UĞUR TEZCAN-TR724.COM
AKP ve ve Erdoğan’a verdiği siyasi ve ‘ilmi’ destek üzerinden çok eleştirilen bir karakter Hayrettin Karaman. Erdoğan’ın siyasi hamlelerine dayanak olması hasebiyle verdiği siyasi nitelikli fetvalar halen tartışılıyor.
Bunlar gelecekte de her mahfilde ele alınmaya ve tartışılmaya devam edileceklerdir ve Karaman’ın ‘’açık amel defteri’’ olmaları vasfıyla da hep dillerde dolaşacaklardır.
Üstelik sadece Karaman’la sınırlı değil mesele. Ahmet Taşgetiren (şimdilerde yeni kurulan muhalif kanada geçmiş olsa da), Ahmet Akgündüz, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Diyanet camiasından bir çok din adamı ve daha başka kendisine ‘aydın’ denilen geniş yelpazede bir çok insan, Erdoğan’ın ülkeyi getirdiği noktaya ve zulümlerine benzer şekilde kalemleri, söylemleri veya hutbeleri ile (yani ilimleri ile) destek verdiler ve o zulüm çarkının adeta ‘manevi’ dinamikleri oldular. Muhafazakar AKP kanadını bir amaç etrafında bir arada tutmaya dönük gerçekleştirilen siyasi propagandanın maharetli birer ‘büyücüsü’ oldular.
AKP ve Erdoğan’a destek veren başlıca iki büyük kitle vardır: Bunlardan birincisi AKP’ye salt çıkarları uğruna destek veren inanılmaz derecede menfaatçi bir gruptur. Pastanın büyük bir kısmını bu kesim götürür. Erdoğan’a yol açma ve ona kapital kazandırma yönleriyle ciddi bir itici güç olan bu kitle ideolojisi uyuşmasa da propaganda ile kandırılmaya ihtiyaç bile duymayan, her şeyi bile bile, Erdoğan’a maddi anlamda destek olmaya devam eden bir kesimdir. Diğer kesim ise maddi imkanlardan diğer grup kadar istifade edemese de dini temalı hisler ve duygular üzerinden sürekli olarak ikna edilmeye, propagandaya maruz bırakılmaya, üzerlerine örtülmüş olan toz-pembe hayallere inandırılmaya ihtiyaç duyulan muhafazakar kesimdir.
İşte bu yazıya sebep olan Karaman gibi kişiler (ekipler) ilimleri ile, söylemleri ile, yazdıkları ile ve gerektiğinde fetvaları ile Erdoğan’a bu ikinci kesimden gelmesi gereken taban desteğinin idamesi adına sürekli yardımcı oldular. Söylemleri ile büyük bir halk kitlesinin gözünü boyadılar. Yozlaşmışlıkları, suçları ve kusurları onlara gerekli ve elzem birer ‘devlet eylemi’ olarak gösterdiler. Bununla da kalmayıp Erdoğan’ın, hedeflerini gerçekleştirmek ve Ergenekon’a verdiği sözleri tutmak adına (Perinçek’in hiç yalanlanmayan; Erdoğan bizim planımızı uyguluyor sözünü hatırlayınız) büyük bir İslami Hizmet Hareketi’nin masum insanlarının soykırıma tabi tutulmasına ayinedarlık ettiler. Erdoğan’ın hukuki temelden yoksun olarak tamamen zihninden, öfkesinin bir meyvesi olarak oluşturduğu ve milletin de adeta buna ‘tapınmasını’ beklediği (tam olarak inanma yönüyle) ‘itibarsızlaştırma-düşman üretme’ heykelinin içine ilimlerini, itibarlarını ve güvenilirliklerini kullanarak adeta sahte bir ‘ruh’ üflediler ve ona; süslü ve iddialı, ‘altından’ döktükleri sözlerle bir zırh yaparak şekil verdiler!
