“Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları” isimli kitabında Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil şunları anlatıyor:
1960 yılının yazı boyunca Yeni Sabah’a yazıyordum. Son bir seri yazıya başlamıştım. (…) 1961 Ocak başlarında bana bir telefon: “–Burası İstanbul Emniyet Müdürlüğü kısm-ı siyasî;, sizi bugün Örfî; idareden çağırıyorlar. Evinize bir memur gelecektir, beraber gideceksiniz. (…)
Ertesi sabah gazeteler geldi. Vatan, Cumhuriyet, Dünya… Bermutat yalan ve iftira dolu. O sıralarda resmi dairelerde, bunlardan başka gazete görünenler, şüpheli şahıslardan sayılıyordu. Sanki vatan ilgisi (sevgisi) bu birkaç gazeteye münhasır kalmıştı. Hepsine bir göz attım. Vatan’da Ahmet Emin Yalman’ın mutat bir arşınlık yazısı makalesi… Sabrınız varsa fukaranın akşam çorbası gibi, ısıtıp ısıtıp öne sürdüğü elli senelik fikirleri ve cümleleri okuyunuz. (…) Ömründe bir gün olsun içine hakikat sevgisi düşmeyen bu ihtiyar, seksenine yaklaştı, hâlâ zehri ağzında bir yılan. Bunu da nereden çıkarıp uydurmuştu, bu kötü gün fırsatçısı: Tabanına memleket çamuru değmemiş, ihtiyar züppe… (…) Talihsiz Türk Milleti! Başka bir yerde ekmek parasına muhtaç olarak yaşamaya mahkum olan sefilleri sinende besler, prensler gibi yaşatırsın da, öz evlatlarını hücre ve nezâret altı, hapislerinde süründürürsün? Bu da senin kaderin! (…)
Hâkimin önünde iki yığın kitap, kâğıt, mektup… “Evvelâ, şu kâğıt parçası üzerindeki eski harfli yazı sizin midir? Ne yazıyor, okur musunuz?” dedi. Dedim ki: “Benim efendim. ‘Gülistanı kargalar istilâ edince, bülbüller siner ve susar’ yazıyor. Mevlânâ’nın Mesnevî;’sinden meşhur bir beytin tercümesidir. Ziyaretime gelen bir zâttan yazmıştım. Baş yazımda kullanmak üzere masamın üzerine koymuştum.”
-Yazıdaki kargalardan kastınız kimlerdir? Milli Birlik Komite üyeleri midir?
-Söz benim değil, arz ettim, Mevlânâ’nındır.
-Kâğıda sizin yazdığınıza ve bir yazınızda kullanmak istediğinize göre bir kasdınız var?
-Gülistan Türkiye’dir. Kargalar, onu velveleye veren Bâb-ı Âli’nin soysuz yazarları, bülbüller de benim gibi milliyetçilerdir.
-Yine masanızda, Nurculuğa dair bir mektup ele geçmiştir. Bunun hakkında ne dersiniz? Biliyorsunuz Nurculuk yasaktır? Böyle bir mektup aldığınızda, bunu derhal ait olduğu makama gönderecektiniz.
-Sizin dediğiniz hareket benim ahlâk anlayışıma girmez. Bence, bir kimseye gönderilen mektup, o kimsenin namusuna emanet edilmiş bir vediâdır. Eğer mektupta bir cinayet haberi, can, mal tehlikesi yoksa, onu ait olduğu makama vermek veya ihbar etmek ahlâksızlıktır. (…) Ben bir hocayım, hem hukukçu-sosyolog bir hocayım. Memleketimdeki bütün fikir ve kanaat cereyanlarını bilmeye, mesleğim icabı mecburum.
Tahliye beklerken, Balmumcu’ya götürüldüm.
Başta Adalet Partisi olmak üzere, Yeni Türkiye ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi milletvekilleri, grup grup ziyaretime geliyorlardı. Gelenlerin hepsi, benim Cumhurreisliğine adaylığımı koymamı istiyorlardı. Gösterilen bu umumî; arzu talep karşısında, Cumhurreisliğine namzetliğimi koymaya karar verdim. (…) Bizi Başvekalete çağırdılar.
Bizi kapıdan Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay karşıladı.
Sıtkı Ulay: “Haber aldık ki, siz Cumhurreisliğine adaylığınızı koymuşsunuz… Adaylığınızı geri almanız lâzım. Gürsel Paşa’nın karşısında başka bir adaylığa müsaade etmeyiz.” dedi.
Tehditler korkunçtu; gerçi ömrümüm çok senelerini geride bırakmıştım, önde kalan üç beş senenin nazarımda hiç kıymeti yoktur. Fakat Meclis dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak, askeri idare devam ettirilecek ve bütün bu felâketler benim yüzümden kopacaktı. Yani İnönü-Bayar düşmanlığı şeklinde yeniden hortlayacaktı. Allah bunu bana göstermesin. Memleketini seven bir insan sıfatıyla ben elbette buna razı olamazdım.