Yıl
1995 idi…Sydney’deki Şule, yeni adı ile Amity Koleji’ni inşa adına ilk kazmayı vurmak için okulun yapılacağı arazide
toplanmıştık. Dualar edildikten sonra
arkadaşlar ‘liyakatim olmadığı halde bana ‘Hocam ilk kazmayı siz vurun’
dediler. Hem liyakatim olmadığını düşündüğümden, hem de bu sorumluluktan kurtulmak
adına hemen yanıbaşımda duran bir çocuğu işaret ederek “Bu
günahsız çocuk
ilk kazmayı vursun” dedim ve kazmayı çocuğun eline tutuşturdum.
Altı-yedi yaşlarındaydı. “Bismillah” dedi ve kazmayı toprakla buluşturdu.
Okulun inşaatı
bitti. Okul büyük başarılara imza attı. Mezunlarının yüzde yüzü üniversiteye
girmeyi başardı.
Perşembe
günü, Amity Koleji’nin Prestons Kampüsü’nde büyük bir heyecan vardı. Okul
Yönetimi, geçtiğimiz yıl HSC sınavında yüksek başarı sergileyen çocuklara, hak
ettikleri ödülü ve çeşitli hediyeleri verdiler. Aslında temeli atılan bu eğitim
kurumları, özelde kendi toplumumuza, genelde ise Müslüman camiada önemli bir
çığır açtı.
Çünkü, önceleri üniversitelere
öğrenci gönderme
gibi bir çaba içine
girmeyen bölgedeki
İslam Okulları’na örnek
oldu. Her kurum çevresine
mutlaka etki eder. Amity (Şule) Koleji de toplumda bu anlamda ciddi
değişikliklere ve pozitif katkıya sebep oldu. Bunu somut bir olayla anlatayım:
Okulun kuruluşundan bir yıl önce NSW Eğitim
Dairesine eyaletteki üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısını sormuştuk. Cevap “54 kişi” oldu.
Evet, koca Eyalet’te 54 kişi… Şule mezun vermeye başlayınca ve mezunlarının çoğu üniversiteye girmeyi
başarınca, Müslüman
toplum arasında bu alanda ciddi ve tatlı bir rekabete de yol açtı. Her okul üniversitelere
öğrenci göndermeye
başladı. Bu yarış halen devam ediyor. Muslüman toplumda universiteye öğrenci gönderme Avustralya ortalamasının
iki katı.
HASET İMANLARININ ÖNÜNE GEÇMİŞ
Dolayısıyla,
Şule kurulduktan sonra üniversiteye öğrenci gönderme oranı yüzdü yüz
arttı.
Diğer
taraftan…
Günahsız bir çocuğun
toprağa ilk kazması Türkiye’de ehli hasedin omuriliğine vurulmuş gibi olacak,
okul hakkında yalan ve iftira dolu haberler çıkarmaya başladılar. Amity
Koleji’nin adındaki Amity kelimesi, gizli masonlukta kullanılan bir kelimeymiş, filan…
“Bunlar gizli
mason” dediler.
Oysa “Amity”
ingilizcede dostluk demek. Hz. İbrahim Peygamberin “Halil” sıfatı gibi. O halde sorarız:
Neden bu kelimeyi İbrahim Peygamberle değil de, masonlukla
ilişkilendiriyorsunuz?
El Cevap:
Çünkü hasetleri, imanlarının önüne
geçmişde ondan… Başka türlü izahı var mı bunun?
Daha
sonra; “Bu okulda okuyan çocuklara Türkiye’de denklik verilmeyecek” denildi.
