2011 yılında Zaman Üniversitesi’nin açılış töreni için Kamboçya’ya gitmiştik…
Açılışta kurdeleyi kesen Bülent Arınç’ın oradaki genel müdürümüze “Aman Ali Ağabey yukarı, Ali Ağabey aşağı” diye nasıl saygı ile hitap ettiğini hâlâ görüyor gibiyim.
Kamboçya halkı şüphesiz dünyanın en fakir ve en mazlum halklarından.
Öyle ki, ülkede yoksulluğun dibi yok diyebilirsiniz.
Seksenli yıllara kadar haber bültenlerinde bol bol gözümüze çarpardı Kızıl Kmerler “Katliam yaptılar, onlarca insan öldürdüler” bu haberler hergün okuduğunuz, dinlediğimiz sıradan şeylerdi.
Ülkenin zalim mi zalim iktidar sahibi Pol Pot o yıllarda (1975-1979) 9 milyon olan ülke nüfusunun 3 milyonunu diğerlerine kırdırır.
Gözlük kullanmak, diş yaptırmış olmak “Elit” olduğunuzun delilidir, elitler halkın düşmanıdır ve elit sayılmanız öldürülmeniz için yeterlidir…
Evlatlar ana babalarını, ana babalar ise çocuklarını öldürürler.
Ölüm Tarlaları adı verilen işkence alanlarında insanlar çok değişik işkencelere maruz bırakılarak, acımadan tek tek öldürülür.
Şimdilerde bir müze alanı olarak korunan Ölüm Tarlasını ziyaret ettiğimizde, kurşun harcamamak için kafalarına çivi çakılarak öldürülen insanların kafataslarını, kırılan kemiklerini, canlı canlı gömüldükleri yerleri ve en acısı küçük çocukların bedenlerinin ve kafalarının vurula vurula parçalandığı ağacı görmüştük…
Orada içime doğru çok gözyaşı döktüm…
Maalesef kafataslarından yapılmış bir kule ile karşılaştık, bir devletin koruması gereken kendi insanının kafatasları üzerinde yükselen kahrolası bir güç, bir diktatör kulesi.
Aslına bakılırsa insanlığın utanç tablosu bir kule.
Pol Pot ve Kızıl Kmerler dünya zulüm tarihine şüphesiz birkaç level atlatmıştır…
Göz önündeki gerçek ise şu ; Habil ve Kabil’den beri insanoğlu birbirine karşı kıskanç, acımasız ve zalimdir.
Güç sahipleri güçsüzleri bütün dünya tarihi boyunca ezmiş onlara akıl almaz işkenceler yapmıştır.
Özür dileyerek ifade etmeliyim ki her milletin kendine ait bir işkence kültürü dahi oluşmuştur ve batılı ya da doğulu hiçbir milleti bu durumdan istisna edemezsiniz…
Engizisyon Avrupası’nda olanlar, Nazilerin yaptıkları, daha dün Ebu Gureyb’de yaşananlar, Guantanamo ve benzerleri zihinlerimizde taptaze.
Dünya biraz aydınmaya başlayıp, insanlar biraz medenileşince işin çığırından çıktığını gören topluluklar işkenceye karşı ciddi kararlar almış ve tüm dünyada üzerine giderek yasaklamışlardır…
Fakat bu aşkın rezâlet dur-durak bilmemektedir.
İşkence bugün tüm insanlığın, tüm devletlerin kabulüyle İnsanlık Suçu’dur ve insanlığa karşı işlendiğinden ötürü, üzerinden asla zamanaşımı geçmemektedir, işkenceci nerede olursa olsun yakalandığında suçunun cezâsını en sonuna kadar, en ağır şekilde ödeyecektir ve ödemektedir…
Türk Cezâ Kanunu’nda dahi (herşeye rağmen) işkence suçu işlenmiştir…
5237 Sayılı TCK’da İnsanlığa Karşı Suçlar ; Madde 77
Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kasten yaralama.
c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.
İşkence Suçu sâdece dünyevî hayatı ilgilendirmemekte, iskencecilerin uhrevi hayatının da berbat ve bedbaht olacağı muhakkaktır.
