Malumunuz Metin Feyzioğlu’nun, Barolar Birliği Başkanlığı sona erdi. Buna sevinenler, “iktidar da böyle devrilecek” diyorlar. Orasını ben bilemem. Ben bu yazıda ‘Değirmenci Âlinin kör beygiri’ gibi olduğu yerde dönüp duran Feyzioğlu’nun hayat filmini geriye sarıp belli kareleri yeniden tespit etmek istiyorum.
Önce Anneannemin bir sözünü burada zikretmek istiyorum. Kendisi, baştan olumlu baktığı fakat sonra umduğu gibi çıkmayan biri için şöyle derdi: “Adam sandım işleği, çifte yazdım döşeği.”
Bizim oralarda merkebe “işlek” derler.
İşin doğrusu baştan bizde Feyzioğlu’nu adam zannettik, fakat sonra yedik onun çiftesini.
Maalesef bunun çok örneği var.
Ona, rejimin sahipleri adına Erdoğan’ı vaftiz edip eski günahlarından arındıran bir şark kurnazı dense hafif kalır.
Evet o, vaftizci rolünü sürdürebilmek için arada başka roller de oynamaktan çekinmeyen bukalemun gibi bir şey.
Mesela, bir bakmışsınız, adliyede gözaltındaki ODTÜ’lü öğrencilerin haklarını savunuyor.
Bir de bakmışsınız uluslararası insan hakları örgütleri işkenceyi raporlarken, o batı başkentlerinde Türkiye’de işkence yoktur diye eşik aşındırıyor.
Evet, o, üstlendiği şark kurnazlığı rolünü inandırıcı kılmak için Erdoğan’ın korumaları tarafından dövülen Avukat Sertuğ Sürenoğlu’nu kurtarmaya kalkmıştı.
Ancak son üç yıl içinde, 1762 avukat hakkında soruşturma açılmasına hiç sesini çıkarmadı.
Bunlardan 600’a yakını tutuklandı ve aralarında 6 baro başkanının da bulunduğu 274’ü mahkûm oldu.
Ama bu işlek, ağzını açmak şöyle dursun yüzü bile kızarmadı. Avukatlar cüppeleri sırtlarındayken karga tulumba mahkeme salonlarından atıldı. Arşivlerde cüppelerine kan damlamış, kolu kırılmış, sakatlamış onlarca avukat fotoğrafı var.
Bunlardan hiç birisine sesini çıkarmadı.
Hatırlarsanız, 17-25 Aralık sonrası Samanyolu TV’deki bir programa çıkmış ve o günlerde batırılmak istenen Bank Asya’ya para yatıranların bir demokratik duruş sergilediğini şöyle söylemişti: “Vatandaş Bankasına sahip çıktı. Bu demokratik bir tepkidir, bu bir sivil toplum hareketidir, dayanışmayı takdir ettim. İnsanlar bileziklerini bozdurup sıraya girdiler, paralarını yatırdılar.”
Ancak bu işlek herif, Bank Asya’ya para yatırdığı için terör suçlamasıyla ceza alanlara gelince kör beygir gibi olduğu yerden dönerek görmezlikten gelmişti.
Aynı işlek, bir zaman STV’de Erdoğan hakkında ‘İŞİD’i büyüttü, Türkiye’yi terör ihraç eden bir ülke haline getirdi, elleriyle yarattığı canavar geri dönecek’ diye konuşan bu işlek, daha sonra mehter marşı eşliğinde Erdoğan’ın yelkenlerini şişiriyordur.
Gezi eylemleri sırasında elinde gaz kapsülüyle Köşkte dönemin Cumhurbaşkanı’na polisin yaralamaya dönük atışlarını ve diğer işkence örneklerini anlatan Feyzioğlu, Kanun Hükmünde Kararname ile işini ve insan olmaktan doğan bütün haklarını kaybedenlere karşı dut yemiş karga gibiydi.
Tarık Toros, adam sandığımız bu eşek için şöyle diyor: “Kendisiyle 2015 yılının Eylül ayında tanıştım.
