Bediüzzaman Hazretleri On Beşinci Mektup’ta “İnsan her ne kadar fâil-i muhtar ise de fakat ‘Ve mâ teşâûne illâ en yeşâallah’ (Allah dilemedikçe siz dileyemezsınız.) (Dehr Suresi, 76/30) sırrınca, meşîet-i İlâhiye asıldır, kader hâkimdir. Cenab-ı Hakkın dilemesi, insanın arzu ve dileğini geri verir: ‘Kader gelince, göz görmez olur’ (Beyhakî) hükmünü icra eder. Kader söylese; iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.” diyor.
Hz. Yusuf Aleyhisselamın hayat serüveninde görüyoruz ki, plan çok yukarıdan… Yanlış hareket eden kardeşlerin haset rüzgarı, sadece Hz. Yusuf’a badiyeden Mısır sarayına, tevhid dersi vermek için azizliğe taşıyan vesile…
Şu yaşadığımız sürece gelince… Belki dünyayı dizayn eden toplum mühendisleri, şöyle düşünmüş olabilirler: “Evet bu hizmet aslında çok güzel… Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin 17 Maddesinin hepsiyle alâkalı faydalı faaliyetler yapıyor. Eğitim yoluyla 170 ülkeye girdi… Mezunlarına bakılırsa hiçbir radikal hareketlere katılmıyorlar. Ama neticede işin İslamî bir yönü var. Ya sonradan birşeylere bulaşırsa… Hiç köklü ve derin bir teste tabî tutulmadı. Her ne kadar bunlar ‘Sulh-ü umûmînin temsilcileriyiz… Biz muhabbet fedaileriyiz’ diyorlar ama pek damarlarına basılmadı… Elleri kolları kırılıp hapislere doldurulurlarsa, Hizmetin ve kendilerinin mallarına el konulursa, daha da mühimi kadınları kızları kelepçelenip zindanlara atılırsa bakalım o zaman ne yapacaklar? Sokaklara dökülüp teröre bulaşacaklar mı? Herşey o zaman belli olur.”
Türkiye’dekiler de bazı Emevî ve Abbasî saltanat düşkünlerinin düşündükleri gibi düşünmüş “Bunlar her sahada çok güçlendiler ya bir gün iktidar hırsıyla, hareket eder de yıllardır elimizde tuttuğumuz derin vesâyeti elimizden almaya kalkışırlarsa… Bunları her ihtimale karşı temizlememiz lâzım. Bunu biz yapamadık ama dindar görünümlü bazılarına yaptırabiliriz.” demiş olabilirler. Her neyse…
Netice ortada… Bütün dünya olanları gözlemliyor… Bütün zulümlere ve gaddarlıklara rağmen menfi bir hareket görüldü mü? Asla…
Evet otuz-kırk senedir Muhammed Fethullah Gülen Hocaefendi daima, “Eğer ben vaaz kürsüsünde veya hutbede konuşma yaparken gelip öldürseler… Hatta etlerimi parçalayıp sokaklarda köpeklere yedirseler asla sokağa dökülmeyeceksiniz. En ufak menfi bir harekete teşebbüs ederseniz, mahşerde iki ellerim yakanızda olacaktır… Hiç hesap veremezsiniz!..” diyordu… Elhamdülillah herkes sözünü tuttu.
Bütün bunlara rağmen yine de bazı yanlış şeyler olabilirdi. Ama Cenab-ı Hakkın inayetiyle hiç öyle menfi bir şey duymadık. Bu da çok önemli…
Bunu yedi cihan biliyor…
İleri teknoloji imkânlar ile büyük büyük kulaklarla Türkiye’nin bütün müesseselerini dinleme imkânlarına sahip büyük devletler olup-biten herşeyin farkındalar… Yani sadece 15 Temmuz günü olanları biliyorlar değil… Ondan çok çok öncelerini de takip edip biliyorlar… Ama devletler arası münasebetler var. Bilhassa ticarî ilişkiler var. Çıkarlar ve bilip-bilmediğimiz meseleler var. Onun için, birşeyler söylemek istemiyorlar. Ama siz Başbakanlarına sataşırsanız o zaman en üstten istihbaratları açıklama yapıyor: “Bu planı ve bu tuzağı sen kurdun, birilerini de figüran gibi kullandın… Tuzağına düşürdün” diyor.
Neticede herşey ortada… Kanaatıma göre bu Hizmet, Allah’ın izniyle ve inayetiyle bu çok mühim testi başarı ile geçti… Hizmetin önü açık… Cenab-ı Hak, bizlere yepyeni bir fırsat sunuyor. İşte bütün mesele, bu fırsatı iyi değerlendirebilmek. Muhasebemizi ve durum muhakememizi çok iyi yaparak, önümüze bakarak hareket etmek…
Evet planlar içiçe… Fertlerin kendilerine göre planları olur… Partilerin, iktidarların… Dünyayı dizayn edenlerin… V.s… Ama bir de İlahî Kaderin de bir planı vardır. Esas olanı da budur… Herkesin planı neticede bu Yüce Planın içindedir. Ona rağmen bir şey olmaz. Hayrı da şerri de O yaratır… Şeytanı da O yaratmıştır. Ama her yarattığında bir güzellik ciheti vardır. Buna iman ettiğimize göre, Cenab-ı Hakkın işini Kendisine bırakalım, biz işimize bakalım..
Bunalımdan bunalıma sürüklenen dünya aslında kurtarıcı bir el bekliyor… Akıl ve ilmin hakim olduğu bir dönemde ve bir dünyada yaşıyoruz. Kur’an makuliyetinde ve Kur’an akliliğinde mesajların verilmesi gereken bir atmosferin içindeyiz. İlahî takdirle evrensel bir merak uyanmış vaziyette… Herkes, “SİZ KİMSİNİZ?” diye merakla size bakıyor. Eskiden kapılarına gidip randevu alamadıklarınız, şimdi mağduriyet ve mazlumiyetiniz sebebiyle sizleri dinlemeye hazır vaziyete gelmiş ve kulaklarını ve gözlerini açmış sizden gelecek mesajları bekliyor. Yaşayışımıza, temsil ettiklerinize dikkat ediyor. Bundan güzel ve bundan âlâ ortam mı olur?
Büyük büyük, âlâyişli organizelere artık ihtiyaç yok. Birkaç kişilik insiyatiflerle bile en, üst makamlara dertlerimizi anlatmak için gidebiliriz. Kısa zamanda öğrendiğimiz yarım yamalak bir lisanla bile olsa meselelerimizi anlatabilir, içimizi şerh edebiliriz… Onlar sizin sözlerine değil, halinize ve samimiyetinize meftun oluyorlar… Her defasında onların gözlerinin yaşardığına şahit oluyorsunuz zaten… Başka şeylere ne hâcet…
Bu güzel şartları HAZIRLAYANA HAMDOLSUN!.. O, BİZE YETER… O NE GÜZEL MEVLÂ VE NE GÜZEL VEKİL, NE GÜZEL YARDIMCIDIR!..