Maalesef Türkiye’de de işkence hiçbir zaman son bulmadı, belli dönemlerde azalsa dahi sonra tekrar ivme kazanıp hızlandırıldı.
Bugün yaşananlara neredeyse bir devlet politikası diyebilirsiniz, evet zâlim ve derîn bir devletin yıldırma politikası…
Nezarethânelerde, işkencehânelerde, hapishânelerde yapılanların asla bitmediğini hepimiz biliyoruz…
Elhamdülillah, bu lânetlik fiillerin sahipleri isim isim tespit edilmiş durumda İnşâallah hesabını verecekler.
Fakat ne yazık ki devlet ve toplum neredeyse işkenceye ve işkencecilere sahip çıkıyor…
Baksanıza daha yeni Ankara’da yapılan işkencelere karşı tavır almaya çalışıp İnsan Hakları Komisyonu ile işkenceyi tespit eden Ankara Barosu raporunu açıklayamadı ve bazı üyeleri bu durumdan ötürü istifâ etmek zorunda kaldı…
Yoğun baskının altında ezilen Baro hâlâ tespit ettiği işkenceyi, tuttuğu raporu açıklayabilmiş değil, herkes iktidarın sınırsız görünen gücü karşısında pusmuş, sinmiş durumda.
Yıllarca Anadolu’da Azınlıklar’a, Kürtler’e, Aleviler’e, aydın bir kısım Türklere ve Şuurlu Müslümanlar’a eziyet edilip işkence yapıldı, devam ediyorlar…
Rejim karşısına aldığını inim inim inletiyor.
Ve bugün Anadolu topraklarında Hizmet Gönüllüleri’ne yapılanlar tarihe geçmek üzere…
28 Şubat’ın postmodern darbecileri Soğuk Şubat’ın 1000 yıl süreceğini söylemişlerdi, bugün AKP ve Erdoğan eliyle sürdürüyorlar.
Ergenekoncular girip çıktıkları hapisten sonra “Çoluğunuzla çocuğunuzla sizi içeri tıkacağız, intikam alacağız” deyip, tükürükler saçan ağızlarıyla tehditler yapmışlardı.
Bugün Erdoğan vesâyeti altında dilediklerini yine O’nunla beraber tüm mazlumlara yapıyorlar.
Kendi şahsi ikbâli için çocuklara dahi eziyet etmekten çekinmeyen firav’nlarla karşı karşıya çocuk Musalarımız…
Hiçbir dönem yurt hapishanelerinde bu kadar kadın, bu kadar çocuk, bu kadar bebeğin var olduğunu göremezsiniz.
Zannediyorum şu an söz konusu kadınlar, çocuklar ve bebekler bütün dünya ortalamasının çok çok üzerindedir…
Hapishânelerimizde neredeyse 20 bin kadın, sayılarını tam bilemeyeceğim çocuklar ve 700 kadar bebek bulunmakta…
Anne-baba berâber tutuklandığından ötürü akrabalarının yanında kalmak zorunda olan yahut geçici olarak çocuk yetiştirme kurumlarına verilen evlatlarımız var.
Efendimiz (asv) “Kim çocuğuyla annesinin arasını ayırırsa, kıyamet günü Allâh (cc) sevdikleriyle onun arasını ayırır.” (Tirmizi, Büyû 52) buyurmakta.
Çirkin bir yalan olarak “sevdiklerini söyledikleri” Hz.Peygamber’in (asv) sözlerini dahi nazarı itibâre almıyorlar…
Halbuki kendi hukukları dahi anne babanın bir arada içeri alınamayacağından tutun, bebekli kadınların tutuklanamayacağına kadar, hamile hanımefendilerin hapse konunulamayacağına dâir düzenlemelere sahip.
Türkiye’de yaşanan tam bir “Düşman Hukuku” tam bir “Soykırım Hukuku” ne Anayasa, ne Cezâ Kanunu, ne de diğerleri dikkate dahi alınmadan ailelere, anne ve çocuklara, hamilelere, bebeklere zulmediliyor…
Sadece bununla kalmıyorlar zulmettiklerine hapishanede sağlamaları gereken insani ortamı da sağlamıyor, içeri almanın dışında içeride de onlara zulüm üzerine zulüm yaşatıyorlar…
Bugün bu yazıyı yazmamın sebebi maalesef sosyal medyada gördüğüm bir çığlıktı.
