Leyla Zana, Kürtlerin ölüme aşık olmadıklarını belirterek, “Sayın Cumhurbaşkanı “süreci dondurucuya kaldırdım” diyor. E artık miadı geçmek üzere, bence dondurucudan çıkarıp bu işi esastan ele almak gerekiyor. Zaman kaybetmeden… “dedi.
Kürt siyasetçi Leyla Zana, siyasi kimliğinin cezaevi kapılarıda sekillendiğini belirterek, “Türkçe iki cümleyi bir araya getiremezken o cezaevi kapıları bizim için bir okula dönüştü. Bizim için aynı zamanda bir örgütleme alanı oldu. Bizim için bilinçlenme zeminine dönüştü.”dedi.Leyla Zana, 2015’ten sonra siyasal deprem yaşandığını ifade eden Zana, “Özellikle hendekler sürecinde gerçekten siyasal muhataplığın durduğu noktaya vardık. O süreçte kitle ile yüz yüze geldiğimizde verecek hiçbir cevabımızın olmadığını da gördüm. Susmamın nedenlerinden biri budur. Halklarımıza ve Kürt halkına karşı mahcubiyetten dolayı sustum. Yüzlerce insanın hayatını kaybettiği bir süreç yaşandı” diye konuştu.
‘CESETLERİMİZ 7 GÜN SOKAKTA KALDI’
Zana, Gazeteduvar’dan Vecdi Erbay’a verdiği röportajda önemli mesajlar verdi. Hiçbir dönemde cesetlerin 7 gün sokakta kalmadığını ifade eden Zana, şöyle devam etti: “En zor süreçlerde bile gidip kemiklerimizi toplayıp getirebildik. Ama Taybet Ana’nın cenazesi 7 gün sokakta kaldı ve çocukları bile gidip alamadı. Cizre’de küçücük bir çocuğu annesi alıyor, dondurucuya koyuyor. Dondurucu kelimesini her duyduğumda o anı yaşıyorum. Bir anne çocuğunun vücut bütünlüğü bozulmasın diye kalkıp dondurucuya koyuyorsa çaresizliğinden, bu hepimizin ayıbıdır. Bütün bunlar beni derin bir sorgulamaya götürdü.”
‘SİYASİ KİMLİĞİM CEZAEVİ KAPISINDA OLUŞTU’
Kürtler açısında siyasi mücadelenin cezaevi direnişleriyle başladığını kaydeden Zana, “Siyasi kimliğim cezaevi kapısında oluştu. Türkçe iki cümleyi bir araya getiremezken o cezaevi kapıları bizim için bir okula dönüştü. Bizim için aynı zamanda bir örgütleme alanı oldu. Bizim için bilinçlenme zeminine dönüştü.” dedi.Devleti cezaevinde tanıdığını belirten Zana, konuşmasına şöyle devam etti: “Zaman zaman arkadaşlara diyordum, “Devleti sizin gibi üniversitelerden ya da askerlik yaparken değil, cezaevi kapısında tanıdım.” Demokratik legal mücadeleyi bu insanların sayesinde öğrendik. Edindikleri birikimleri bize aktarıyorlardı görüşlerde. Bir iki dakikalık görüşte şurayı da inceleyin, burayı da öğrenin diyorlardı. Ve biz ilk cezaevi kapısında örgütlenmeye başladık. İnsanlar orada birbirini tanımaya başladı ve ne yapabiliriz sorusu ile hareket etmeye başladık. Ondan sonra 89’da bir grup SHP milletvekili Paris’te bir konferansa katıldı ve SHP kapıları kapatınca, o dönemin aktörleri gelip bu hazır kitleyle partiyi kurdular. Bütün tutuklu aileleri olarak bir gruptuk. Siirt, Urfa, Batman, Mardin, gündüz oralara gidiyorduk, gece kendi şehir merkezlerimizde çalışıyorduk. Kitleyi duyarlı hale getirmeye çalışıyorduk. HEP’in kuruluşunda, “Bu mevcut potansiyeli bir yere aktarmak gerekiyor” dendi. Başta çok karşı çıkmıştık. Bu potansiyeli niye başkasına verelim? Kendi potansiyellerini kendileri oluştursun diye… Çünkü o potansiyel binbir emekle ortaya çıktı. Ve bunun öncüleri cezaevindeki arkadaşlardı. Eğer herkes kendi ailesini sakınsaydı bu potansiyel ortaya çıkmazdı. Hiç kimse kendi ailesini mücadelenin dışında görmedi.”
‘NE CHP’NİN NE DE AKP’NİN KOLTUK DEĞNEĞİYİZ’
Mevcut sistemin ikili bir tercihe zorladığını vurgulayan Zana, şöyle devam etti: “Bir yüzyıl bize dünyanın acısını çektiren, yok sayan ve yok sayılmamız üzerinden konumlanan bir CHP var. Diğeri de ümmet anlayışını dayatıyor. Kürtlerin ikisinden birini seçmek zorunda bırakılması hedefleniyor. Hayır biz seçmek zorunda değiliz. Biri 80 yıl büyük bir zulüm uygulamış, diğeri o zulmün devamcısı olarak konumlanmış.
