Kurban Bayramı’nda Orta Afrika Cumhuriyeti’ne giden heyetten arkadaşımız Eyüp Bey’in hatıralarına devam ediyorum:
İlk günden beri Orta Afrika Cumhuriyeti’nde hizmet eden eğitim gönüllülerinden birisi de Yaşar Bey… Gelen misafirler için Türk Koleji öğrencilerinin hazırladıkları programı sunarken Yaşar Bey şöyle dedi: “Afrikalı bu çocuklarla benim ortak noktam; TÜRKÇEYİ SONRADAN ÖĞRENMİŞ OLMAK…” Yaşar Bey, VAN şehrimizden… Türkçeyi sonradan öğrenmiş!..
Yaşar Bey, Kırgızistan’da Kırgız bir hanımefendiyle evlenmiş. Zeynep ve Yusuf isminde iki tane de yavruları var. Okulumuzda okuyorlar. Bu arada şöyle bir TEVAFUK da oldu. Almanya’dan gelen YAŞAR isminde bir misafir de vardı. Kızı ZEYNEP, kendisine yeni alınan elbiseyi babasına verip, “Babacığım bunu Afrika’daki kardeşime ver!” der. Almanya’dan Yaşar Bey, bunu getirip öğretmen YAŞAR Bey’in kızı ZEYNEP’e hediye eder. Elbise de vücuduna tam uygun gelir… Evet bu hizmetin bir KERAMETİ de TEVAFUK şeklinde tezâhür eder.
İsmi mahfuz zengin bir ailenin evladı Afrika’ya eğitim hizmetlerine gitmek ister. Aile izin vermeyince, “yurtdışına master yapmaya gidiyorum” diye ayrılır ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne gelir, üç sene hizmet eder. “Bu zahmete niçin katlanıyorsun?” diyenlere de şu cevabı verir: “Annem ve babam, dünyalık olarak hiçbir şeye muhtaç değiller. Fakat ben onlara iyilik yapmak istiyorum. İnsan öldükten sonra bunların sevapları devam edecektir. Annem babam da aynen istifade edecektir. Ben, işte bu ‘sadaka-i câriye’ ümidiyle buralara geldim ve hizmet ediyorum.”
Sıtma, tifo ve sarı humma gibi bilinen bilinmeyen birçok hastalığın bulunduğu bu ülkede hem üniversite okuyan hem de belletmenlik yapan bir eğitim gönüllüsüne koruyucu iğneler vurulurken buna şâhit olan Türkiye’den gelen bir misafir, “Bu şartlar zor değil mi?” diye sorar. O da, “Bilakis, bu iğneler bana nerede olduğumu ve buraya geliş gayemi hatırlattıkları için, iğne vurulurken manevi lezzet alıyorum.” diye cevap verir.
Ülkedeki fakirliği, görmeyene izah etmek çok zordur. Öğretmen olarak çalışan bir yerlinin evine gittiğimizde, kerpiçten yapılmış yaklaşık 20 metrekarelik, suyu ve elektriği olmayan evde aileden dört kişi kalıyordu. İnsanların neler yemek zorunda kaldıklarını anlatmak istemiyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim: Mezbahada kurbanlar kesilirken, bir grup insan gelip kesilen hayvanların kanlarını kovalara doldurup götürüyorlardı. “Bunlar bu kanlarla ne yapacaklar?” diye sorduğumuzda, “Kanları kurutup çorbalık olarak kullanacaklar” diye cevap verdiler. Hatta bazıları, yerde kurumuş kanları kazıyarak almaya çalışıyorlardı.
Üç senedir bu ülkede yurtdışından gelen kurbanlıklar muhtaçlara dağıtılıyor. Bu vesileyle % 80’i Hıristiyan olan halk, Müslümanlara karşı önyargılarını bırakıyor ve halklar arasında bir yakınlaşmaya sebep oluyorlar. Bu yardım kampanyası artık ülkenin en üst düzeylerinde gündem olarak ele alınmakta ve koruma ve mekân tahsisi gibi her türlü destek sağlanmakta… Okulda verilen ve bakanlarla üst düzey misafirlerin de katıldığı bir akşam yemeğinde iletişim bakanı dedi ki: “Ülkemizde uluslararası okul olarak iki okul var. Birisi eskiden beri var olan Fransız Koleji. İkincisi de bu Türk Koleji… Ama belli çevrelerdeki tanıdıklarımızla görüştüğümüzde, bakıyorum onların tercihi bu Türk okulu… Genelde çocuklarını bu Orta Afrika-Türk Koleji’ne nasıl kaydettirebileceklerini soruyorlar.”
Görünen o ki, üzerlerine serpilen ölü toprağından yavaş yavaş silkinip kalkmaya çalışıyorlar…
Kurbanlarda onları unutmayalım…