İnsanın dünyaya gönderilişindeki asıl gaye, yaratanını tanımak ve O’nun
emri dairesinde hayatını sürdürmek ve böylece Allah’ın hoşnutluk ve rızasını
kazanmaktır. Yaratılış gayesinin şuurunda olan müminlerin vazifesi bellidir.
Onlar tahripçi değil daima tamircidir. Yakıp yıkan değil sürekli yapan ve ıslah
edendir.
Mehmet Ali Şengül
Bir değil, on defa ellerinde olan herşeyi alsalar, yakıp yıksalar;
onbirinci defa onların vazifesi, yine baştan başlayıp aksatmadan, kendilerine
çok büyük zulüm bile yapılsa, kanunlara karşı gelmeden, toplumun huzur ve
güvenini sarsmadan, yeniden imar etmektir.
Onların vazifelerinden biri de, Allah’ı tanımayan, başkaldırıp isyan eden
kullarına, tatlı dil-güleryüzle insanlara Allah’ı sevdirmek ve toplum içinde
sevgiyle, şefkat ve merhametle kardeşliği telkin ederek evrensel barışa katkıda
bulunmaya çalışmaktır.
Meşru yolun vesilesi de meşru olmalıdır. Ülke huzuru, dünya barışı, yakmak
yıkmakla, harp ve darp ile, zulüm ve öldürmekle elde edilemez. Ancak,
insanların birbirini yakından tanıması, sevmesi, itimat, huzur, güven ortamının
sağlanması ve insanları kendi nefsine tercih etmekle gerçekleşir.
Hakkı temsil edenler, en ağır şartlarda bile olsa; inancını, ümidini
kaybetmemeli, ye’se düşmemeli, dünyaya gözünü açtığında hiçbir şeyinin
olmadığını, Emr-i Hak vuku bulup Azrail (as) kapısına gelip dayandığında hiçbir
şeyi götüremeyeceğini hesap ederek sabretmeli ve katlanmalıdır. Zira insan
inancını ve ümidini kaybettiği an, işte o zaman gerçek manada kaybetmiş olur.
İslam’da kul hukuku esastır. Adalet-i İzafiye ile Allah’ın milyonlarca
masum kullarının hukukuna tecavüz edilemez, baskı uygulanamaz. Zulümle muamele
haramdır. Zulme zulümle mukabele yasaktır. Zulümde kısas yoktur.
İnanan insan dinin temel esaslarına saygılı olmak şartıyla, dünya barışı
adına demokrasiden geri adım atmamalıdır.
Şeytanın ve avanelerinin vazifesi, toplumun huzurunu bozmak, aileleri
birbirine düşman haline getirmek, kalplere şüphe ve tereddüt atarak bozguna
uğratmaktır.
Allah’ın inayeti ile Hizmet’in, vatana, millete ve insanlığa, top yekün
dünya barışına katkıda bulunmanın dışında şahsi bir çıkar düşüncesi olmamıştır,
olmayacaktır da. Maksatlı içeri sızmış olanlar bulunabilir. Fitne fesat
çıkararak ortalığı katıp karıştıranlar her zaman olmuştur, olacaktır da.
Hizmet, gidilen ülkelerin toplum yapılanmasında, müstakbel neslin
yetiştirilmesinde bir değerdir. Gayesi Allah’ın rızası ve insanlığa hizmet olan
ve dünya barışına katkıda bulunmaya gayret edenlerin içinde, bu davayı istismar
eden, çıkarlarına alet eden ve kıskançlık ve inatları yüzünden zarar verenler
çıkabilir. Bunlar dünyada olmasa bile ahirette, kötü niyetlerinin mutlaka
hesabını vereceklerdir.
Her halükarda hizmete gönül verenler, olup biten hadiseler karşısında ciddi
bir muhasebe ve murakabede bulunmak suretiyle, kendilerini sorgulamalıdırlar.
Varsa yanlışlıkları tashih etmelidirler.
Bu gün olduğu gibi, şahsi hata ve suçlardan dolayı kollektif cezalandırma
kabul edilemez. Suçun şahsiliği prensibinden taviz verilemez. Zira ceza, suça
terettüp eder. Suçsuz ceza zulümdür.
Müslüman olduğu halde terörist olanın o tavrı, İslam’ın hak din olduğuna
gölge düşürmez, düşürmemeli.‘‘ Müslüman terörist olmaz, terörist de müslüman
olamaz.“ Gül dikensiz olmaz. Her ne kadar yaban otları olsa da, gül bahçesi
yine gül bahçesidir.
Ülkemiz hukuk devletinin askıya alındığı, insan haklarının tanınmadığı,
ifade ve inanç özgürlüğünün alabildiğine kısıtlandığı bir döneme girmiştir.
İnandığı dinin emirlerine itaatin dışında hiçbir cürmü olmayan insanların, can
ve mal güvenlikleri tehdit altında olduğu görülmektedir.
Nasıl gerçekleştiği, kimin yaptığı belli olmayan, esrarengiz bir darbe
girişiminin kurbanı olarak seçilen insanların, darbe girişimini bahane ederek
şahsi mal ve kurumlarına, eğitim, sağlık ve insani yardım hizmetlerine el
koymak, kadın, ihtiyar ve hasta dinlemeden, suçlu suçsuz belli olmadan, olup
biten şeylerden hiçbir haberi bulunmayan, hiçbir mesnede dayanmayan bu cürüm ve
isnadlar, milyonlarca sivil masum insanlara yüklenemez.
Bu insanların rüyalarında bile görmedikleri yalan ve iftiralarla
suçlanmaları, vatan haini, millet düşmanı olarak kamuoyuna tek taraflı
tanıtılmaları kabul edilir birşey değildir.
Halkımızın hayali bir düşmana karşı sürekli olarak korkutulduğu, galeyana
getirildiği bir toplum yapısının normal olduğu iddia edilemez ve istikbal vaat
etmesi düşünülemez. Barış ve kardeşlik dini olan İslam mensupları arasında bu
kin ve nefret, bu husumet kabul edilemez.
Halkın içinden kontrolsüz, sıradan insanların kendilerini yargıç, kolluk
kuvveti ve hatta infaz memuru yerine koyması ne korkunç bir tehlikedir. Aslında
hükümet, sorumlu ve suçlu olduğunu iddia ettiği kişilerin bile, can ve mal
güvenliğini korumakla muvazzaftır.
Devletin vazifesi suçluyu bulup sorgulamak, kanunların amir bulunduğu
cezayı vermektir. Muhbirlik yoluyla kadın-çocuk-ihtiyar demeden herkesi
sorgusuz cezalandırmak, İlahi ve beşeri kanunlara uygun değildir.
Millete yol göstermesi gereken, milyonlarca insana Allah ve Peygamberi
anlatan, halkı teskin etmesi ve arabuluculuk yapması beklenen nice zulmü teşvik
edenler, ağızlarını bozarak, kalbinin derinliklerinden gelen hakaretlerle milletimizi
birbirine düşman haline getirmekte, hem de bunu meydanlarda ve cami
kürsülerinde seslendirmektedirler.
Aynı dinin mensupları, aynı kıbleye yönelen ve aynı secdeye baş koyan
insanlar olarak, onlara acıyor ve dolayısıyla en büyük kötülüğü kendilerine
yaptıklarına inanarak, bu dünyanın ahireti de var diyor, bu işin hükmünü
Hakimler Hakimi Allah’a bırakıyoruz.