NEVİN ERDEM-TR724.COM
29 Ocak tarihli Resmi Gazete’de “görevden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen Abdülhamit Gül” diye duyuruldu, Adalet Bakanlığı’ndan alınmanız.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın kurul defteri dürüldüğünde, ona bir veda yazısı yazan ben, Kurul’un başkanı olan sizin için de bir veda yazısı yazmazsam hatırınız kalır diye düşündüm.
Twitter hesabınızdan, af talebinizi kabul eden Cumhurbaşkanı’na şükranlarınızı arz etmişsiniz.
Ne kadar da sevimli bir ilişkiniz var Sayın Cumhurbaşkanı ile! Hiç alınma yok, kırılma yok. Af talebinizi kabul etmiş ya, sizden daha mutlusu olur mu?
Sevinmekte haksız da sayılmazsınız, sizi bu dünyada affedebilecek şunun şurasında kaç kişi bulabilirsiniz ki!
Siz ki, bu ülke tarihinde yargının zulüm aracına dönüştüğü en karanlık dönemin Adalet Bakanı olarak tarihe geçtiniz. Halefiniz Bekir Bozdağ da sizden geri kalacak biri değil, ama göreceğiz tabii.
Sizin döneminizde yüzbinlerce insan hukuksuzca sabaha karşı evleri basılarak gözaltına alındı, tutuklandı, cezaevlerine konuldu.
Herkese nasip olmaz; siz, bir yandan Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun başkanı sıfatınızla gözaltı, tutuklama ve yargılamalarla mağdur edilenlerin ahlarını aldınız; diğer yandan cezaevlerinin bağlı olduğu bakanlığın başında olmanız cihetiyle, cezaevlerinde mağdur edilenlerin ahlarını aldınız. Zulüm yaptıkça genişleyen bir heybeniz vardı. Ahlarla ve iniltilerle dolu bir heybe…
Bundan sonra siz, sabıkalı bir adalet bakanı olarak heybenizdeki sesleri duymaya başlayacaksınız. Geceleri uykularınızı kaçıracak o seslerle baş edebilmenin yollarını arayın. Belki psikolog desteği dahi alabilirsiniz. Zira, zulmü icra ederken hissetmemiş olabilirsiniz ama bir süre boş kalacağınız için, o iniltiler uykularınızı bölebilir, psikolojinizi bozabilir. Sakın hafife almayın bu tavsiyemi. O kadar hukuksuzluk, kötülük yaptınız ki, her biri bir gece uykunuzu kaçırsa, size bu dünyada uyku haram demektir.
Hangi biriyle baş edeceksiniz!
Sizin tepe yöneticisi olduğunuz bir cezaevinde ciddi sağlık sorunlarına rağmen konulduğu hücrede beyaz plastik bir sandalyede ölü bulunan Mustafa Kabakçıoğlu’nun ve yakınlarının ahıyla nasıl baş edeceksiniz? Ölümünden sorumlu olanlarla ilgili adli ve idari soruşturmaları dahi kapattınız. Daha ne diyebilirsiniz?
Teoman Gökçe peki? Nezaketi ve çalışkanlığıyla meslektaşlarının gönlünde taht kurmuş eski HSK üyesini bir hücrede ölüme terkettiniz. Ya hücresinde ölü bulunan Cumhuriyet Savcısı Seyfettin Yiğit?
Avukat Ebru Timtik, adil yargılanma talebiyle açlık grevine girdi. Umursamadınız. Göz göre göre cezaevinde öldü. Diyeceğiniz bir şey kaldı mı?
Garibe Gezer cezaevindeki gardiyanların kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu ve işkence ettiklerini açıkladı. Siz ne yaptınız peki? Hiçbir şey! Bir gece intihar ettiğini söylediniz. Garibe’nin iddialarını da, ölümünü de her zaman olduğu gibi takipsizlikle kapattınız.
Aysel Tuğluk’u demans hastalığı ilerlemesine rağmen cezaevinde tutmaya devam ettiniz.
Sizin döneminizde, cezaevleri hasta tutuklularla, özellikle de kanser hastalarıyla doldu taştı. Ne tahliye, ne tedavi ettiniz! Sadece kanser hastalığı nedeniyle artık ölümüne gün sayılan bir kaç kişiyi, istatistiklerde “cezaevinde ölüm” olarak gözükmesin diye, dışarıda ölmeleri için salıverdiniz.
Bunlarla nasıl baş edebilirsiniz ki?
Sakın, Türkiye’nin ilk Çocuk Adalet Merkezi’ni açmak gibi iyi şeyler de yaptık demeyin. Sizin döneminizde, anneleriyle birlikte cezaevlerine konulan bebekler, çocuklar bu ülkenin en önemli gündemleri arasında yer aldı. Çocukların mahallelerinde oyun arkadaşlarının değil, cezaevlerinde koğuş arkadaşlarının olması sizin eseriniz.