Ahmet Taşgetiren, Hizmet Hareketi’ni ihanetle suçlayıp onun dış güçlerle irtibatlı olarak hukuki bir darbe yaptığını ve paralel devlet yapılanması oluşturduğunu vs. söyledi. Ahmet Akgündüz gibiler ‘’evliyaullahtan bile olsalar katledilmeleri caizdir!’’ gibi ifadeler kullandı ve AKP’nin yolsuzluklarına da yüzde yirmi fetvaları ile destek verdi. Diyanet İşleri Başkanı Erbaş da, Hizmet hareketi içerisindeki inananlar hakkında ‘’dış güdümlü bir terör örgütü olan FETÖ’nün; itikadi, ameli ve ahlaki bir sapma hareketi olduğu bütün yönleriyle ortaya çıkmış ve karanlık yüzü ifşa olmuştur’’ diyerek bu ateşe odun taşıdı. Onun gibi daha binlerce imam veya eli kalem tutan insan da benzer iftiraları hiç düşünüp çekinmeden sarfettiler televizyonlarda, gazete köşelerinde veya cami kürsülerinde.
Bu yazıya başlık olan Hayrettin Karaman da bu tarz eylemlerin öncü bir ismi olarak benzer yanlışlara fetvalarıyla ve yazılarıyla imza attı. Mesela; ‘’zaruret halinde halkın malını gasp etmek caizdir’’ dedi. ‘’Ümmetin selameti için haramların helal olabileceğini’’ iddia etti. ‘’Suçu sabit olmasa da şüpheliler cezalandırılabilir’’ (meslekten ihraç ve tutuklama gibi) diyebildi. Tıpkı liberal aydın Mustafa Akyol’un; ‘’önleyici tedbir’’ noktasında yaptığı benzer çağrılar gibi. Karaman ayrıca, ’Gülen fırkasının ümmetin biat ettiği kişiye (ki bu halife demektir, UT) biat etmediği için yapılanları hak ettiklerini’ öne sürdü. Bir de yapılan bazı yolsuzlukların hırsızlık olmadığını ileri sürmüştü ki böylece devlet imkanlarının AKP tarafından alenen soyulmasına yeşil ışık yakmış oldu.
İşte bu isimler ve onların peşlerine takılan diğer ‘ilim-kalem’ erbabı insanlar, bir yandan devlet imkanlarının AKP, Erdoğan ve ailesi eliyle büyük bir soyguna tabi tutulmasına önayak oldular diğer yandan da ikna edilmesi gereken tabanı bunların normal ve gerekli eylemler olduğuna inandırdılar ve bunu dini davaya hizmet etme adına (hilafi hareketin en hızlı şekilde zenginleşip güçlenmesi adına, UT) elzem gösterme işine yaradılar. Bu yöndeki algıları o tabanın kulağına kesintisiz bir şekilde üfleyip durdular ve sözleriyle onları hipnotize ettiler!
Bunlar devam ederken de kendilerine büyük bir rakip olarak gördükleri bir Hizmet hareketinin hayırlı işlerinin baltalanması ve günah keçisi ilan edilmesi adına da her türlü desteği verdiler. Bununla da yetinmeyip o masum Müslümanların malları gasp edilip şirketlerine kayyımlar atandağında, kurumları çalınıp insanları haksızca derdest edildiğinde o insanlar hakkında ‘haindirler’, ‘katledilmeleri bile caizdir’ veya ‘devlet bekası adına…’ tarzında fetvalarla tezahüratlarda bulundular ve o zalimlerin önlerine ışık tuttular.
İşte tüm bu zulümler süregiderken ve açıktan işlenen bir soykırım çarkı dönmeye devam ederken Karaman’ın çıkıpta ‘’yoruldum ve hastayım… yazdıklarım istemeden birilerini kırmış olabilir… haklarını helal etsinler!…’’ tarzındaki ‘helalleşmesine’ karşı doğal olarak olumsuz büyük bir tepki seli oluştu. Çoğu insan yukarıda resmettiğim suçları öne çıkararak haklarını helal etmeyeceklerini beyan ettiler.
