[ANALİZ-KEMAL AY]
10 Ekim 2015’te Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı bombalı saldırısı gerçekleşti. “Suriye’deki savaşa Türkiye’nin dâhil olmasını istemeyen” Barış Bloku isimli bir topluluk, Ankara’da içinde sendikaların ve siyasî partilerin temsilcilerinin de olduğu bir miting düzenlemek istemişti. 107 kişinin öldüğü, 500’ün üzerinde yaralının olduğu, iki canlı bomba ve TNT ile gerçekleştirilen Ankara Garı’ndaki saldırıyı üstlenen olmadı.
İktidar her saldırıdan sonra olduğu gibi ‘asıl fail’ yerine birden fazla terör örgütünün ismini zikrederek, soruşturmaların ‘sağlıklı yürümeyeceğini’ ortaya koymuş oldu. Ancak olaydan kısa süre sonra Ankara Başsavcılığı, canlı bombalardan birinin birkaç ay önce Suruç’taki bombacının ağabeyi Yunus Emre Alagöz olduğunu açıkladı.
IŞİD, Türkiye’deki saldırılarını üstlenmemişti hiç. Zira Türkiye’yi “adam toplama yeri” olarak görüyor ve buraya açıkça saldırdığını bildirmek yerine, ‘stratejik eylemler’ yapıyordu.
GERİLİM ÖZELLİKLE TIRMANDIRILDI
Olayın sıcağı sıcağına yaşananlar, yeterince sinir bozucuydu. Patlama alanından gelen ilk tanıklıklar, saldırıdan hemen sonra yaralılara müdahale etmeye gelen gönüllü doktorların ve vatandaşların, çevik kuvvetin biber gazlı müdahalesine maruz kaldığını belirtti.
Ardından iktidar kanadından gelen açıklamalar tansiyonu yükseltti. Önce, seçim kabinesinin Adalet Bakanı Kenan İpek, basın toplantısı sırasında istifa sorusu yönelten gazeteciye ‘gülümseyerek’ cevap verdi. Sonra, 12 Ekim akşamı TV’de Ahmet Davutoğlu’nun “Canlı bomba listesi elimizde ama eylem yapmadan tutuklayamayız,” açıklaması geldi.
Davutoğlu, IŞİD ihtimali üzerinde durulduğunu açıklasa da, hükümet kanadından net bir şekilde örgüt ismi zikredilmedi. Bilakis Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, “kokteyl örgüt” lafı dolaşıma sokuldu.
SİYASETİ DİZAYN EDEN PATLAMALAR
10 Ekim Ankara Garı patlaması, 7 Haziran 2015’teki seçimlerden önce Diyarbakır’daki HDP mitinginde yaşanan patlamanın bir devamı olarak görülüyor.
7 Haziran seçimlerinde AKP’nin Meclis çoğunluğunu kaybetmesinin ardından ilk olarak Temmuz ayında Suruç’ta Kürt gençlere yönelik bir saldırı gerçekleşti. Bunun, Kobani’de YPG’ye yenilen IŞİD’in “intikamı” olduğu tezi işlendi. Ancak IŞİD bu saldırıyı da üstlenmedi.
Suruç’un ardından PKK ile AKP hükümeti arasında süren müzakere süreci sona erdi ve PKK, saldırıya, devlet ise karşılık vermeye ve operasyonlara başladı. Daha önce Dolmabahçe Mutabakatı’nın Erdoğan tarafından sabote edilmesi, zaten sürecin sona ermek üzere olduğunu haber veriyordu.
10 Ekim’deki saldırı ise, 1 Kasım’daki “tekrar seçim”in öncesinde toplumdaki korku ve istikrarsızlık algısını güçlendirdi. 7 Haziran’dan sonra hükümete yakın medyanın temel tezi, “Toplum kaosu seçti” yönündeydi. Bakanlar, “AKP giderse, halk yiyecek ekmek bulamaz” tarzı açıklamalar yapmaya başlamıştı.
ANKARA GARI’NI DEVLET ÖNCEDEN BİLİYORMUŞ!
13 ve 14 Nisan 2016’da, yani AKP yeniden yüksek bir oy oranıyla iktidara geldikten yaklaşık 5 ay sonra, Cumhuriyet gazetesinde Kemal Göktaş’ın haberi saldırıyla ilgili kuşkuları arttırdı.
Habere göre, mülkiye müfettişlerinin raporunda saldırıdan 25 gün önce istihbarat birimlerinin terörle mücadele departmanına gerekli bilgiyi verdiği, fakat işlem yapılmadığı yazılıydı.
Hatta raporda, canlı bomba olan Yunus Emre Alagöz’ün ismi de geçiyordu. Öyle ki yine rapora göre Emniyet kendi personeline “canlı bomba ihtimaline göre” güvenlik uyarısında bulunulmuştu. Fakat miting alanıyla ilgili olarak ekstra bir önlem alınmasına dair yazı yazılmamıştı.
Müfettişlerin bu olayın sorumlusu olan polis şefleriyle ilgili soruşturma talebine ise valilik izin vermemişti. Soruşturma açılan tek kişi, olayın perde arkasını takip ettiği ve iyi gazetecilik yaptığı için Cumhuriyet’ten Kemal Göktaş oldu.tr724.com