[TARIK TOROS-TR724.COM]
Ne demişti Bülent Arınç, “Biz iktidara mahkûm ve mecbur bir partiyiz.” (10 Haziran 2015). Seçimden üç gün sonrasıydı. Partisi üç gün önce “tek başına iktidarı” kaybetmişti. 7 Haziran, Türk siyasetinin köprüden önce son çıkışı geçtiği, fırsatı teptiği tarihtir. Vebali, Devlet Bahçeli, Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun omuzlarındadır, öyle de kalacaktır. Artık muhalefet rehindir, esirdir, tutukludur. 1 Kasım 2015 seçimlerine dört gün kala yaşanan hukuksuz İPEK MEDYA baskını ile serbest medya dönemi de tamamen bitmiştir. 7 Haziran’dan sonra muhalefet olmadığı gibi 1 Kasım’dan sonra da medya yoktur.
İNDİ-BİNDİ
Saray’daki zata “tek adamlık” yolunu açan parti, iktidara mahkum ve mecbur. Başka seçeneği yok. Olmadığı için de akla hayale gelmeyecek zulme imza atıyor, ne yaptığını niye yaptığını bilmez pespaye bir yol tutmuş gidiyor, savrula savrula… Her savrulmada da içindekileri boşaltıyor, yenileri bindiriyor. Arınç ve tayfası kusura bakmasın, indikleri durakta MHP bindi otobüse ve koltukları onlar doldurdu. Bu, tasfiye olan ve şimdilerde internet blog’larında “gittiğiniz yol, yol değil” diye tavsiyeler döşeyen gazeteciler için de geçerli.
NABIZ YOKLANIYOR
Hemen her gün bir veya birkaç HDP’li gözaltına alınıp tutuklanıyor veya adli kontrolle salınıyor. O savcının bıraktığını, öbürü ertesi gün tekrar çağırıyor. Kafa karışıklığı ve karmaşa her yerde! “Tarafsız” Cumhurbaşkanı, alenen taraf olduğu bir oylama için meydanlara inmeye hazırlanırken, karşı görüşü savunacaklar kafalarını kaldıramıyor, her kaldırdıklarında da balyozu yiyorlar. Hoş, bu satırlar kaleme alınırken, büyük gürültülerle, halktan da kaçırılarak “referandum sınırında” geçirilen Anayasa değişikliği henüz Meclis’ten Saray’a gönderilmemişti, 10 gün oldu, bekleniyor, beklendi.
PRESIDENTIAL PALACE
Sürekli “Saray” dememe kimse alınmasın. Bizdeki ve dünyadaki algı bu. Binayı “saray” diye açıp bir sene bu isimle öyle kullandılar, tepkiler artınca adı “külliye” oldu. “Ben değiştirdim” demekle değişmiyor ki bu, tıpkı Boğaziçi Köprüsü’nü “15 Temmuz Şehitler Köprüsü” yapmak gibi. Halk arasında kullanılıyor mu, yoksa daha çok “Birinci Köprü” mü diyorlar, gidin bakın. Saray da o hesap. Misal, İngiltere Başbakanı Ankara’daydı, geçen cumartesi. Temasları takip eden BBC muhabiri, haberini “presidential palace” diye geçti, yani başkanlık sarayı.
LINDSAY LOHAN RETURNS
İktidara mahkûm ve mecbur olunca, işinize gelen/gelebilecek her şeyi reklam ve göz boyama için kullanırsınız. Ülkesinde kariyeri yerle bir olan, adı sürekli kavgalar, olaylar, skandallarla anılan Lindsay Lohan, Saray’da ağırlanır mesela. Dün, Obama ile her telefon görüşmesini manşetlerinden şişirenler, bugün eski başkana demediklerini bırakmıyor. Yeni başkan Trump’la bir telefon görüşmesi için atmadıkları takla kalmadı, olmadı. Randevu için bin tane aracı gitti Washington’a, otel lobilerinde ağaç oldular, elleri boş döndüler. Yemin törenine giden Dışişleri Bakanı’nın bile davetli olmadığı ortaya çıktı. ABD, 7 ülkenin vatandaşına ülkeye giriş yasağı koydu, gık çıkarmadılar. Dünya basınında, diğer dört ülkeyle ilgili (Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri) kritikler yayımlanıyor, kulağımızın üstüne yatmış bekliyoruz.
FAŞİZMİN DELİLİ?
5 Kasım 2016’da tutuklanan (87 gün olmuş) Selahattin Demirtaş şöyle demişti, “Tek bir haysiyetli yönetici yok ki istifaya çağıralım.” (10 Ekim 2015, Ankara’daki bombalı saldırı sonrası açıklaması.)
Faşizmin delili nedir biliyor musunuz? Öyle akademik çözümlemelere gitmeden, kestirmeden misal vereyim: “Elektrik kesik, bugün bu çağda skandal” diyemiyorsanız, o ülkede faşizm vardır. Avrupa kış saatine geçerken, Türkiye tümüyle keyfi olarak saatlerini geri almadı, buna dahi itiraz etmemek, edememek faşizmdir. Şikayet etmek yasaksa, şikayet eden hainse, faşist bir idare hâkimdir. Bırakın gazeteciliği, şayet medya grupları, mensuplarına “siyasi, ekonomik, sosyal konulara” dair tweet atma yasağı koymuşsa, o ülkede faşizmin dik alası vardır. Hukuksuz biçimde işten atılan yüzbinler başkaca hiçbir iş yapamıyor, pasaportları iptal, yurt dışına dahi çıkamıyorsa, o ülke faşist bir ülkedir.
OHAL DEĞİL SIKIYÖNETİM
Ülke, 15 Temmuz’dan itibaren kararnamelerle yönetiliyor. Beklenen Anayasa değişikliği ile “Olağanüstü Hal” resmileşecek. “Ankara’yı kızdırmayayım da işlerime bir şey olmasın, o kadar insan ekmek yiyor” diye kılını kıpırdatmayanlar, “Hasta anneme kim bakar sonra” diye kaygılananlar, “Üniversitedeki pozisyonum önemli” diye düşünenler, “Ne yapayım, mesleğimi yapamasam, ara ara utansam da bana buralarda ihtiyaç var” diye hesap yapan gazeteciler ve siyasetçiler… Ülkede ilan edilmiş “Olağanüstü Hal”, ilan edilmemiş “Sıkıyönetim” var. Şimdi “hayır” kampanyası yapıyorlar. Sormak gerekiyor, “evet” çıkarsa B planınız var mı? Varsa, bunun için referandumu hiç beklemeyin. Rüzgârı değiştiremezsin ama yelkeni ayarlayabilirsin.