Rahîm Hâkim isimlerine mazhar bu Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye aynı zamanda Cenab-ı Hakk’ın Bedî isminin de aynasıdır. Yani, bediî sanatlar gibi, estetik güzelliklere sahiptir. Orijinaldir, kimseyi taklit etmez, benzersizdir ve en önemlisi bağımsızdır.
Hizmet hiç kimse tarafından satın alınamaz. Satılanlar, kendisini satan zavallılardır. Bir müddet sonra silinir giderler. Çünkü Hizmet bir noktadan Medine’ye benzer. Efendimizin (S.A.S.) ifadesiyle Medine körük gibidir. Fazlalıkları, oksitlenmiş çürümüş cürufları bir müddet sonra atıp meselenin aslını, külçe altın gibi hâlis olarak korur. Onun için “Ümmetimden bir taife, zâhirâne, galibâne Allah’ın emri Kıyamet gelinceye kadar devam edecek ve hiç zâil olmayacaktır.” İsteyen bu hadis-i şerifin manevi tefsirini Kastamonu Lâhikası’ndan tekrar mütalaa edebilir. Onun için bu Hizmet kıyamete ayarlıdır derken bunu kastediyoruz. Allah’ın inayetiyle onu hiçbir hâin, hiçbir zâlim biteremez; bitirmek isteyenler kendileri biterler.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri ekser temsilleri çekirdekten veriyor. Onun için Haşir Risalesi’nde, bu husus bir soru olarak sual ediliyor: “Neden en çok misalleri çiçekten, çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?” Şöyle cevap veriliyor: “Çünkü onlar; hem İlâhî Kudret mucizelerinin en antikaları, en harikaları, en nâzeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, onlardaki kudret ve kader kaleminin yazdığı ince hattı (yazıyı) okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar; tabiat bataklığına düşmüşler.”
Halbuki Risale-i Nurlar, akılları ve kalpleri iknâ edici ifadelerle bu ince ve derin meseleyi talebelerine izah ettiği için onları çekirdekten yetiştirmiştir. Çekirdekten yetişenler, sonradan başka ağaca aşılananlar gibi değildir.
Hizmet adına bir işe kilitlendiklerinde başka şeyler onları pek ilgilendirmez. Isparta’da ilklerden birisini Kur’an okutuyor, Kur’an harflerini öğretiyor diye üç-dört aylık hapis cezası verip ceza evine atarlar. O, çıkınca yine Kur’an hizmetine devam eder. Bir-iki-üç derken hâkim, bu sefer bir sene hapis cezası verir. O mazlum da “Eyidir hâkim bey, eyidir” der. Hâkim “Anlamadın galiba üç-dört ay değil tam 12 ay! Şimdi anladın mı?” der. Mazlum, “Anlamaz olur muyum. Böylesi eyidir” der. Hâkim “Nasıl iyi olabilir?” deyince, “Üç, dört ay deyip atıyorsun. Ben mahkumlara başlıyorum Kur’an okumayı öğretmeye tam düzgün okuyacakları hale gelince beni hapisten çıkarıyorsunuz. Her şey yarım kalıyor, emekler boşa gidiyor. Şimdi bir sene olunca, ben onlara çok güzel Kur’an öğretirim artık!” diyor. Hâkim kızıyor, kararı yazan kâtibeye, “Kızım o kararı, yırt at!” diyor sonra mazluma, “Defol buradan; siz içerde de, dışarıda da baş belalarısınız. Bir türlü bildiğinizden şaşmıyorsunuz!” diye bağırıyor.
Siz, “Uluslararası ilişkiler” mezunu yirmi üç yaşındaki bir genci sırf iyi İngilizce bildiğinden okul açması için Tanzanya’ya gönderiyorsunuz. Cebinde de sadece iki bin dolar parası var. Eğitimci değil… Dış ülkeler için hiçbir tecrübesi de yok… Ama Üstad Bediüzzaman Onucu Lem’a’da bu Hizmet’in kerametinin üç çeşit olduğunu; Birincisinin: Cenab-ı Hak tarafından Hizmet zemininin hazırlanıp hizmet edeceklerin sevk edildiğini biliyoruz…
Gerçekten Tanzanya’da zemin çoktan ayarlanmış… Sağlık Bakanı, Türkiye’de üniversite okumuş Abdurrahman ve Şeyh İsmail’i hazır buluyor. Orada erkek ve kız kolejleri açılıyor. İlk dönem Kazakistan Canbul’a giden arkadaşlar, Kazakça ve Rusça bilmedikleri halde orada bir camide, Osmanlı zamanında çok önceden oraya gönderilen Hemşinlilerle karşılaşıyorlar.
Esnaftan ilkokul mezunu ama Risale-i Nur’ları çok okumuş ve çok yazmış bir ağabeyimiz Orta Asya ülkelerini Hacı Kemal Ağabeyimizle çok gezmiş dolaşmış ve eğitim yuvalarının açılmasına vesile olmuş. Fakat M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sözlerindeki işaretlere çok dikkat kesilmiş birisi olarak: “Ah bir de Sibirya’da, Yakutistan’da bir okulumuz olsaydı…” sözü üzerinde duruyor. Yakutistan diye bir ülkeden o zamana kadar hiç haberi olmayan bu ağabeyimiz “Acaba Yakutistan nerededir? Oraya nasıl gidilir?” diye araştırmaya çalışıyor. O zamanlar Kazakistan’ın Yazarlar Birliği Başkanı Muhammed Kaltay’a soruyor: “Muhammed Ağabey sen bilirsin, bu Yakutistan’a nasıl gidilir bana bir yol göster” diyor. O da “Sadettin, sen orada ne yapacaksın?” diye soruyor. O da, “Orada okul açacağız” deyince “Sen delirdin mi? Oralar Sibirya… Kışın eksi 40-50 yazın artı 40-50 sizin öğretmenler oraya uyum sağlayamaz, oralara dayanıp hizmet etmeleri çok zor. Sen bu işten vazgeç!” diyor. Ama o yarım yamalak da olsa Rusça bilen bir Ahıskalı’yı yanına alarak yola çıkıyor. Cenab-ı Hak, uçakta her taraf dopdolu iken yanındaki koltuğa gelen Tatar Emine isimli bir hanımla tanıştırıyor. Onun vesilesi ile oradaki
Cumhurbaşkanının Eğitim Danışmanı bir Rus hanımla tanışıyorlar. Ama Ahıskalı bir türlü oraya geliş sebeplerini Rusça izah edemiyor ve başlıyor tarzanca el-kol hareketleriyle anlatmaya. Tam o sırada oraya Saha Türklerinden bir hanım geliyor ve “Bunlar Türk mü?” diye sorunca cevabı alıp çıkıyor biraz sonra eşi olan Azeri bir profesörle içeri giriyor. O hemen bizimkilere “Siz benim misafirlerimsiniz. Ben sizin bütün işlerinizde sizlere yardımcı olacağım” diyerek gerçekten orada okul açılmasına vesile oluyor.
Tabir câiz ise Risale-i Nur Üniversitesi talebesi olup çekirdekten yetişme bu ağabeyimiz pek çok okulun, imkânsız gibi yerlerde açılması için iyi niyeti ile gayret göstermiş pek çoklarının yetişmesine vesile olmuştur.