Isparat’nın Eğirdir kazası, Üstad Hazretlerinin kaldığı Barla’ya nisbetle daha kültürlü ve bürokrat insanların bulunduğu bir yerdir.
Bu yüzden zaman zaman ilmî ve dînî münakaşalara sahne olur. Üstad, bu tartışmalardan haberdar olur ve kendilerine bir mektup yazar. Bu mektuptan TARTIŞMA USÛLLERİ hakkında önemli PRENSİPLERİ ihtiva ediyor ve şöyle deniliyor: “Ehl-i Hak, yalnız hak için bahse girişilmeli. Hak için bahse girişen ızhâr-ı fazl etmez (kendisini üstün ve faziletli göstermeye çalışmaz.) Yalnız hakkı arar. Hak, hangi tarafta olursa olsun, kemâl-i şevk ile alır. Hatta hak, hasım tarafında olsa, halis bir hakperest daha ziyade sever. Çünkü istifade eder. Eğer hak, onun sözünde olsa, bir istifadesi olmaz. Gurura girmek ihtimali var. Fakat hasmın elinden çıksa, hem istifade eder, hem teslimiyetle hakka inkıyadını gösterir. Bir fazilet dahi kazanır.
“Hakikat böyle iken, maatteessüf ehl-i hakta ve ulemada HAKPESETLİK namı altında, NEFİSPERESTLİK işe çok karışıyor. En mühim ve kudsî bir meseleyi, satranç oyunu gibi, ızhar-ı fazl yolunda ve ilmî müzâkereyi, MÜNAKAŞA derecesine çıkarıp onunla oynuyorlar. Her iki taraf kendini haklı zanneder. Her iki taraf madem münakaşa suretini alıyor, haksızdırlar. Zaten kemiyeten (sayı itibariyle) az olan ehl-i dalâlet, kesretli (çok) olan ehl-i hakkın şu halinden istifade ederek, mağlup edip perişan ediyorlar.
“Hem münakaşacı iki taraf, o meselede hakkı göremezler. Çünkü insaf nazarıyla bakılmadığı için tenkit nazarı, hasmının yalnız çürük taraflarını ve taraftarlık cihetiyle kendi nefsinin yalnız iyilik tarafını görür. İyiliklerini onun çürükleriyle muvazene eder. Elbette bu nazar, hakkı göremez, görse de tanımaz.”
Üstad Hazretleri Yirminci Lem’a’da (İhlas Risalesinde) bu hususta şöyle diyor: “Fenn-i âdâb ve MÜN ZARA ilminin âlimleri arasındaki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup, kendi haklı çıktığına sevinse; hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o münazara bilmediği birşeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa, zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip memnun olur.
“İşte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarikat, ehl-i ilim kendilerine rehber edinseler, ihlası kazanırlar. Uhrevî vazifelerinde muvaffak olurlar. Böylece bu fecî sukut (düşüş) ve hazır musibetten Allah’ın rahmetiyle kurtulurlar.” (Yirminci Lem’a, Yedinci Sebep)
“Eğirdir’de ilmî bir münakaşayı iiştmiştim. O münakaşa, bilhassa şu zamanda yanlıştır. (…) Bu çeşit meseleleri münakaşa etmenin şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir durette, ehil olmayanların arasında, yanlış anlamaya sebep olmadan müzakeresiz câiz olabilir. O müzakere, hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muârızın elinde zâhir olsa müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa fazla bir şey öğrenmedi… belki gurura düşmek ihtimali var. (…) Avâm içinde müşkilât-ı hadisiyeyi münakaşa etmek, ızhâr-ı fazl suretinde, avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak C İZ DEĞİLDİR.” (Yirmi Sekizinci Mektup İkinci Mesele, Sâniyen)
Seneler önce materyalist bir anlayışın içinde yoğrulmuş birisi, bizim arkadaşlardan bir cami imamına şüpheli sorular soruyor. Ama arkadaşımız gülümsüyor ve ona “Zannetme ki bunların cevabı yok… Hepsinin de cevabı var…” Arkadaşımız onu alıp Hocaefendinin Bornova’da Cuma vaazına götürür. Namazdan sonra İmam odasına Hocaefendinin yanına girerler. Orada aynı soruları Hocaefendiye de sormak ister. Hocaefendi, “Bunları Mehmet Özyurt Hocamız size anlatır.” der. Sonra Mehmet Hocamızla beraber üniversitede okuyan öğrencilerin evlerine giderler. Evlerinin tertip düzeni ve onların güzel hâl ve tavırları ona çok tesir eder. Ayrıca Mehmet Hocanın onlardan bir kitap isteyip tam da onun sorduğu sorulara cevap teşkil eden yerleri okuyup şüphelerini gidermesi çok hayret ve dikkatini çeker. Seneler sonra İslami hakikatları kabul edip Risale-i Nurları baştan sona okumaya başlayınca, şimdi sizlere takdim ettiğim bölümleri mütalaa edince, niye sorularına münakaşa tarzında cevap vermeyip, nefislerin çatıştığı münazara ve münakaşadan kaçınıp, normal olarak ortaya söylenmiş değerli sözler gibi takdim edilmesinin hikmetini kavramış… “Eğer münakaşa tarzı olsaydı, mağlubiyeti kabul etmeyen nefsim o güzel hakikatları kabullenmekte zorlanırdı.” diye bir itirafta da bulunmuştur. Cenab-ı Hak ona Hizmet dolu bir hayat bahşetsin…