Naci Karadağ-tr724.com
Majestelerinin fetvacıbaşı Hayrettin Karaman yine buyurmuş. Diyor ki, “Yastık altında para saklamak caiz değildir!”
Nedense Man Adası’nda hesap açtırmak, Şehrizar konaklarından villa almalarda filan sesi çıkmayan bu tür insanlar, mesele halktan fedakarlık beklemeye geldiğinde pek bir cevval oluyorlar.
Yine, hamaset ve gaz ile sıradan insanın hoşuna gidecek atraksiyon ve demeç dönemine girmiş bulunuyoruz.
AKP ve Saray bu kez belediye seçimleri kampanyalarını epey öne aldılar.
Yakında Suriye’ye asker yollarız… Elde var bir.
Bugünlerde birkaç tane “Müslüman Noel kutlamaz” eylemi yapacak pembe pantolonla akmal da bulunur. Etti iki.
Buna bir de Fatih Portakal’ın ensesine vurmak için yapılacak olan portakal bıçaklama eylemlerini ekleyin, etti mi üç.
Geçtiğimiz gün belediye başkan adaylarına konuşurken aynen şunu söyledi haşmetmeap: “Lüksten şatafattan uzak durun!”
Bin bilmem kaç odalı sarayda oturan birinin bunları söylemesi ayrıca bir komedi ama aynı anda sadece saraya 250 yeni makam arabası siparişi verilmesi de işin ekmekli kadayıfı oldu.
Saray ise bildiğiniz gibi. Havuza bakarsanız Emine Hanım öyle bir mütevazı yaşıyor ki, kuru ekmek yiyorlar, denilse yeridir!
Hani bilmesek, ağaç kabuklarını kemiriyorlar zannedeceğiz!
Oysa bilmem kaçıncı sarayı yaptırmak için yine binlerce ağaç kesiliyor bilmem nerede.
Sarayın halıları bilmem ne malzemesinden, perdeleri bilmem nereden getirtiliyor.
Ama havuz bataklığına bakılırsa sarayda sıradan bir hayat yaşanıyor.
Adalet Bakanı’nın eşinin tek gün işe gitmeden beş yıl çalışıyor gösterildiği bir ülkede adaletten ne kadar bahsedebiliyorsak, kilosu 4 bin TL olan beyaz çayın tüketildiği saraya o kadar mütevazidir diyebiliriz sanırım.
Hem biliyorsunuz Müslüman Noel de kutlamaz.
Hırsızlık yapar, arsızlık yapar, zulüm yapar ama Noel kutlamaz, asla!
Sabahattin Ali’nin Sırça Köşk isimli masalını bilir misiniz?
Tembel, gittikleri bir yerde kısa sürede foyaları meydana çıkan, göründüğü gibi olmayan üç kafadar bir ülkenin baş şehrine inerler. Onlar gelene kadar ülkenin baş şehrinde huzur ve sükun hakim, herkes işinde gücünde, kavgasız gürültüsüz yaşayıp gidermiş ahali. Üç kafadarın en sinsi olanı ahalinin duyacağı şekilde bağırmış, ‘Amma garip memleket ha!” Ahali bunu duyunca, “Memleketimizin nesini beğenmediniz, neyimiz eksik?” diye sormuş. “Yahu sizin memleketin sırça köşkü nerede?” diye ukalaca tıslamış elebaşı. Ahali sırça köşkün ne anlama geldiğini bilmiyormuş, “aman” demiş üç yabancı, “Hemen burdan gidelim, burada yaşanmaz, daha sırça köşkün ne olduğunu bile bilmiyorlar!” Önünü kesmiş meraklı halk bu üç arkadaşın, “Ne olur bize de anlatın neymiş şu sırça köşk, çok lüzumlu bir şeyse belki biz de yaparız.” filan diye neredeyse yalvaracak olmuşlar. “Lüzumlu ne demek? Sırça köşkü olmayan şehir, sırça köşke bağlanmayan memleket olur mu?” diye eziklemişler ahaliyi. Ahali, “yapalım bâri” diyecek olunca da, “öyle kolay mı, pahalı bir şey” filan deyip kontrolü ele almaya başlamış üç üçkağıtçı.
Yapılmaya başlamış sırça köşk ama bir türlü bitmediği gibi ihtiyaçları da hiç eksilmiyormuş. Köşke kapağı atan tembelliğe alıştığı için kimse köşkten çıkmak istememeye başlamış ve giderek büyüyen, taşınamayacak hale gelen bir yüke dönüşmüş sırça köşk. Halk merakla, durumun nasıl olduğunu sorunca, üç açıkgöz halkın nabzına göre şerbet verip günlerini gün etmeye devam etmiş. Ekonomi bozulmuş, herkes beleşten geçinmenin yolunu aramaya başlamış, kavgalar, anlaşmazlıklar başgöstermiş. Köşkün ihtiyaçları o kadar karşılanamaz hale gelmiş ki, halkın yiyeceğine içeceğine el konulmaya başlanmış. İtiraz edenler köşkün bodrumuna kapatılmış, lanetlenmiş. Halk arasında köşkün sağlamlığı ve yıkılmazlığı dillere destan olmuş. Üstelik üç kafadarın fedakarlıkları dilden dile gezinip duruyorken, ahali onları kahraman olarak görüyormuş. Halktan ellerindeki koyunları istemiş sonunda üç kafadar ama halkı düşünen insanlar oldukları için koyunların hepsini yemeyeceklerini, bir kısmını geri vereceklerini söylemişler. Öyle de yapmışlar. Ancak halk geri dağıtılan şeylere bakınca koyunların sadece kellesi olduğunu görmüş.
Üstelik beyni, gözü ve dili eksikmiş kellelerin…
Halk bunun sebebini sorduğunda, “Siz onları ziyan edersiniz, zaten ihtiyacınız da yok.” cevabını almış. İçlerinden biri öfkeyle kelleyi sırça köşke fırlatmış ve o sağlam, yıkılmaz zannedilen köşkün duvarında kocaman bir delik açılmış. Bunu gören diğerleri de koyun kellelerini fırlatıp köşkü yerle bir etmişler.
Sabahattin Ali, masalı anlattıktan sonra kıssadan hisse babından şunları yazıyor: “Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter…”
Edebiyat eleştirmenleri Sırça Köşk masalı hakkında şu notu düşerler: “Bu masal Nazi Almanya’sını anlatır. Alman ulusunun Alman finans kapitali tarafından nasıl mahvedildiğini göstermekte ve yerli-faşist özentisine kapılanlara da ders verilmek istenmektedir.”
Ha Nazi Almanya’sı, ha AKP Türkiye’si…