Tutuklu gazeteci Zafer Özcan’ı kızı Ebrar Beyza Özcan yazdı: “Bir sahne görünüyor, benim gözlerimin çokça aşina olduğu bir sahne. Bir çift zarif el, dans edercesine hareket ediyor klavyenin üzerinde. Düşünceli biraz, kaşları hafif çatık. Öyle güzel kaptırmış ki kendini, görenler dünyaya geliş amacının yazmak olduğunu zannediyor.”
| EBRAR BEYZA ÖZCAN yazdı…
İçimde bir meydan var. Meydanın orta yerinde bir açık hava sineması, sevdiklerim bir yanda. Herkes benim hikayemi izliyor, herkes ilk kez bu kadar sessiz. Anlatmak mümkün değil ama herkes ilk kez ben çırpınmadan anlıyor.Bir sahne görünüyor, benim gözlerimin çokça aşina olduğu bir sahne. Bir çift zarif el, dans edercesine hareket ediyor klavyenin üzerinde. Düşünceli biraz, kaşları hafif çatık. Öyle güzel kaptırmış ki kendini, görenler dünyaya geliş amacının yazmak olduğunu zannediyor.
Sonra bir başka sahne. Küçük bir kız çocuğu, kollarını masanın üzerinde kavuşturmuş, pür dikkat izliyor o elleri. Sanki gözlerini kırpsa kaybolacak, sanki bir kelebeği ürkütmemek için nefesini tutmuş gibi…
Birkaç gündür hep aynı film dönüyor zihnimde. Anılardan demeçler sunan zihnim şimdi tek bir sahneye takıldı. Ama eminim, herkes anladı beni. Çocukluğum, genç kızlığım, kendimi arayışım boyunca hep aynı sahne eşlik etti bana. İçimdeki yazma arzusunu alevlendiren, beni ait olduğum evrenle tanıştıran elleri kazıdım zihnime. O ellerin dans ederken çıkardığı ritmik sesleri ezberledim. Hayatım boyunca keyif aldığım bir şeye dönüştü bu; onu yazarken izlemek. Nedense bu sahnede beni kendine çeken bir şeyler vardı, elimde olmadan kendimi onu izlerken bulurdum hep. Dünya böyle anlarda sanki daha bir telaşsız ve güvenli görünürdü bana. Dışarıda kaba insanların çiçeği, kediyi, yaşamı ürküterek yürüdüğünü bilirdim elbette. Dışarıda yüksek sesler, sert bakışlar, yer altı vardı. Ama ben hepsinden uzak, benim için örülmüş birkaç dakikalık kısa anın içinde güvende olurdum.
Bu histen mahrum, dünyanın orta yerinde bir başıma kalmışım gibi buruk bir tadı var şimdi yaşamın. Tekrar onu yazarken izlemek, tam o anda tutup zarif ellerinden öpmek isterdim şimdi, tam şu dakika. Binlerce kez söylemişimdir belki ama hikayemi ilk kez duyanlar için tekrar söylemek isterim, ben bu sahneyi hayatım boyunca hep çok sevdim.
Aklıma kazınmış bir sahne daha var, birkaç dakika ve birkaç cümleden ibaret. Bir defasında da ağaca tırmanmak istemiştim, tırmandım ancak inmek zor gelmişti gözüme. Düşmekten korktum. “Hadi gel yardım et, inemiyorum” dedim. Ama gelmeyeceğini biliyordum. Gelmedi, tebessüm ederek “bekliyorum burada, sen gel” dedi. Kendi başıma indim. Şimdi de nedense yine tebessüm ederek beni seyrediyormuş gibi bir his var içimde. Ancak şimdiki öyle kolay olmayacak, düşersem kim tutar beni?
