“İki sene önce verdiğim bir söyleşide “Medya alanında neredeyse herkes secdede, benim içinde bulunduğum grup ise rükûda” demiştim. Bugün geldiğimiz noktada benim birkaç gün öncesine kadar içinde olduğum grup rükûdan secdeye de geçmedi, yere kapaklandı.”
Gazeteci Cengiz Çandar, T24’te Hazal Özvarış’a söylemişti bunları. Erdoğan Rejiminde medyanın perişan halini daha iyi özetleyen bir cümle kurulmadı. Rükuda bekleyip, secdeye varamadan aldığı darbelerle yere kapaklanan ise Aydın Doğan’ın gazete ve televizyonlarıydı
Turgay Ciner’in Habertürk ve Show Tv’nin de içinde bulunduğu yayın organlarını devrettiğini duyunca aklıma bu cümleler üşüştü. Onun medya grubu da secde halindeydi ama iki secde arasında biraz fazla duraksıyorlardı; suçları buydu galiba. Hilal Kaplan başta olmak üzere Pelikan Grubu’nun zafer naraları atması sebepsiz değil. Çıtayı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ‘formunuzu neye borçlusunuz’ sorusuna çekince elbette eleğin üstünde kalan olmayacaktı.
Erdoğan’a yakın isimlerden Fatih Saraç’ın yayınların başına kayyım atanmasına razı olmaları, ‘Alo Fatih’ skandalını sineye çekmelerine rağmen boşandılar. Lakin henüz üç talak gerçekleşmemiş gibi… Zira Ciner’in sağ kolu Kenan Tekdağ, yeni sahiplerle aynı konumda devam edecekmiş. Araya bir şamar oğlanı mı sokuldu, yoksa Erdoğan’ın sıfır pürüz talebi mi sağlandı, yakında anlaşılır.
Eski dönemde medya patronları, sahip oldukları yayınları ticari işlerini korumak ve büyütmek için silah gibi kullanırdı. Aydın Doğan’la Dinç Bilgin arasındaki kavgalar aynı zamanda Mesut Yılmaz’la Tansu Çiller arasındaki kör döğüşünün iz düşümüydü.
‘Medyaya girmek en büyük hatam oldu’ şeklinde özeleştiri yapan Mehmet Emin Karamehmet, siyasetin olaya müdahalesini şöyle özetlemişti: “Medyaya zorla girdik. Özer Çiller Bey’in ısrarı ile girdik. Niye girdik onu da bilmiyorum. Çünkü öyle bir şey ki ne yazsanız birisine, bir tarafa dokunuyor. Kimseyi memnun edemiyorsunuz. Kontrol edemiyorsunuz. Fevkalade riskli bir yer, kimseye yaranamıyorsunuz. Ne hükümete yaranıyorsunuz ne öbür tarafa. Nasıl çıkacağız bilmiyorum.”
Karamehmet 2012’de bu konuşmayı yaparken başına geleceklerden ve medyadan nasıl sökülüp atılacağından habersizdi. 2013’te BMC, Digitürk ve Superonline gibi dev markalarla birlikte yayın grubuna el konuldu. Şirketler haraç mezat elden çıkarıldı. Show TV Turgay Ciner’e, Skytürk, Akşam ve BMC Ethem Sancak’a satıldı. Asıl büyük lokma Digitürk ve Turkcell’di. Yönetim kurullarına atanan yandaşlar için en ballı lokmalardı. Türkcell, büyük ortak konumundaki Türkiye Varlık Fonunun kontrolünde, Digitürk ise Katarlılara satıldı.
‘El koyma’ demişken filmi başa alıp ilk örneğe, Uzan Grubuna bakmamız gerekiyor. Cem ve Hakan Uzan kardeşler İmar Bankası ve enerji yatırımlarını korumak adına gazeteciliğe soyundu. Tabii ki ilk özel televizyonu Ahmet Özal’la birlikte kurup devlet tekelini fiilen ortadan kaldırdıkları günlere dönmek de mümkün. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, özel yayıncılık üzerindeki yasağı aşmak için katı devlet bürokrasini dolaşacağına fiili durum oluşturdu.
Cem Uzan, oğul Özal’la yollarını ayırdıktan sonra peşkeşe televizyonlar ve Star Gazetesiyle Aydın Doğan’a rakip oldu. 2002 seçimlerine Genç Parti Genel Başkanı olarak girdi. Aldığı 7,25 oyla AKP ve CHP dışındaki bütün partilerin baraj altında kalmasını sağladı. Böylece aslında kendi sonunu da hazırladı. İmar Bankası’ndaki çifte muhasebe ve Telsim’deki usulsüzlükler güçlü tek parti iktidarında ortaya saçılınca sığınacak kimseyi bulamadı. Televizyon önce Doğan, ardından Doğuş Grubuna satıldı ancak gazete Erdoğan’ın en yakınlarından birine kaldı: Ethem Sancak. (Ali Sefa Özmen’in kısa sahipliği görmezden gelinebilir.) Daha sonra Karamehmet’ten BMC ve Akşam Gazetesini de alan Sancak, ‘bank nöbeti’ni uzun zaman tuttu. Yanına kah Fettah Tamince, kah Hasan Doğan ya da Azerbaycanlı Petrol Şirketi Socar geliyordu. Sancak, bir söyleşide ‘Biz (AKP) ABD’nin desteğiyle iktidara geldik’ deyince hem partiden ihraç edildi hem de yayın grubu Zeki Yeşildağ’a geçti. Zeki Yeşildağ’ın kardeşi Hasan, Erdoğan’ın koruması olarak Pınarhisar Cezaevine girdiği bilinen bir figür.
