AHMET KURUCAN-TR724.COM
17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, 15 Temmuz “başarısız olması üzerine kurgulanmış” mel’un darbe girişiminin cemaatle ilişkilerinin merkeze konulup özgürce değerlendirmelerin yapılacağı günlerde Diyanet’in oynamış olduğu role büyük bir başlık açılacağından eminim.
O değerlendirmelere yardımcı olması açısında son 3 yılla alakalı bir tespitimi aktarmak istiyorum bugünkü yazıda.Diyanet’in bu süreçte kullanmış olduğu bir kavram çok dikkat çekici. Halkla ilişkiler alanında Hitler Almanya’sının propaganda bakanı Paul Joseph Goebbels’den örnek alınan strateji ve taktiklerin bilinçli uygulanması sonucu zihinlerde iz bırakan bir kavram mı bilmiyorum ama Diyanet’in bunu şuurluca kullandığından hiç şüphem yok. Zihinlerde iz bırakmasının ikinci bir sebebi de bu kavramın vaki ve muhtemel, bilgi ve önyargı karışıklığı içinde keskin bir kanaate hatta bir inanca dönüşmesi denilebilir.
Bu kavram; istismar. Dinden nemalanma ve şahsi veya grup çıkarları uğruna dini sui istimal etme manasında kullanılan istismar tabiri bu süreçte Diyanet’in anahtar kelimesi oldu. Bana bu tespiti yaptıran öncelikle Diyanetin yapmış olduğu çalışmalara verdiği isimler oldu. Eskilerin tabiriyle “şiddet-i zuhurundan gizli” olarak apaçık ortada duran ve beni gör diye adeta bağıran bu kavramın yer aldığı çalışmalara birlikte bakalım. Mel’un darbe girişiminin hemen akabinde yaptıkları olağanüstü din şurası kararlarını “Dini İstismarHareketi ve F../PYD” başlığı altında yayınladı. Ekim 2016 tarihli bu sonuç bildirgesinin üzerinden bir yıl geçmeden Temmuz 2017’de “Kendi Dilinden F..; Örgütlü Bir Din İstismarı” çalışması geldi. Bir ay sonra yani Ağustos 2017’de “Gülen Yapılanması: 15 Temmuz’a Giden Süreçte F…’nun Analizi ve Tavsiyeler” adli komisyon çalışması yayınlandı. 5 ay sonra Ocak 2018’de Diyanet “F… Din İstismarının Arkasına Saklanan Terör Örgütü.” başlığını taşıyan çalışma ile çıktı kamuoyu önüne. 64 sayfalık çalışmanın son sayfasında yazan not şu: “Diyanet İşleri Başkanlığının hediyesidir. Para ile satılmaz.”
Çeşitli vesilelerle yapılan açıklamalar, Başkan ve Diyanet ile iltisaklı yetkili kişilerin verdikleri TV ve gazete röportajları, dergilerde yayınlanan makaleler, TV tartışma programları, Cuma hutbeleri ve olağan il müftüleri toplantısı benzeri toplantılar sonunda yayınlanan bildirileri de bu arada unutmamak lazım. İmkânım ölçüsünde baktığım bu tür yayınların hepsinde “istismar” ana ve anahtar kavram olarak birinci sıradaki yerini koruyor. Sırada ne türlü çalışmalar var bilmiyorum. Ama bundan sonraki çalışmalarda da anahtar kavramın istismar olacağa benziyor.
Neden? Çünkü Diyanet isteyerek ya da istemeyerek girdiği cemaati düşmanlaştırmaya ve yok etmeye yönelik devletin politikalarını dini açıdan meşrulaştırma vazifesinden geri dönemez. Ne devlet ne hükümet ne siyaset ne zihniyet ve ne de menfaat izin verir buna. Çıkmaz sokak bu yol Diyanet için. Giydikleri gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklediler.
