleri vardı, kimbilir.
Ülkenin başını büyük bir belaya sokacak “kirli ittifak” kurulmuştu…
Ortamı beraberce çekiştire çekiştire 15 Temmuz gecesine getirdiler.
Kurguladıkları planla Erdoğan bütün muhaliflerinden ve safralarından kurtulacak, derin, İttihatçı, Neo Baascı kafa ise ülkeyi yeniden kendi istediği kıvama getirecekti.
Her neyse bu hamur çok su götürür, müsadenizle ben yeniden yazımın konusuna dönüyorum.
Ordu’yu her ne pahasına olursa olsun korumalı ve bu kalelerine yan bakan herkesi dünyaya geldiğine pişman etmeliydiler…
Özellikle Harbiyeliler’i seçtiler, çünkü kendilerine göre bütün çözülme Askerî Okullar’dan başlamıştı.
“Siz miydiniz yasak meyveyi tadanlar ?
Siz miydiniz yüksek burçları aşanlar ?
Siz miydiniz girmemeniz gereken yere girenler ?
Siz miydiniz başarıyla milletine hizmet edenler ?” diyerek, Kâbilce bir nefretle, hiçbir şeyden haberi olmayan masum çocukları otobüslere bindirerek köprüye getirdiler.
Öyle bir pusu kurdular ki o gece yaşananlar hiç unutulmayacak, kendilerinin güç, iktidar ve rantlarına teğet geçenler dahi bir daha asla cesaret edemeyecek, tuzağa düşürdükleri Habiller’i ibret-i âlem için Kubilay misâl boğazlarını kör bıçakla keserek öldüreceklerdi…
Ve yaptılarda, kınalı kuzuları boğazlarını keserek öldürüp, kafalarını ezerek köprüden aşağı attılar…
İsimleri, yaşananları, çekilenleri biliyorsunuz Rabbimiz her birine şehâdetle Cennet ihsan eylesin…
Kendi psikozlarınca yerlerine göz dikenlerin gözlerini oydular ve bir daha olma ihtimaline karşı canavarca gözdağı verdiler…
İşte bütün bunlardan ötürü gencecik Harbiyeliler köprüye sürüldü, onlar üzerinden herkese mesaj verildi, yetmedi askeri okullar kapatıldı ve dur-durak bilmeden masum, gencecik çocukların üzerine gitmeye devam ediyorlar…
O dönem “reşit” dahi olmayan Askeri Lise Öğrencileri’ni 18 yaşını doldurur doldurmaz hemen toplayıp içeri atıyorlar, içerdekilere bir değil iki müebbet vermeye gayret ediyorlar, bozulan mahkeme kararlarını yenileyip tekrar aynı cezayı, tekrar müebbet veriyorlar…
Öyle Kin ve nefret dolular ki 15 Temmuz ve sonrasında yaptıkları işkence, iskence görenleri fotoğraflayıp cümle aleme servis etme, taciz, tecavüzle insanların ırzına geçme içlerini soğutmadı.
“Bu üniformayı sadece biz giyebiliriz, asıl bizleriz, siz kimsiniz ?” diyerek hakkı ile o ūniformayı giyen insanların üzerinden üniformalarını yırtarak çıkarıp, çırılçıplak fotoğraflarını basına verdiler…
Çünkü o üniforma onlara aitti ve onlardan başka kimsenin giyme hakkı yoktu…
Genelkurmay Başkanı kendi komutanlarıyla kendi ordusuna ihanet etti, kendisine emanet edilenlerin onur, izzet ve şereflerinin ırzına geçti…
F*töcü, Natocu, darbeci bahaneleri ile Rejimin Ordusu’nu yeniden dizayn ettiler…
Evet Harbiyeliler masum, Harbiyeliler günahsız ama size göre, bize göre…
Gulyabanilere gelince onlara göre Harbiyeliler en büyük günahı işlediler, yasakladıkları meyvaya el uzattılar…
Evet, tek kelimeyle işte bütün mesele bu…
Âleme ibret olsun diye Harbiyeliler’e göstere göstere zulmediyorlar, yoksa suçsuz olduklarını onlar da biliyorlar.
Fakat benim ümidimde hiçbir sarsılma yok, inşaAllah kaderin zâlimlerin zulümlerini başlarına geçirdiğini göreceğiz, ümitvâr olunuz…
@MansurTurgut