NURULLAH KAYA | Zaman Gazetesi eski Gaziantep Yayın Temsilcisi
Gurbet diyarındaki en acılı haber memleketinizdeki yakınlarınızdan birini kaybetmektir. Hele de son vazifeniz için kalkıp gitme imkanınız yoksa ızdırabınız katlanarak artar. Düşünceleriniz fırtınalara dönüşür, gözyaşlarınız yağmurlar gibi ıslatır her yanınızı. Göğsünüze ve boğazınıza çöken yükü hıçkırıklarla omuzlayıp kaldırmaya çalışırsınız. Dostların varlığı ve tesellisi sizi ayakta tutar, ufuktaki gayeniz feri kesilen ayaklarınıza derman olur.
Şimdilerde tarifi çok zor olan bu acıyı iliklerime kadar yaşıyorum. Yaklaşık beş yıldır yanında olamadığım babamı, dağımı, dua edenimi kaybettim. Son zamanlarda “Haddi iki yıl aştık” diye yakınırdı. Bir anda koronaya yakalandı ve hastalık hızla ağırlaştı ve iki gün entube edildi. Ve geçtiğimiz cuma günü çok sevdiği Cuma Namazı saatlerinde ruhunun ufkuna yürüdü. Namaz aşığı bir insandı. Seccadesiyle o kadar içli-dışlıydı ki hep kıskanırdım babamın namazını. Çocukken, babam namazı seviyor diye camiye giderdim. Hem namaz kılmış olur hem de babamın gönlüne girmeye çalışırdım.
Çorum’un küçük bir köyünde dünyaya gelen babama Veysel ismini vermişler. Daha bebekken anasız ve babasız büyümek varmış alın yazısında. Anadolu’da o dönem ailesiz olmak zordur. Ninesi ve dedesinin ellerinde büyür. Daha ilkokul yıllarında köyün çobanlığını yapmaya başlar. Köy imamının rahle-i tedrisinden temel dini bilgiler edinir. Kışın buzları eritip soğuk suyla abdest almak zorunda kalır ve sık sık hastalanır. Çocuk yaşta köyden ayrılıp Çorum merkezdeki tuğla ocaklarında çalışmaya başlar. Askerlik vazifesi geldiğinde kimsesiz ve sessizce vatani görevine gider. 20 ay boyuncu kimselerin arayıp sormadığı Veysel’i terhisine günler kala komutanı yanına çağırır. “Oğlum senin anan baban, arayacak soracak kimsen yok mu, bu zamana kadar mektubun dahi gelmedi” deyince her daim sessiz ve sakin duran babam başını öne eğer. Komutanın Çorum’da tanıdığı bir arkadaşı vardır ve babamı ona yönlendirir. Böylece hayatı biraz olsun değişir. İş bulmuş ve sohbetlere gitmeye başlamıştır. Kalp ve ruhunun derinliklerine işleyen Allah ve Hz. Muhammed sevgisi onu tasavvufun derinliklerine çeker. Çorum’un kalp ehli mübarek insanlarıyla bir sohbet halkası oluşturup Allah’ı anmak ve anlatmak için biraraya gelir. Ancak Türkiye’de dönem dönem yapılan balans ayarlarıyla ilgili şartların olgunlaşması için hedef seçilen yerlerden biridir Çorum. Şehirde Alevi-Sunni kavgası çıkarılır. 1980 olayları ve akabinden darbenin ayak sesleri gelir. Lakin kimse ne olduğunu anlayamaz ve şehirde insanlar birbirlerine düşman edilir. Önce Ankara’dan gerekli atamalar yapılır. Dersim’de (Tunceli) Alevilere karşı yaptıklarıyla bilinen Nail Bozkurt, Çorum Emniyet Müdürü olarak atanır. 27 Mayıs 1980’de MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürülmesiyle Türkiye’de tansiyon yükselir ve en büyük olaylardan biri Çorum’da yaşanır. İlk olaylarda birçok kişi yaralanır ve dört kişi hayatını kaybeder. İki gün sonra şehirde çatışmalar daha da artar. Çorum’da kimliği belirsiz ve dışarıdan gelen arabalar mahallelere kurşun yağdırıp ortadan kaybolur. Kimlerin hazırladığı bilinmeyen bildiriler ve dedikodularla halk, cihada veya devrime çağrılır. Maraş ve Sivas olaylarının benzeri Çorum’da da sahneye sürülür. 4 Temmuz’da Cuma hutbesi okunurken 14 camide aynı anda! “Komünistler Milönü’ndeki Alladdin Camii’ni yaktı, bombaladı” anonslarıyla halk galeyana getirilir ve yüzyıllardır birlikte yaşayan iki kesim barikatlar, cepheler kurdurularak adeta şehrin içinde savaştırılır. Halk, elinde olmaması gereken silahlarla silahlandırılır. Çorum’da yüzlerce insan yaralanır, kayıtlara geçen 57 kişi hayatını kaybeder. Gazeteci Abdi İpekçi ve birçok siyasi cinayet ardı arkasına devam eder. Türkiye’de şartlar oluşur ve 12 Eylül 1980 tarihinde darbe olur. Akabinde fişlenen 1 milyon 683 bin kişiden 650 bini gözaltına alınır. 50 kişi idam edilir 171 kişi işkence altında, 183 kişi cezaevinde hayatını kaybeder. 30 bine yakın insan siyasi sığınmacı olarak yurtdışına göç etmek zorunda kalır.
