Babalar Günüydü. Twitter’a bakarken gördüm resmini…. “Eşini ve küçük çocuğunu kaybeden baba, Hasan Aksoy. Babalar günün kutlu olsun.” yazıyordu.
Evladını kaybetmiş bir babanın babalar gününü kutlamak… Kendimi Hasan Hoca’nın yerine koymaya çalıştım ama pek başarılı olamadım. Biricik ciğerparesi ellerinin arasından kayıp, soğuk ve karanlık sularda cennete süzülürken çaresizce arkasından bakakalmak, tahayyül edebileceğim bir acı olmasa gerek. Allah kimseye yaşatmasın.
Hasan Aksoy benim bir nevi öğrencim, aynı zamanda da meslektaşımdı. 2011 yazında Kasımoğlu Coşkun Lisesi’ne gelip edebiyat öğretmenliği yapacağını söylediğinde yüzünde gördüğüm heyecanı hiç unutmayacağım.
Okullar açılıncaya kadar geçen o kısacık zaman diliminde beraber yaptığımız zümre toplantılarında bildiğim her şeyi onunla paylaşmaya çalıştım. Öğrenme heyecanını, biz edebiyat öğretmenlerine anlattığı ilk dersi, tahta önünde esprili ve rahat tavırları belleğime kazınmış. Hasan Hoca daha sonra oğlumun edebiyat öğretmeni oldu.
Bizimle bir yıl çalıştıktan sonra Milli Eğitim’e bağlı bir devlet meslek lisesine geçti. Arada bir ziyaretime gelir, birlikte yemek yerdik. Hala meraklı bir öğrenci gibi sorular sorar, öğrencilerine anlatacağı konular hakkında bilgi biriktirmeye devam ederdi.
Okula gelip hasret giderdiğimiz bir gün elime nikah davetiyesini tutuşturdu. Yeni bir yuva kuracak olmanın mutluluğu her haline yansıyordu. Onu son görüşüm Kartal’da katıldığım nikah töreni oldu. Merhume eşiyle birlikte bir ömür beraberce mutlu yaşamaları temennimize “Amin abi, inşallah.” demesi ondan hafızamda kalan son anı olarak duruyor.
Daha sonra kader beni Avustralya’ya, onu da Bartın’a sürükleyince irtibatımız koptu. Ta ki binlerce kilometre ötede okuduğum hazin bir habere kadar.
Hasan Hoca, önce çalıştığı okulun müdürü sonra da bizzat öz kuzeni tarafından şikayet edilmiş ve 1 Eylül 2016’da çıkarılan 672 sayılı KHK ile ihraç edilmişti. Çok sevdiği oğlunu tutuklanma korkusu olmadan bir parka bile götürememesi canını çok sıkınca ailece ülkeden ayrılmaya karar vermişlerdi.
28 Temmuz 2018 gecesi Ayvalık’tan Midilli Adasına geçmek isterken devrilen bir botta bulunan 16 kişiden 3’ü bebek 7 kişinin boğularak öldüğü yazıyordu haberlerde. O botta 3 yaşındaki yavrusu Yusuf Baha ve eşi Sena Hanım’ı kaybetmişti Hasan Hoca.
Kendisi kurtulsa da en değerli varlıklarını kaybetmiş, üstüne bir de tutuklanmıştı. İfadesini almak için gelen zalimler “Konuş, yoksa seni cenazeye göndermeyiz.” demişler ve eşiyle yavrusunun cenazesine bile katılmasına izin vermemişlerdi.
Gözleri o kadar dönmüştü ki cenazeyi taşıyacak bir araç bile çok görülmüş, “Teröristleri taşıyacak araba vermeyiz.” deyip daha 3 yaşındaki Yusuf Baha’yı da terörist ilan etmişlerdi.
Hasan Hoca o gün hemen tutuklanıp hapse gönderilmişti. Suçlamalar bildik şeylerdi. Hizmete ait bir kolejde bir yıl öğretmenlik yapmak, Bank Asya’da maaş hesabı olmak,olmayan By-lock kullanımı…
21 Mayıs 2019’da Bartın Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığı savunmada “İşkence olmasaydı adalete başvurur, teslim olurdum.” deyip işkencecilerinin isimlerini de vermişti.
Son söz olarak da “İstediğiniz, önceden belli olan cezayı korkmadan, kahramanca, rahat rahat verebilirsiniz. Arkamda Allah’tan başka kimse yok.” demiş ve kendisine verilen 10 yıl 1 ay 15 günlük cezayı gülerek karşılamıştı.
O Babalar Gününde Hasan Hoca’nın sosyal medyada gördüğüm resimleri dikkatimi çekti. Sakalları oldukça uzundu, neredeyse bir iki yıldır sanki kesilmemiş gibi duruyordu. Biraz araştırınca sebebini bir haber sitesinde okudum.
Şehit yavrusu ellerinden kayıp karanlık sularda cennet çocuklarından biri olmadan önce en son minicik elleriyle Hasan Hoca’nın sakallarına dokunmuştu. İşte o yüzden o günden beri sakallarını kesmemiş, evladından aziz bir hatıra gibi saklamıştı…
Evladına olan sevgisi o kadar fazlaydı ki ziyaretine gelen babası “Babam, nasılsın?” diye sorduğunda “Bana babam deme, Yusuf’um da babam derdi.” demiş ve herkesi yine hüzün içinde bırakmıştı.
Hasan Hoca hala Tarsus 1 No’lu Cezaevinde bu dünyanın zalimlerinin verdiği cezayı çekmekle meşgul. Zerre kadar o zalimlere minneti yok. O zindanlarda tek tesellisi ise evladının sakalına emanet bıraktığı son dokunuş.
Dileriz ki Rabbim cennette eşi ve evladıyla onu tekrar bir araya getirir ve zalimlere de hem bu dünyada hem ahirette hak ettikleri azabı tattırır.
semihyilmaz@yepyeni.zamanaustralia.com