Erdoğan’ın medyaya çökme sürecini anlatırken, Çandar’ın ‘secdeye bile gidemeden kapaklandı’ dediği Aydın Doğan’a geniş yer ayrılması kaçınılmaz. Medya patronları arasında en yüksekten düşen, ‘imparator’ Aydın Doğan oldu hiç kuşkusuz. En büyük rakibi Dinç Bilgin’i yok eden, Cem Uzan’ın televizyonunu alıp karla satan, Mesut Yılmaz’la enseye tokat giden Aydın Doğan’la, Recep Tayyip Erdoğan’ın yıldızı bir türlü barışmadı.
2002 yılında Zaman Gazetesinde Nuriye Akman’a verdiği mülakatta bunun sebebini bulabiliriz. Şöyle demişti: “Hürriyet ayrı… Hürriyet Devlet’in gazetesi. Devlet’in gazetesi! Daima devletin gazetesidir Hürriyet. Devletin gazetesi derken Devlet’in satın aldığı gazete anlamında söylemiyorum. Ama Devlettir. Devlet için her şeyi yapar… Devlet adına çalışan gazetedir Hürriyet. Ne olursa olsun her zaman devlet adına çalışır.”
Erdoğan’ı yıkmak için uğraşan Aydın Doğan değil derin devletti aslında. Ona kalsa bir iş adamı olarak ‘gelene ağam gidene paşam’ diyebilirdi. Elindeki önemli yayın organlarından bazılarını AKP Liderinin işaret ettiği Erdoğan Demirören’e satması ilk barış adımıydı. Ergenekon Davalarıyla Derin Devlet, 17-25 Yolsuzluk Soruşturmalarıyla Erdoğan köşeye sıkışınca barışma ve güçlerini birleştirme kararı aldılar. Öyle olunca Aydın Doğan’a da yol göründü. Sadece Hürriyet Gazetesini satabileceği fiyata bütün grubu, yani Kanal D, CNN Türk, Doğan Haber Ajansı ve diğer gazeteleri elinden çıkarmak zorunda kaldı.
Erdoğan’a kalsa cezaevini boylaması ve mal varlığına el konulması gerekirdi. Böyle olmadıysa bunu yeni koalisyon ortağı Ergenekon’a ve bir ayağı Rusya diğer ayağı Beyaz Saray’da olan damadı Mehmet Ali Yalçındağ’a borçlu.
Gelelim diğer medya patronlarına örnek gösterilen ve herkesten istenen teslimiyetin zirve noktası Demirören Grubu’na. Hepimiz Erdoğan Demirören’i gözyaşları içinde ‘ben bu işe nereden girdim ya, kim için..’ cümlesiyle hatırlıyoruz. Ama o kayıttaki asıl önemli cümle ‘Üzdüm mü yoksa seni patron’du. O ifade, Türkiye’deki medyanın gerçek patronu ve biatı kabullenmeyenlerin başına geleceklerin ilanı gibiydi. Ertuğrul Özkök, önceki gün Ahmet Hakan’ın canlı yayınına müdahale edildiğini ve onun da kulaklıktan gelen baskıya dayanamayarak “Tamam tamam! Anladık, HTŞ’ye ‘terörist’ diyeceğiz…” dediğini yazdı.
Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olmuş, ilk cenaze namazını kıldırdıktan sonra tabuta eğilmiş ve şöyle demiş: Dünyanın ahvalini soracak olurlarsa ‘Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu’ de onlar anlar.
Medyayı özetlemek için fazla söze hacet yok aslında, ‘Ahmet Hakan Hürriyet’e yayın yönetmeni oldu’ demek yeterli…
Medyanın son 25 yılı yazılırken elbette büyük bir alanı, Zaman Grubu, İpek Medya ve Samanyolu Yayın Grubu kaplayacak. El koydukları bu grupları yaşatmadılar, yaşatamadılar… çünkü o yayınların adları bile yeterdi uykularını kaçırmak için.
Usta gazeteci Cengiz Çandar, 2016’daki röportajda ne demişti: “İki türlü medya var Türkiye’de şimdi. Biri reisin önünde secdede, Allah önünde demiyorum, öbürü de rükûda.”
Neden kapattılar sorusunun cevabı herhalde burada…