Böyle bir dönemde Çorum’da sohbet halkalarında buluşup sadece Allah’ı anıp anlatmakta olan babam ve arkadaşları da bu süreçten nasibini alır. Darbeden hemen önce tugay ve alay komutanlıklarına gönderilen “Türkiye’ye yönelik iç tehdit” isimli raporda Nurculuk, Süleymancılık ve Nakşibendilik çok büyük tehdit olarak ifade edilir. Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi sohbet ve zikirlerine devam eden babamların bulunduğu eve de polis baskın düzenler. Babam ve arkadaşları gözaltına alınır. Babama, “Şeriatcı, Nurcu” denerek emniyette işkence yapılır. Ancak babam ve arkadaşları kötü bir şey yapmadıklarını ve sadece sohbet edip çay içip dağıldıklarını söyleselerde dinletemezler. Bugünlerde olduğu gibi 40 yıl öncede biraraya gelip bir şeyler okuyup çay içmenin suç olduğu belirtilir ve babam aylarca Çorum Cezaevi’nde kalır. Babam cezaevine girince annem kucağında benimle tek başına kalır. İyi beslenemediği için çoğu zaman sütü kesilir ve beni emziremez. Birçok öğünde çorba yerine sıcak boş su kaynatıp içine ekmek doğrayıp bana yedirdiğini anlatan annem o dönemleri andığnda gözyaşlarını tutamaz. Babam cezaevinden çıkınca, Nurcu sabıkası olduğu için iş bulamaz. Uzun süre pazarlarda çalışır ancak babamın ruh dünyasındaki adamı kimsenin hapsetmeye gücü yetmez. Günün büyük bir bölümünü camide geçiren babam, elinden Kuran’ı Kerim’ini düşürmez. Teheccüt namazını, evvabin namazını, kuşluk namazını kaçırmamaya gayret eder.
Babam, daha ben çocukken elimden tutup sık sık beni camiye götürürdü. Ben tesbihlerle arabacılık oynarken o bir köşede tek başına akşam dualarını ve tesbihatını bitirirdi. Sonrada yatsı namazını kılıp eve dönerdik. Saraç Arif ve Ali Balcı gibi esnaflık yapan Allah dostu arkadaşları vardı babamın. Nur yüzlü bu insanların yanına gittiğimde her zaman huzur bulurdum. Çok şey konuşmayan helal kazancın peşindeki bu esnaflar iyi insanlardı. Gerçek Anadolu esnafının nezih ruh dünyasını onlarla öğrendim. Şehrin bu güzel insanlarını zindanlara atmışlardı. Ancak onlar yürüdükleri yoldan vazgeçmemişlerdi. Babam, sohbet halkaları oluşturulduğunda daha 7-8 yaşında olmama rağmen beni de yanında götürürdü. Kalp ve ruh dünyamın ilk filizleri o ortamlar sayesinde yeşermişti. Evet, aradan yıllar geçmişti.
15 Temmuz’dan önce bana kol kanat geren babamla bir hafta kadar son beraberliğimizi yaşamıştık. Kader ağlarını örmüş ben de babam gibi önce Çorum Emniyetin’de gözaltına alınmış sonrada Çorum Cezaevi’ne atılmıştım. Aradan 36 yıl geçtikten sonra babamla hapishanenin soğuk duvarları arasında bir kalın camın iki yanında tekrar buluşmuştuk. Uzun süre yine konuşmadan birbirimize bakıp ağladık. Zindanda beni en iyi anlayan babamdı. Ben de babamı en iyi zindanda anlamıştım. Bir başkaydı babam. Sessiz dağ gibi bir adamdı. Ayda iki hatim okur, ibadetlerini hiç aksatmazdı. “Senin çok için dua ediyorum” demesi bana büyük moral olmuştu. Ben de elimden geldiği kadar zindandaki manevi atmosferi değerlendirmeye gayret ettim 19 ay boyunca. Çorum Cezaevi’nin benim için farklı bir boyutu daha vardı. Yine Anadolu’nun yiğit esnaflarından biri olan Kayınpederim de bu kez benimle beraber Çorum Cezaevi’ndeydi.