Selahattin Demirtaş, Maraş merkezli depremlerin ardından tahliyesini talep ettiğini belirterek, “Altı buçuk yıldır ilk defa tahliye talep ediyorum ama hukuk olmadığı gibi vicdanlar da çürümüş” dedi.
Edirne Cezaevi’nde 2016 yılından beri tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat günü meydana gelen depremlerden sonraki gelişmeleri televizyondan izlemek zorunda kaldıklarını belirterek, “6 Şubat sabahı kendim bir dilekçeyle mahkemeye başvuru yaptım ve geçici de olsa tahliye talep ettim. Altı buçuk yıldır ilk defa tahliye talep ediyorum ama hukuk olmadığı gibi vicdanlar da çürümüş” dedi.
Deprem bölgesindeki hemen tüm illeri dolaşmış bir gazeteci olarak devletin kurumları özellikle ilk günlerde iflas ederken memleketin her yerinden, farklı kimlik-ideolojik görüşteki kişilerin kimseyi ayırmadan seferber olduğuna, yaraları sardığına şahitlik ettim. Bu dayanışmayı duyguyu siz nasıl tarif ediyorsunuz?
Ne yazık ki biz de ilk saatlerden itibaren felaketi televizyondan izlemek zorunda kaldık. 6 Şubat sabahı kendim bir dilekçeyle mahkemeye başvuru yaptım ve geçici de olsa tahliye talep ettim. Altı buçuk yıldır ilk defa tahliye talep ediyorum ama hukuk olmadığı gibi vicdanlar da çürümüş. Binlerce tutsak felaketin acısını, kaygılarını içeriden çaresizlik içinde izlemek zorunda kaldı.
Fakat daha ilk günden bizi rahatlatan büyük bir dayanışma başladı, her geçen gün de artarak devam etti. Depremin büyüklüğüne karşı hükümetin, devletin kılını kıpırdatamadığı gerçeği herkesi harekete geçmeye motive etti. Bu dayanışma binlerce hayatı kurtardı en önemlisi budur.
Bir şeyi daha ortaya çıkardı bu dayanışma, iktidarın uzun yıllardır sistematik ve bilinçli şekilde sürdürdüğü toplumsal kutuplaştırma siyaseti halkın bağrında kalıcı bir hasara ve etkiye yol açmamış. Masalarda bile yan yana oturmaktan çekinen siyasetçilere rağmen halk yardım için parti, kimlik, inanç ayrımı gözetmeksizin el ele verdi. Bu gerçek, tüm siyasetçiler için ders niteliğindedir. İktidarı ölümüne ve ahlaksızca savunan satılık troller ve kiralık kalemler dışında 85 milyon, gerçekten birlik ruhunu yakaladı. Demek ki bu toplumda halen ölmemiş kıymetli bir cevher var. Neden geleceği bu cevherin üzerine kurmayalım? Neden sosyal dayanışmayı, siyasal dayanışmaya dönüştürüp de yeni bir geleceği beraberce kurmayalım?
Çok uzun zamandır söylenen, yazılması gereken ortak hikâyeyi toplumun kendisi belki de siyasete de yön-yol göstererek şu an yaratabilir mi?
Elbette, az önce ifade etmeye çalıştığım tam da budur. Yeni hikâyeyi siyasetçiler yazamadı ama acıların içinden halk yazdı, o yeni hikâyeyi. Siyasetçiler artık bu dayanışma ruhunu büyütmek ve siyasal alana evriltmekle sorumludurlar. Yoksa kısa süre sonra iktidarın ayrıştırıcı söylemleri yeniden etkili olmaya başlayacak ve siyasal alanı tekrar ayrıştıracak. Bu nedenle muhalefetin bir araya gelip ortak bir program etrafında buluşması için elini çabuk tutması gerekiyor.
Bu dayanışma ruhunun kalıcı olması için sizce ne yapmak gerekir?
Dayanışma pratikte, yani enkaz bölgeleri başta olmak üzere Türkiye’nin her yerinde sahada görünür şekilde sürdürülmeli. Dayanışma ruhunu zedeleyen her hareket, her söz kimden gelirse gelsin sert şekilde eleştirilmeli. Sosyal dayanışma, siyasal dayanışma ile güçlendirilip kalıcı hale getirilmeli.
Eğer bu felaket yaşanmasaydı aralarında HDP’nin de bulunduğu Emek ve Özgürlük İttifakı adayını açıklayacaktı. Ardından da Millet İttifakı açıklayacaktı. Bu büyük yıkımda halkın ortaya koyduğu büyük dayanışmadan sonra muhalefetin bir araya gelip ortak-tek aday çıkarması mümkün olur mu?
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tüm bileşenleri ve kadroları ilk saatlerden itibaren deprem bölgelerinde, alanda çalışıyor. Henüz bir araya gelip yeni bir siyasal değerlendirme yapamadılar. Sanırım önümüzdeki günlerde toplanıp bu yeni durumu çok yönlü ele alacaklardır. Benim kişisel görüşüm, bu yeni durum oluştuğu gerçeğinden hareketle, tüm muhalefetin yeni bir tutumu tartışması gerektiği yönünde.
Erdoğan ve yakın çevresi sürekli ‘deftere not almaktan’ bahsediyor? Sizce bu korkutma hamlesinin başarı şansı var mı?
Hayır, insanlar korku duvarlarını yıktılar. Ölümden ötesi yok ki! On binler öldüler zaten. Asıl, iktidarın korkması gerekir. Halkın öfkesini okuyabilseler korkacaklar zaten. Halen Türkiye’yi 5 Şubat’taki Türkiye sanıyorlar. Depremle birlikte sadece insanlar ölmedi, sadece evler yıkılmadı, iktidarın tüm politikaları da geçersiz hale geldi. Bunu halen anlamayanlar defter tutadursun, halk çoktan bunların defterini dürdü, haberleri yok.
Anayasaya göre seçimlerin ertelenmesi ‘savaş hali’ hariç hukuken imkânsız. Ama tecrübelerimiz bize iktidarın yasa-anayasa dikkate almadığını da gösteriyor. Sizce erteleme gibi bir yola saparlar mı? Böyle bir noktaya gidilirse nasıl tepki verilmeli?
Seçimi erteleyemezler. Seçim erteleme demek darbe yapmak demektir. Darbecilere ne yapılıyorsa halk yine onu yapar, tıpkı 15 Temmuz’daki gibi halka direnme hakkı doğar. Herkes aklını başına almalı, kimse darbeciliğe özenmemeli. Seçimleri siyasi partiler yapmaz, halk yapar. Dolayısıyla seçimler halkın hakkıdır, siyasetçilerin değil. Kimse halkın hakkını ortadan kaldıramaz ya da darbeyle çalamaz.