Ben kendi toprağımda, gökyüzünü daima kucaklayarak serpildim. Büyüdüm, kendim oldum. Bana kendim olma fırsatını verdi, bana kendime güvenmeyi, affetmeyi, sınırsız düşünebilmeyi verdi. Şimdi yokluğunda ilk kez böyle güçsüz ve ilk kez böyle güçlü hissediyorum. Başarılı olmak mecburiyeti yürüyüşümü dikleştiriyor. Herkes adına ve herkesten çok başarmam gerekiyor şimdi.
Sendelemiyor değilim, ama çok sağlam ellere tutunuyorum. Bir yanımı koparıp atan yaşam bana başka bir toprak hediye etti. Köklerimi günden güne daha derinlere saldım, benimsedim iklimini. Sınırsızca kendim olmanın mutluluğunu kana kana içtiğim, sırtımı ve ruhumu yasladığım ana vatanımdayım. İşte geldiğin vakit seni yeni toprağımla tanıştıracak, beni daima cömert kollarında ısıttı diyeceğim. Sen yokken üşümeyeceksem hiç, bu sebepten yalnız.
Geçenlerde bir mektup aldım senden. Bana yine sevmeyi, merhameti öğütlüyorsun. “Kin gibi medeniyetten uzak bir duyguya esir etme kendini” diyorsun. “Kendin olmaktan, kendin kalmaktan vazgeçme” diyorsun. Tam kendimden tüm ümidi yitirmişken o sihirli ellerin çocukluğumdaki gibi koştu yanıma. Beni sardı, kelimelerin okşadı yüzümü. Pek çok şey geçti zihnimden o anda ama anlat desen anlatamam. Gözyaşlarım o bilindik rotayı izledi aralıksız. Zamanı zihnimde erittim, seni düşündüm yalnız. Tek başına yaşadığın o mahşeri, yanında olamamanın canımı ne çok yaktığını düşündüm. Hiç güçlü hissetmiyorum aslında ama o an yanında olsam dimdik dururdum, eminim. O an yanında olsam gözlerim gülümserdi sana. O an yanında olsam “ben dünyanın en şanslı kız çocuğuyum”diye fısıldardım.
“Sana bir badirenin içinden yazıyorum” demişsin. “En güzel çağında, en güzel zamanlarını, hayatın sana bahşettiği en müstesna yıllarını, üzüntüden üzüntüye savrularak geçirdin.” demişsin. Bilsen nasıl özledim seni. İnsan çok basit şeyleri düşünüyor böyle zamanlarda biliyor musun? Kaybettiğim, o çok büyük kayıplar sandığım şeyler ufaldı gözümde teker teker. Çok basit çok küçük anları özlüyorum ben. En çok onların alınması üzdü beni. Seni bir daha ne zaman yazarken izleyebileceğim, ne zaman kahvemi içeceksin tekrar, ne zaman sabah kahvaltılarımız bitmeyen sohbetimizle asırlara evrilecek? Yalnız bunlar dönüyor zihnimde. Sadece bunları diliyorum, dilimde bir tekerleme gibi dönüyor aynı dualar. Dilimi aynı duaya esir bırakıyorum.
O karanlık sabaha uyandığında kumru seslerini duymuşsun, hüzünlenmişsin yine. “Evet belki ilk anlarda hissiyatım çaresizlik yüklüydü, yıkıcıydı belki ama sonrası derin bir huzur vadisine, dingin bir ilkbahar ormanına yolculuktan ibaretti ve ben bu satırları sana o yolculuktan yazıyorum.” Ne kadar süreceğini kestiremediğimiz bu yolculukta seni yalnız bıraktığım için özür dilerim. Ama söz, güneşin hükmünü henüz yitirmediği aydınlık sabahlar geri geldiğinde, şarkısını söylemeye başladığında kumrular, anneler güleç yüzleriyle baktığı vakit çocuklarına, ben seni yanıbaşıma alacağım.
NOT: Bu yazı tutuklu gazeteci Zafer Özcan’ın kızı Ebrar Beyza Özcan’ın kişisel blogundan alınmıştır.