“Nerede girildi bu çıkmaz sokağa, ne zaman iliklendi o düğme?” diye soracak olursanız, benim gözlem ve değerlendirmelerime göre 25 Ocak 2014’de Ankara’da bir tören yapıldı. “Yüzyılın İslam Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” adı verilen İslam Ansiklopedisi madde yazarlarına ödüller verilmişti. Eski Diyanet İşleri Başkanları Tayyar Altıkulaç, Süleyman Ateş, M. Sait Yazıcıoğlu, Ali Bardakoğlu ile dönemin Diyanet Başkanı Mehmet Görmez ve üst düzey yöneticiler ile Başbakan Recep Erdoğan, çeşitli bakan ve üst düzey siyasiler ve bürokratların hazır bulunmuşlardı. Zihinlere ‘Yolsuzluk hırsızlık değildir’ fetvası ile kazınan Hayreddin Karaman’ın bizzat Başbakan’ın elinden ödül aldığı o törende Erdoğan bir konuşma yaptı. 2014 Mart ayında yapılacak yerel seçim atmosferinin başladığı ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının yıkıcı etkisi ile günah keçisi ilan edilen ve o zamanlar Paralel Devlet Yapılanması diye adlandırılan cemaate yönelik hücumların başladığı, havuz medyasının her gün çarşaf çarşaf cemaat aleyhine haberler yaptığı, Başbakan’ın bin bir türlü hakaretlerle seçim meydanlarında konuştuğu dönemdi o dönem.
Erdoğan o konuşmada bir cümle sarf etti. Vasıflar zikrediliyordu, ismen bir şahıs hedef alınmamıştı ama adrese teslim bir cümleydi o ve hedef Fethullah Gülen’di. Şöyle dedi Erdoğan: “Fetret dönemleri gelip geçer, ihanetler yok olup gider. Bu medeniyet yalancı peygamberleri, sahte alimleri bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetti.” Bana göre orada bulunan herkes anladı bu sözün gittiği adresi ve çokları alkışladı bu cümleleri. Devam eden cümleler de alkışlarla kesildi. İlginçtir on sırada oturan Eski Diyanet İşleri Başkanları ve Görmez bu cümleyi alkışlayanlar arasında değildi. Defalarca izledim o görüntüleri. Protokolden tanımadığım bazıları alkışlıyor ama Başkanlar alkışlamadı. Alkışlayanlar acaba hocalar mı idi yoksa o zamanların adeti olduğu üzere o programa da otobüslerle taşınmış taraftar kitlesi miydi? Cevabını bilmiyorum, ama youtbe da hala izleyebileceğiz görüntülere göre alkış inkar edilmez bir vakıa.
Bu satırları yazmadan önce defalarca kalbimi yokladım
Şimdi okuyacağınız satırları yazmadan önce defalarca kalbimi yokladım, acaba tarafgirlik hissi ile mi yazıyorum diye kendimi sorguya çektim. Hocaefendi ve hizmet ile olan irtibatım mı bana bu cümleleri söyletiyor diye çok düşündüm. Bugün dünya yarın ahiret, Allah’a hesap vereceğiz. Hayır, orada söz konusu cümlelerle hakarete maruz kalan kim olursa olsun aynı değerlendirmeyi yapardım. Bundan adım kadar, imanım kadar eminim.
Pekâlâ ne demek istiyorsunuz derseniz; gönül isterdi ki o sözün sarf edildiği an Diyanet İşleri Bakanı çıkıp itiraz sesini yükseltebilseydi. Mesela deseydi ki: ““Başbakanım! Yalancı peygamber, sahte veli, alim müsveddesi, virüs” gibi kelimelerle hakaret ediyorsunuz. Hakaret etme dinimizde günah. Hukukumuzda suç. Ahlaken ayıp. Gelenek ve göreneğimizde yeri olmayan bir şey. Kast ettiğiniz kişi kim olursa olsun son tahlilde bir insandır ve sizin başbakan olmanız size başkalarına hakaret etme yetkisi vermez. Eğer bir suç imasında bulunuyorsanız elinizdeki delillerle suçlamanızı yapar adil mahkemeler önünde hesaplaşırsınız. Davacı olduğunuz kişi de çıkar o bağımsız yargı önünde adilce yargılanır, suçlu bulunursa cezasını çeker ama suçlu dahi olsa sizin hiç kimseye hem de bir Başbakan sıfatıyla hakaret etmeye hakkınız yok.” diyebilseydi.”
