“Dünküler ses-soluk olarak bizi ifade ediyorlardı ama bize ait olan değerlerin, değişen dünya şartlarına göre, yoruma açık yanları itibarıyla yeniden yorumlanmaları, yeniden seslendirilmeleri lazım geldiğini değerlendiremiyor ve kendi şartları içinde genişleyen bir dünya karşısında adeta büzülüyor, daralıyor ve yetersizleşiyorlardı…”
Bu cümleyi okuyunca durdum. Elimdeki kalemle altını çizdim. Bir daha okudum.Tam 27 yıl önce dile getirilmiş ve kaleme alınmış bu düşünceleri hangi ölçüde anladık ve anladığımızının kaçta kaçını hayata taşıdık diye derinden derine kendimi sorguladım. Cümlenin devamı, İslam’ı yaşanılır kılan ve ilmi canlılığın hakim olduğu ilk beş asırda devreden çıkartacak olursak en azından 10 asırlık ilmi serüvenimizi gözler önüne seriyor.
Diyor ki: “Evet, temel disiplinler olarak dünkü değerlerimizin kıymet-i zâtiyeleri mahfuz ama zamanın sesine-soluğuna açık olanların, içinde bulunduğumuz zaman diliminin memelerinden beslenerek inkişaf ettirilmesi de bir gerçekti. Şimdi acaba biz, zamanın yorumlarını da yanımıza alarak yeni bir içtimaî telâkki, alternatif bir ilim anlayışı, farklı bir hukukî inkısaf ve bilinenin ötesinde apayrı bir araştırma zihniyeti ortaya koyabildik mi?”
Bu cümleleri okuyunca can u gönülden “Evet!” diyen kaç kişi olur acaba 2 milyara yaklaşan nüfusuyla İslam dünyasında?

“İçinde bulunduğumuz zaman diliminin memelerinden beslenerek inkişaf ettirilmesi gereken” bir siyasi sistemimiz, hukuki doktrinimiz, ekonomi modelimiz var mı? Hepsi bir yana Ahmet Hamdi Akseki’nin dediği gibi, “dinli hayat, hayatlı din” çerçevesinde bir dünya görüşümüz, gündelik bir yaşam modelimiz var mı?
İstisnalar hariç olmadığını herkes biliyor. Bunun sonucu ne? Üç ayrı gruba ayrılma.
Bir tarafta dini koruyacağız düşüncesinin arkasına saklanan taassup diğer tarafta hiçbir metodoloji kabul etmeyen modernizm ve nihayet bir ayağını “dünkü değerlerimizin kıymet-i zatiyeleri mahfuz” noktasına sabitleyip diğer ayağı ile İslam’ı çağın idrakine sunmak isteyen muhafazakar görüş.
Bakın o satırların yazarı kendi sorduğu soruya ne cevap veriyor: “Ben bu konuda olumlu bir şey söyleyemeyeceğim ve zannediyorum, yenilikçilerin seslerini bu kadar yükseltmelerinin asıl sebebi de işte bu konuda, yerli görünenlerin şimdiye kadar net bir şey söyleyememiş olmalarıdır.”
Daha ne desin diyesim geliyor. Evet daha ne desin? Manzara o kadar net ki bu satırlar sadece mevcud manzaranın fotoğrafını çekiyor ve önümüze koyuyor.
Bu köşenin takipçileri bilir ama yeri geldiği için bir kez daha yazayım: Yenilenmeyen fıkhi bilgiler bugün dünyasında Müslümanların önünü tıkayan bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda İslamafobia’yı besleyen en önemli damarlardan da biridir.
Bu eksendeki cümlelerini tamamlarken buna da söylüyor ve diyor ki, “Evet, bazı dönemler itibarıyla birer değer ifade eden, fakat bugün için genel maslahatlarla çatışan ve hikmet-i vücudu kalmamış bir kısım telâkki ve anlayışlar, devrimci geçinen bazı mefkûresiz ruhların her zaman olumsuz şekilde değerlendirebilecekleri birer sermaye hâline gelmiştir. Ve işte bu noktada düşmanlıklar el ele ve ifratlar da bağırlarında tefritleri beslemektedir.”
Görünen o ki biz İslam dünyası olarak bu gerçekleri görmeyi hala başaramadık.
Kim bu satırların yazarını merak ettiniz sanırım. Söyleyeyim; 20 Ekim 2024 tarihinde ruhunun ufkuna yürüyen Fethullah Gülen Hocaefendi.
https://fgulen.com/tr/eserleri/isigin-gorundugu-ufuk/Gonuller-Sevgi-Ariyor