Medya grubumuza baskılar artmış, TV kanallarımız Digitürk gibi platformlardan çıkarılmaya başlanmıştı. Türksat da uydudan atmakla tehdit etmişti. Ankara’da Barolar Birliği’ne de gittim.
O gün Feyzioğlu, güçlü bir açıklama ile destek vermişti. Sonra kanala geldi, yayına çıktı. 1 saat boyunca canlı yayında yapılan işlemlerin hukuksuzluğunu anlattı.” İşte bu eşek (afedersiniz) daha sonra bu kanallar bir bir kapatılırken geviş getirmiş ve hiç oralı olmamıştı.
Hatırlayacaksınız “Hakkında soruşturma varsa önünde yatarım” diyen İçişleri eski Bakanı Muammer Güler, hiç olmazsa para makinalarıyla sayılacak kadar çok paraya Reza’nın önüne yatmıştı.
Sözüm meclisten dışarı bu İşlek herif Avukatlara verilecek bir yeşil pasaporta Erdoğan’ın
önüne yatmaya razıydı.
Nerden mi biliyorum?
Çünkü alkışlarken avuçları patlayacaktı.
Herkes, 2013’te köprüden önce son çıkışı kullanırken bu işlek son çıkışı kullanma yerine iktidar trenine bindi.
O, en büyük savrulmayı 17-25 Aralık Yolsuzluk soruşturmaları konusunda yaşadı.
O günlerde şöyle demişti: “Tarihe tanıklık ediyoruz.
Yolsuzluk soruşturmasının örtbas edilmesine asla izin vermeyeceğiz.
Bu soruşturmanın gittiği yere kadar gitmesini sağlamak bizim namusumuzdur.
Soruşturmayı ört baş etmeye kalkanların da millet tarafından siyaseten ve hukuken cezalandırılmasını sağlamak zorundayız.” Soruşturmaların kilit sanığı Reza Zarrap, ABD’de önce sanık sonra itirafçı olduğunda, Dışişleri Bakanlığı nota üstüne nota verirken bu işlek de durumdan vazife çıkarıp: “Verin bu namussuzu biz yargılayalım” diye höykürüyordu.
Halbuki o ‘namussuzu’ ülkenin en namuslusu ilan edip plaketler verildiğini, dosyanın yargı ve Meclis’ten kaçırıldığını bilmiyordu.
İktidarın trenine binice ‘çevir gazı yanmasın’ pratikliği ile hemen “Verin o namussuzu biz yargılayalım” diyen bir Bukalemun’a dönüşüverdi.
Aynı Eşşek, (tekrar afedersiniz) hatırlarsanız Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde Erdoğan’la birbirine girmiş ve hükümete eleştirileri bitmeyince dönemin başbakanı günümüzün Reis’i Cumhur’un sigortasını attırmış, kısa devre yaptırmış ve “yanlış konuşuyorsun, böyle edepsizlik olmaz” diye müdahale etmişti.
Sonra da Cumhurbaşkanı Gül’le birlikte salonu terk etmişti.
Bu işlek herif o zamanlar, yapılan hukuksuzluklara güçlü bir biçimde karşı çıkıyordu.
15 Temmuz’dan sonra eski Feyzioğlu gitti, yerine “ülkede işkence yok” diyen işlek biri geldi.
Danıştay töreni sırasında ‘edepsiz’ fırçası yediğinde muhalefetin yeni lideri olma imkânı onun ayağına kadar gelmişti.
Fakat o dik durmak, gerekirse bedel ödemek yerine Erdoğan’ın bir parmak işaretiyle Saray’a koştu.
Hesaplarının tamamını Erdoğan üzerine kurmuştu.
Oysa Erdoğan, kızının otel odasına kamera yerleştirip çıplak görüntüleri üzerinden kendine mağduriyet devşiren biriydi.
Onunla aşık atmaya kalktı, fakat hem kendini ve hem de kurumunu sıfırladı.
Tarihe de diplomasız rejimin kavalcısı olarak geçecek olan bu işlek herif, maalesef bir nefret objesi olarak mesaisini bitirdi.