Hep hatırlıyorum, yine İzmir, yine Hisar Camii, yine Büyüğümüz.Büyüğümüz’ün her zamanki gibi derde devâ, rûha şifâ vaazı, vatanımızın, insanımızın hâline saatlerce ağlayan genç-yaşlı yiğitler.
Âbiler, ablalar.
Nesl-i cedîd.
O vaaz günleri unutulamaz, cesetler müteaddit fakat ruhlar müttehid, hâline, hâlimize ağlayan ulvî ruhlar.
Hocaefendi, ruhu bilmem hangi âlemde, kalbi ölmüş, gözyaşları kurumuş, kayıp bir nesle ağlamayı öğretiyor.
Günâhlarımıza, geçmişimize, geleceğimize, ahvâle ağlıyoruz.
O’nun en büyük hizmetlerinden biri kurumuş damarlarımıza dem, gözlerimize nem, cânımıza cân olup, bizlere ağlamayı öğretmesidir.
Unuttuğumuz ağlamayı öğretmesi.
Evet bizde öğrenmiştik ağlamayı, bilirim.
Ağlamaktan gözünden yaş değil, kan gelen Abdullâhlar bilirim.
Ağlamaktan düşüp bayılan Saadeddînler bilirim.
Ağlamaktan zebûn olmuş gözleri ile oturup, nâsihinin kendisine hayretle,
“vaazda öyle gençler görüyorum ki, hallerine hayrân oluyorum”
dediği Rıdvânlar bilirim..
Evet “yiğitler ağlar”
Hele bir gün bilirim ki, yüzlerce yıl konuşulacak, ebediyyen hatırlanacak, “hey gidi günler diyeceksiniz” günü, gününü bilirim.
Hayâtımın en nûrlu saatleri.
Aydın ruhları gelmeden uyaran, göz yaşının seylâb olup, tusunamiye döndüğü, bizleri dipten, temelden, ırgalayan “Hisar 7” gününü , günlerini, fırtınasını ve huzûrunu bilirim.
Koca câminin ağlayanlara ağladığını bilirim.
Bilirim, bilirimde ağlayamam.
Ama yiğitler ağlar.
Herşey, ağlamayı tekrâr unuttuğumuzdan, kupkuru kuruduğumuzdan başımıza geldi.
Hem geçmişte, hem şimdi.
Gafletle, ağlamayı unuttuk.
Bir kaç yıl evvel huzûrda, bir ermiş,
– Hocam yeniden ağlayan nesiller görmek istiyor.
demişti.
Ağlayan nesiller, inleyen nesiller.
Eyyûb gibi, Yâkûb gibi, Zuleyhâ gibi ağlayan nesiller.
Bizim bahtımız gözyaşları ile ümrâna döndü, bahçıvân gözyaşları ile hayat suyu verdi fidelerimize, cânımızâ, cânânımıza.
Gözyaşları ile dirildik biiznillâh.
Sonra gaflete düştük..
Bu ihtirâb günleri, ters, muhâlif rüzgâr, fırtına, dağıtır mı gafletimizi acaba ?
Toparlanıp, yeniden ağlar mıyız, halimize ?
Kuruyan dem ve damarlarımıza cân, gözyaşlarıyla yürür mü acaba ?
Allâh herşeyi sudan yarattı, gafletten uyanışımızı da sudan, haşyet, nedâmet gözyaşlarımızdan yaratacak, inanıyorum.
Unuttuğumuz ağlamaktan, gözyaşlarımızdan yaratacak, uyanışımızı.
Gecelerde seccâdede bıraktığımız, gündüzlerde riyâdan korkarak sakladığımız, gözyaşlarımızda yaratacak Rabbimiz uyanışımızı, kurtuluşumuzu.
Gafletten gözyaşları ile uyanacağız, inşâAllâh.
Bilmiyorsunuz belki ammâ gözyaşı kanalları kurudu bahçıvânın, her ânı seyyâle, Yâkub’un Yûsuf’una ağladığı gibi ağlayan, inleyen, gülen gözlerinden, gerçekten tedâvi görüyor bahçıvân.
“Rûhumda hepinizin acısını hepinizden çok duyuyorum” diyerek.
Hatırlıyorum, Allâhım diyordu “beni evvâh, evvâb-ı münîb kıl, hep ağlayayım, inleyeyim.”
O Hâlâ ağlıyor, biz ağlamayı unuttuk.
Gecenin böğründe helâket ve felâket asrının insanına soruyordu, mebûsân-ı asr ve mühim bir zât,
– Düştüğünüz bu halin sebebi nedir ?
Farklı versiyonuyla “ağlamamak” diyordu, pîr-i muğan, ağlamamak.
Ağlamadık, celîl-i cebbâr cebren ağlatıyor.
Esâret, Sürgün, hicret, şehâdet ve zulümle ağlatıyor yaradan.
Meriçten su değil, vallâhi gözyaşı akıyor, meriç cennete akıyor.
Mescûn, mağdûr, mehcûr, mazlûm ağlıyor, ağlıyoruz.
Cebren ağlıyoruz.
Ama bu değil, zulme değil, ahvâl-i perişânımıza, günâhımıza, neslimize ağladığımızda uyanacağız.
Gecelerde uyanacağız, ağlayacağız, evrâd-u ezkârla inim, inim inleyerek.
Cebren değil, ihtiyâren ağladığımızda uyanacağız.
İşte o zamân gözlerimizi kurulayıp açtığımızda ferecle, mahrecle uyanacağız.
Celîl-i cebbâr ağlattı, cemîl-i gaffâr güldürecek bizi.
Alanda O, verende O.
Gafletten gözyaşlarımızla uyanırsak, güldürecek bizi.
Ağlayalım kardeşlerim, ne olur ağlayalım ve uyanalım.
İnşâAllâh.mansurturgutk@gmail.com