Bu engel de tutmadı. “Çocuklarınızı bu okuldan almazsanız, Türkiye’ye
girdiğinizde sizi tutuklarlar” denildi. Bazıları korkarak çocuklarını
aldılar. Buna mukabil bazıları da daha önce vermedikleri çocuklarını
getirip okula kaydettirdiler. Onların bu çabası geçen yıla göre öğrenci sayımızda sadece ve sadece üç
öğrencimizin eksilmesine yol açtı. Hamd olsun, bildiğim kadarıyla okulun kayıtları
bir önceki yıla göre, bu sene hayli artmış durumda. Ehli hased, Mısır Devlet
Başkanı Sisi’ye “Firavun” diyor. Şahsen, Sisi’nin yaptıklarını
onaylıyor değilim. Fakat firavun dedikleri bu şahıs bile, Mısır İhvan-ı
Müslimin’in Avustralya’daki okulları için böyle bir
tehdide veya iftiraya kalkışmadı. Neyse…Hiç endişe edilmesin. Bir günahsızın
temelini attığı bu okul, herşeye rağmen dimdik ayakta ve dünya barışına katkıyı
sürdürüyor.
“Sanki yedim”
18.asırda Keçecizade Hayreddin Efendi
adında dar gelirli bir esnaf, cami yapmanın faziletini duyunca, bir cami yapmak
ister ama parası yoktur. Fakat o cami yapmanın bir yolunu bulur. Ne zaman ki
canı bir şey istese: ‘Sanki yedim (var say ki yedin)!’ der ve parasını bir
kenara koyar. Yirmi yıl sonra biriktirdiği paralar ile İstanbul Fatih’te şirin
bir cami yapar. Yaptırılan cami halk arasında ‘Sanki Yedim Camii’ olarak hala
yâdediliyor. Avustralya’da Keçecizade Hayrettin’den
etkilenen birisi, son yirmi yıldan beri öğle
yemeğini dışarda yemeyip evden götürdüğü sandviçlerle karnını doyurur.
Mecbur hissetmedikçe de dışarıdan kahve almaz.
Kahvesini ofisinde yapar. Böylece hergün 20 dolar
biriktirir. Yirmi yılda yaklaşık 100 bin doları bu şekilde biriktirir. Bu
birikimi fakir öğrencilere burs vererek hayır işlerinde kullanır. Bu zatın böyle böyle son yirmi yılda 100
bin dolar civarında bir parayı burs olarak öğrencilere verdiğini biliyorum.
Himmet’in ve bursun ne olduğunu bu ahlakın nereden geldiğini bilmeyen nadanlar,
“Sanki yedim”, “Sanki içtim” diyerek ortaya konan
bu gayreti anlamazlar. Onların, günahsız insanların temelini attığı ve ‘sanki
yedim’ fedakarlığıyla temeli atılan bu müesseseleri, bugün gaspetmeyi “Büyük
bir cihad” olarak belleyenlerin anlamasını elbette beklemiyorum. Sadece
değirmenin suyunun Anadolu insanın tertemiz kaynağını göstermek için bu örneği
vermiş oldum. Öyle ya, bazıları yapar, birileri de, sadece menkıbesini okuyup,
tersini yaparak, tahribat verir.
UMRE’DE KİRLERDEN ARINMAK
İÇİN POLİSTEN ‘TEMİZ KAĞIDI’ ALMAK
1970’li yıllara kadar, hac mevsiminden
bir iki ay önce ‘Suriye’de, Irak’ta kolera hastalığı var’ diye
çokça haberler medyaya servis edilirdi. Ehli dünya hastalıkları, bahane ederek
müslümanların hacca gitmesini engellerdi. Bu nedenle bir kısım insanlar ise;
Suriye sınırında ölümü göze alarak, mayınlı
arazilerden geçerek, kaçak olarak hacca veya
umreye ulaşabiliyordu. Şimdi ise eski adet farklı bir şekilde yeniden
Türkiye’de hortlatıldı. Nasıl mı? Temel’i dinleyelim: Temel umreye gitmek için bütün evraklarını
tamamlayarak başvurusunu yapar. Görevli “Birde temiz kağıdı
almanız lazım” der. Temel “Buraya gelirken gusül
abdesti aldım da geldim” der. Görevli “Polisten
alacaksın” deyince Temel, “Polis benim temiz olduğumu nereden bilsin” der.
Bu hikaye hayali, fakat Türkiye’den
hacca veya umreye gidecekler için polisten “Temiz kağıdı
şartı” ne yazık ki gerçek. Ki, Kominist
Çin de bile böyle bir uygulama yok.