Ben ise meseleye daha farklı yaklaşıyorum. Karaman’ın ‘helallik’ istemesi meselesini bile, gördüğünüz gibi tırnak içerisinde yazıyorum. Twitter hesabımdan da arkadaşlara şunu söyledim: Neden hemen üzerinize alınıp duygusal bir şekilde hareket ediyorsunuz ve sanki sizlerden samimi bir şekilde helallik istenmişçesine tepkiler veriyorsunuz ve ‘’helal etmiyoruz!’’ diyorsunuz? Karaman’ın o son yazısını okudum ve samimi ve olması gerektiği şekil ve içerikte bir özür, bir helallik isteme eylemi göremedim. Bizde artık kültürel hale gelmiş olan ve alışkanlık gereği söylenen, ‘bir şekilde kırdıysam affola!’ tarzındaki samimiyetsiz helalleşmeler kategorisinde bir yazıydı o.
Eğer Karaman gerçekten samimi ise; her türlü siyasi ve maddi tepki ve neticeyi göze almalı ve halen süregiden zulümler dolayısı ile sebep olduğu mağduriyetleri dile getirmeli, yanlış söylem ve fetvalarla insanların hayatlarının karartılmasına sebep olduğu için vicdan azabı duyduğunu ifade etmeli, Erdoğan’ın yanlış bir yolda olduğuna, esas olanın hukuki süreçlerin işlemesi gerektiğine dair beyanlarda bulunmalı. Ben işte ancak o zaman helalleşmede bir samimiyet emaresi görebillirim ve onu kendimce bir değerlendirmeye tabi tutabilirim. Şu da asla unutulmamalıdır ki; işlenen kusurların ve suçların kamuya, insanlığa ve dine karşı sebep olduğu büyük yıkımlar göz önünde bulundurulduğunda sizler tüm haklarınızı helal etseniz de bu tür kişilerin Ahirette verecekleri hesap çok daha farklı boyutlarda cereyan edecektir.
Bunlar yapıl(a)mayacağı için ben bu tarz kişilerin ve AKP’nin muhafazakar tabanının Hizmet Hareketi insanları ile olan gerçek hesaplaşmasının (helalleşme ameliyesinin) ahirete kalacağına inanıyorum.
Bizdeki genel geçer (mevcut İslami yaşayışta olduğu) şekliyle dil ucuyla yapılan, içerisinde bir helalleşmeyi gerekli kılacak olan kusurların zikredilmediği her türlü helalleşme şekil, yöntem ve söyleminin samimi olamayacağını ve o tür helalleşmelerin ancak Ahiret mahkemelerinde gerçek manada halledilebileceğini iddia ediyorum. Bir kul hakkını bu dünyada samimi ve etkin bir helalleşme yöntemiyle çözebilmek demek; işlenen kusurları öncelikle gerçek mahiyetleriyle bu dünyada kabul edebilme cesaretini gösterebilmeyi ve ardından da onların her türlü neticelerini göğüslemeye hazır olan bir iradeyi sergileyebilme azim ve kararlılığını gerektirir. Malla işlenen kul hakları kendi cinsinden; malla helalleşme şekilleri gerektireceği gibi, sözle-ilimle sebep olunmuş helallikler de kendi cinsinden maddi ve manevi itiraf ve hesaplaşmaları gerektirirler. Yani, ilimle ve sözle işlenen kul hakları da yine kendi cinslerinden olacak şekilde yine ilimle ve sözle yerine getirilmiş açık vicdani sorgulamalar yapılmasını gerekli kılar. Bu nedenle de sathi; ‘kusurumuz olduysa affola!’ tarzındaki helalleşmeler helalleşme değil; ancak samimiyetsiz birer kelime oyunlarıdırlar! Zaten bizde birçok kalem erbabı bunu yaparken o ‘son yazıları’ içerisine hala nefislerini savunma adına ifadeler saklamaya da devam ederler.
Şimdilik burada keselim. Helalleşme ameliyesinin sırf bu yönleri üzerine ayrı bir yazı yazarak kısmetse devam ederiz.