Mahpusları ailelerinden uzak yerlerdeki cezaevlerine yerleştirdiniz. Nakil taleplerini reddettiniz. Tutuklu eşleri dahi birbirlerinden çok uzak cezaevlerine yerleştirmekte tereddüt etmediniz. Mahpuslar ailelerine, aileler mahpuslara hasret kaldı. O kadar yolculuğa dayanıp gidemediler sevdiklerini ziyarete. O uzun yolculukları göze alıp gidenlerden kaç kişinin yolda trafik kazası sonucu öldüğünü biliyor musunuz? Tabii ki biliyorsunuz. “Trafik kazası” facianın resmi adı. Aslında siz neden olmadınız mı bu ölümlere?
Sadece ölümlere neden olmakla da kalmadınız. Mahpusların bazılarına yakınlarının cenazelerine katılmak için izin vermediniz. İzin verdikleriniz ise cenazeye sadece kısa bir süreliğine, etrafları silahlı askerlerle sarılı, elleri kelepçeli olarak katılabildiler. Cenaze merasimlerini adeta “güç gösteri merkezi”ne çevirdiniz.
Cezaevlerinde kanun ve yönetmeliklerle verilen bir çok hakkı, siyasi mahpuslara kullandırtmadınız. Cezaevinde kalması gereken normal süreyi doldurup, denetimli serbestlikle tahliye edilmesi gerekenleri dahi tahliye etmediniz. Tutuklamayla başlattığınız hukuksuzluklara, infaz aşamasında da devam ettiniz.
Cezaevlerinin içinde zulüm, dışında zulüm!
Sahi niye koydunuz Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSK üyelerini tek kişilik hücrelere? Hukuksuzca tutuklattığınız yetmemiş miydi? Beş yıldır hücrede tuttuğunuz kadın hakimler var. Niye yaptınız bunu? Yargıtay Üyesi Hüsamettin Uğur, raporlarla cezaevinde işkence gördüğünü ortaya koymasına rağmen, ne adli ne idari etkin bir soruşturma yaptırdınız. Dosyalarını kapattırdınız. Beş yıl geçti; hala mı görevdeki hakimlere gözdağı verme ihtiyacınız vardı?
Döneminizde binlerce hakimi ihraç edip, TÜGVA, TÜRGEV, Ensar ve İlim Yayma Cemiyeti gibi iktidarın arka bahçelerinden gelen listelerden yaklaşık on dört bin hakim-savcı aldınız. Bu hukuksuz ihraçlar ve yeni alımlarla iktidara tam bağımlı bir yargı yarattınız. Buna rağmen ihraç ettiğiniz, tutukladığınız hakim-savcılarla niçin bu kadar çok uğraştınız?
Her istediğinizi gözaltına alan, istediğinize soruşturma açan, tutuklayan, mahkum eden bir yargı bıraktınız ardınızda.
2016-2020 yılları arasında 1 milyon 576 bin 566 kişi hakkında silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlamasıyla soruşturma açtırdınız. 2021 yılını da dahil ederseniz, sayı 2 milyonu bulur. Yakınlarıyla birlikte 8-10 milyonluk bir terör örgütü ve terör örgütüyle “irtibatlı-iltisaklı” kişi! Bu soruşturmalarla kaç aileyi parçaladığınızı, kaç yuvayı dağıttığınızı hesap edebilir misiniz? Hesap bile edemediğiniz bir zulmün hesabını nasıl verebilirsiniz ki?
Elbette bu zulümleri tek başınıza işlemediniz. Bu zulümler bir ekip işi sonuçta. Siz bazen doğrudan yaptınız, bazen talimat verdiniz, bazen yapılanı onayladınız, bazen görmezden geldiniz. Ama nereden bakarsanız bakın, bu karanlık dönemin ilk 11’i içine kesin girersiniz.
Onun için, sakın kendinizi dinlemeyin. İçinizden, zayıf bir ihtimalle, gelebilecek en küçük bir eleştiriye kulak kabartmayın. Çünkü, kendi içinizde hesabını veremeyeceğiniz bir işe girişmiş olursunuz. Allah korusun, akıl sağlığınızı kaybedebilirsiniz.
Oysa, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde, devasa mahkeme salonlarında bu hukuksuzluklarınızın hesabı soruluncaya kadar sizin ruh ve beden sağlığınızı muhafaza etmeniz gerekiyor.
O gün geldiğinde, sizin hesap bile edemediğiniz bu zulümlerin hesabı öyle bir sorulacak ki!
Size o günle ilgili tavsiyem ise, kendinizi yormayın, susma hakkınızı kullanın. Çünkü yaptıklarınız resmi evraklarla kayıtlı ve onlar sizin yerinize her şeyi mahkemede anlatacak zaten.
Hiç şüpheniz olmasın, o gün gelecek!