Bize yapılan zulümler, gadirler, haksızlıklar yeni değildir. Bizleri, tâ imam-hatipte öğrenci iken kıyım için fişlediler. Kimler?
Şimdi verdikleri fetvalarla herkesi hayrette bırakanlar… “Kül için cüz fedâ edilir. Osmanlı padişahları halife-i rûy-i zemin olunca, paralel halifeleri, halife olma kabiliyetinde olan çocuklarını ve kardeşlerini bile katletmişlerdir. Muhsin Yazıcıoğlu gibi şimdi siz de buna râzı olun…” demek isteyenler… Böylece farkına varmadan Muhsin Bey’in böyle bir fetvaya kurban gittiğini üstü kapalı iddia ve itiraf edenler. İkide bir bize taş atanlar acaba âkil adam olmanın yani âdil olmanın hakkını vermek için niye bunlara da bir taş atmazlar acaba? Evet bizler öğrencilik dönemimizde fişlendiğimiz için müftü-vaiz olmamız, İlahiyat’ta asistan olmamız şöyle dursun Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda hocalığımıza bile tahammülleri olmadı, bizi oradan zorla koparıp attılar. Şimdi de hâlen İlahiyatta bu damarın temsilcileri aynı kıyımı kâmilâne yerine getiriyor. 10 üstünden 10 alacak öğrencilere 1 hatta 0 (sıfır) vermekten çekinmiyorlar. Bunların içinde, bize taş atan ağabeyimizin tabiriyle “gönül adamları” da var üstelik…
Halbuki bu kadar zulüm ve kıyımdan sonra bu hayret veren fetvaları veren birisinin yine de hocamız diye elini öptük, yurtdışı eğitim hizmetlerini gösterdik, hayran oldu ve hayret verici bir şiir de yazdı… Köşemde 23 Kasım 2008’de bahsettim. Onu tekrar yayınlamak istiyorum.
Bütün bunlardan sonra hayret verici bir biçimde bir tezatta bunlar gibi dershane öğretmenlerinin âdeta katline ferman verircesine yazılar yazdı… Bir yandan Şia’ya yumuşak mesajlar verirken (Bu hususta Mustafa Özcan’ın 13 Temmuz 2009, nebeonline.com’da KARAMAN HOCA KENDİNİ ELE VERDİ başlığı ile yayınlanan uzun yazısına bakılabilir.) ve “Muaviye’ye Hazret diyemiyorum” derken, öbür taraftan cami ve cemevi bir arada olamaz, diye yazılar yazdı…
Bu haksızlık ve zulmü sadece şu işaret ve imâ ettiklerim değil, imkânı her eline geçiren desem pek mübalâğa etmiş sayılmam… Çünkü 12 Mart 1971’de 163. maddeden içeride iken hapishane müdürü “Sizi Haziran imtihanına göndereceğim; hazırlanın.” demişti. Çünkü biz zaten birkaç senedir, Ramazan aylarında, Buca Cezaevi’ne gidip vaaz ediyor ve terâvih namazı kıldırıyorduk. Onun için bizi tanıdığından iyilik yapmak istiyordu. Tam o günlerde Burdur’da deprem oldu. Bizim Yüksek İslâm Enstitüsü’nün müdür muavininin akrabalarından birisini Burdur Cezaevi’nden, Buca’ya nakletmişlerdi. Onun ziyaretine gelmiş, müdür bey de iyilik olsun diye “Sizin öğrencileri, haziran imtihanına göndereceğim, çocuklar mağdur olmasın.” diyor. Müdür yardımcımız “Ne yapıyorsunuz? Onlar bu ülke için çok tehlikeli… Sakın böyle bir şey yapmayın!..” diyor. Yani hapse düşmüş talebelerine bir tekmeyi de o vuruyordu. Bunu nereden biliyoruz? Çünkü, bize aynen bunları müdür bey aktardı, ayrıca “Siz çok tehlikeliymişsiniz bu ülke için…” dedi. Evet tekmesini yemediğimiz kalmadı. Ama biz, onlara yine de hep saygıda kusur etmemeye çalıştık…
Halbuki, bu ülkede eğer canlı bir hayat kalmışsa, bu sadece Bediüzzaman Hazretleri’nin dik duruşundandır. Menemen ve benzeri olaylarla pirler, manevî; önderler zehirlenip asıldığı için herkesin sindirildiği o dönemde yiğitçe dimdik duran Bediüzzaman Hazretleri’ydi. Bu ülkeye ve insanlığa, yazdığı eserlerle yaptığı büyük hizmetlerin hiçbiri olmasa idi bile, o muhteşem dik duruşu yeterdi. Eğer Bediüzzaman Hazretleri’nin o cesaret verici duruşu olmasaydı ve o aşılmış olsaydı şimdi, ne Kur’an kursu, ne imam-hatip, ne de Diyanet, hiçbir şey kalmazdı… O, aşılmadığı için, her şeyi kontrolünde tutmak isteyenler diğerlerine izin verdiler. İzin verirken de sadece bizlere dikkat edilmesini istediler. Onun için biz hep fişlendik ve hep önümüz kesildi. Ama Cenab-ı Hak başka kapılar açtı. Hizmet zeminleri hazırladı. Bugünlere geldik. Evet bizler sıradan insanlarız gerçekten ama her zaman İlahî; himayeyi hissettik, elhamdülillah hissediyoruz.