Benim minik, 8 yaşındaki yavrumla aynı isimde olan, 5 yaşındaki Mahir’in çığlığı…
Üzülerek söyleyeceğim ama Mahir annesine şöyle haykırıyordu ağlayarak “Anne beni saymasınlar, çok erken kaldırıyorlar”
Evet, bu cümle annesi Emine Kul ile 24 Kasım’dan beri Şakran Cezaevi’ndeki, sabah kontrollerinde sayımlara katılan 5 yaşındaki Mahir’e ait.
Baba da 2018’den beri tutuklu…
Dışarda ise ailesinin desteğine muhtaç 2 çocuk daha var !
Yerin dibine batsın sizin yalanlarınız ve insanlığınız !
Allah aşkına kıyılırmı bu çocuklara ?
Olay bununla bitmiyor bu meş’um süreçte çocuklarımız neler çekmediler ki, Meriç’te boğulan Feridun, babasını göremeyen, tedavisi yapılması gerekirken pasaportu verilmeyen Karaefe Ahmet, hepsine karşı insanlık suçu işlediler.
Bu çocuklarımıza yapılan herşey tek kelime ile işkence…
Bu ve benzeri kuzularımız Türk Zulüm Tarihi’ne birer kara leke olarak geçerken, Günümüzün Kara Sevdalıları’nın ise asla unutup, duâlarından eksik etmeyeceği sembol isimler oldular…
Kim bilir daha bilemediğimiz ne kadar acı hikayeler yaşanıyor…
Daha bugün benim de tanıdığım Manisa Eşrafı’ndan 84 yaşındaki Nusret Muğla kaldığı cezaevinde koronodan ötürü vefat etti…
Yine çok iyi tanıdığım, tanımakla şerefyab olduğum 80 yaşındaki Yusuf Bekmezci Ağabey haftalardır yoğun bakımda…
Ne bebek, ne beli bükülmüş ihtiyarları dinlemiyor kilitlendikleri zulme devam ediyorlar.
Affınıza sığınarak bir daha zikredeceğim ülkemizde bir devlet terörü, topyekün bir soykırım ve işkence yaşanıyor.
Geçmişten beri değişen hiç birşey yok, her taraftan mazlumların ah-ı enîni yükseliyor…
Garip olan o ki işkence yapan, işkenceden hüküm giymiş insanlar, televizyonlarda bilirkişi edâsıyla oturup göğüslerini gere gere yaptıklarını anlatıyor.
Bazılarının vicdanlarında ufacık kıpırdanmalar görünse de gelecekleri adına iyi birşey söylemek mümkün değil, işkenceciler vazgeçseler, pişman olsalar ne olacak ? Mahşer meydanında dibine, sonuna kadar daldıkları kul hakkı ile Rabbimiz’in karşısına çıkacaklar.
Bazıları ise mel’un vazifelerinden ayrılırken aflarını isteyip, gasbettikleri kul haklarının helâli için helallik talep ediyorlar hem de utanmadan.
Küçük Mahir’in ve diğerlerinin yüreğimizi yakan çığlığının yanına bir ayet bırakarak işkencecileri uyarıp bitireyim fakat anlayacaklarını zannetmiyorum…
Çünkü onlar kör, sağır ve dilsiz görünüyorlar…
Rabbimiz Buruç Suresi 10.ayette şöyle buyuruyor ; Şübhesiz ki mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara işkence edip de, sonra tevbe etmeyenler yok mu, işte onlar için Cehennem azâbı vardır, hem onlar için (bu dünyada da) yangın azâbı vardır (ki o ateş, kendilerini de yakmıştır ! )
Bu dönem çok sözü, çok yazıyı şu nidâ ile bitirmek zorunda kaldım, özür dileyerek yine aynı şeyi yapmak zorundayım ;
Zâlimler için yaşasın cehennem !!
@MansurTurgut