Haydi o demedi veya diyemedi, orada Erdoğan’a da Diyanet İşleri Başkanına da hocalık yapmış nice hocalar vardı. Bunlardan birkaç kişi, haydi ondan da vazgeçtim Hz. Ömer’e verdiği hutbe esnasında itiraz eden bir kadın gibi ya da Hz. Ömer’e ‘Sen yanlış yaparsan seni eğri kılıçlarımızda düzeltiriz’ diyen sahabi gibi cesur bir kişi çıksaydı ve itirazını dile getirseydi.
Diyelim ki tören meclisi böylesi bir çıkışı yapmak için müsait değildi. Akşam Diyanet İşleri idarecileri program değerlendirmesi yapıp ertesi günü bir basın açıklaması yapsaydı. Veya evlerine dağılan hocalarımız gözlerinin önünde olup biten şeyleri kendi aralarında yapacakları telefon konuşmaları ile değerlendirip ertesi gün ortaklaşa bir basın açıklaması yapsalardı. Diyelim ki o cümlenin içerdiği hakaretleri ve teslim edildiği adresi fark etmediler; ertesi günkü gazetelerin manşetlerine ve TV programlarına baksalardı ve bu karşıt tepkiyi velev ki bir tweet ile olsun yapsalardı.” Yapmadılar, yapamadılar. Yazının başında ifade ettiğim gibi ya kendileri de buna inandıkları için yapmadılar, ya da iktidarın hışmından korktukları için yapamadılar.
Sözün özü şu, bana göre Diyanet camiası ve İlahiyat akademik kadrosu için kırılma noktası burasıdır. Çıkmaz sokak, yanlış iliklenen gömleğin ilk düğmesi dediğim nokta işte burasıdır. O çıkış yapılamadığı için çıkmaz sokağa girilmiştir. Eğer sıcağı sıcağına bu çıkış yapılabilseydi ihtimal bugünlere gelmezdik. Meydanın boş olmadığını anlayan siyasiler daha temkinli adım atarlardı ve hadiseler çok daha farklı seyrederdi. Şimdi o anahtar kavramı Diyanet’ten ödünç alarak kullanayım, siyasilerin, iktidarın, AKP’nin, Erdoğan’ın dini istismar etmesinin önü belki bu çıkışla alınabilirdi. Ama heyhat!
Bugün itibariyle hemen her gün devam eden cemaat operasyonları ile alakalı siyaset yorumcularının yaptığı bir benzetme var. Diyorlar ki pedal çevirerek bisikletle yokuşa doğru tırmanıyorsunuz. Yokuşta pedal çevirmeyi bırakırsanız bisiklet geriye gider. Onun için iktidar mecbur bu operasyonları devam ettirmeye.” Aynı şey maalesef Diyanet için geçerli. Mehmet gitmiş Ali gelmiş değişmeyecektir; Diyanet mecbur cemaati hedef tahtasına koyup dini istismar demeye.
Siyasete eyvallah etmeyen, ilmi namus, insanî hassasiyet ve Allah’a ahirette hesap vereceğine inanan adalet duygusuna sahip sağduyulu bir başkan çıksa siyasilerin dini istismarı son bulur mu diyecek olursanız? Cevabım hayır. Böyle bir duruşa sahip insanı başkan yapmaz? Kim yapmaz? Yukarıda demiştim. Tekrar edeyim: Ne devlet ne hükümet ne siyaset ne zihniyet ve ne de menfaat. Allah yardımcımız olsun.