‘PARTİ YÖNETİMİN CEZAEVİNDE OLMASI CHP LİDERİNİN TUTUMU NEDENİYLE’
Niye ikisinden birini seçmek zorunda kalalım ki? Ne CHP’nin ne de AKP’nin koltuk değneğiyiz. İkisi de değiliz; biz biziz. Bir siyasi partisin; rengin, kimliğin, söylemin, örgütlenme tarzın ve tabanın farklı… Şu anda mevcut parti yöneticilerimizin tümünün cezaevinde olması bizzat CHP liderinin tutumu nedeniyle değil mi? Bizim binlerce insanımız hapiste, sürgünde ama gündem bile olamıyorlar. Burada da bir oyun var. Halk doğal olarak bunları sorguladı. CHP’nin yeni yönetimini izliyorum, umarım Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümüne dair kitlenin bu uyarılarını dikkate alan sorumlu ve cesur bir yaklaşım sergiler.”
‘2015’te MECLİS KAPISINDAN ÇIKTIM, BİR DAHA DÖNMEDİM’
Milletvekili yemininin Türklük esaslı olduğunu kaydeden Zana, yemin töreninde yaşanan krizi şöyle anlattı: “Türklük yerine Türkiye dedim. Ve o dönemin geçici Meclis Başkanı (Deniz Baykal) yeminimi kabul etmedi. Kabul etmeyince tekrar yemin etmem istendi. Ben de reddettim. ‘Ben doğru ifade ettim. Yanlış olan sizsiniz, ben değilim’ dedim. O gün Meclis’in kapısından çıktım ve bir daha geri dönmedim. 8 yıldır Ankara’ya ayak basmadım. Zaman zaman buradan Diyarbakır’a ya da Batman’a kadar gidip geliyorum, o kadar. Mevki makam değil, bir dava sahibiyim. “Bu dava beni ilgilendirmiyor” deme lüksüne sahip değilim. Mahcubiyetimdir beni susturan ya da bu köyde oturtan durum. Halkıma karşı mahcubiyetimdir. Başka hiç kimseye ne borcum ne minnetim ne de mahcubiyetim var. Halkıma minnettar, mahcup ve borçluyum. Bugünkü konuşmayı da bu temelde yapıyorum. ”
‘BARIŞ SÜRECİ DONDURUCUDAN ÇIKARILMALI’
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında tekrar seçime gidilmesinin sağlayacak formül bulunsaydı farklı bir durumun ortaya çıkabileceğini kaydeden Zana, “Sürecin bozulmasında Milli Güvenlik Kurulu kararlarının mutlaka etkisi olmuştur ama sadece MGK kararlarıyla bozulduğu tek başına yanıt olamaz. Bu sorunu çözebilmek için iktidar gücü önemliydi. O zaman da söylemiştim, “İkinci bir seçime (1 Kasım 2015) gidersek korkarım ki 90’ları arar hale geliriz.” O dönem dirsek teması kurulmaya çalışıldı ve Erdoğan’la görüşüldü. Ama artık çok geçti. ” dedi.
Sürecin konulduğu donducurudan çıkarılmasını isteyen Zana, şunları söyledi: “Sayın Cumhurbaşkanı “süreci dondurucuya kaldırdım” diyor. E artık miadı geçmek üzere, bence dondurucudan çıkarıp bu işi esastan ele almak gerekiyor. Zaman kaybetmeden… Ama görülüyor ki böyle bir çabaları yok. Artık zamanı ötelemeye, ertelemeye tahammül kalmadı, anlatabiliyor muyum?
‘KÜRTLER ÖLÜME AŞIK DEĞİL’
Ortadoğu’nun geneline baktığımızda koşullar bunu herkese dayatıyor. Kürtlere de dayatıyor, Türkiye Devleti’ne de dayatıyor. Hayat dayatıyor, toplumun beklentisi oradan çıkıyor. Kürtler ölüme aşık değil. Kürtlerin devleti yıkmak gibi bir yaklaşımları yok zaten, bir hak arayışı var, yok sayıldığı için bir biçimde direnmek zorunda kalıyor. Devlet açısından baktığımızda, borçları artık milyar dolarları çoktan aştı. E bu borcu nasıl ödeyeceksin? Barış hâkim olsa bu topraklar kimi beslemez? Hiç Ukrayna’dan buğday, mercimek almana gerek yok. Bir diyalog geliştirsen, sağlıklı bir iş birliğine gitsen Avrupa’yı da ısıtabilecek kaynaklara sahibiz… İktidarı ve muhalefetiyle enerji, zaman ve kaynaklar buna harcanmalı. Bu sorun herkesi yakmaya başladı.
2013’te bu niye olmadı?
Yeterince çalışmadık diyelim. Yeterince anlatamadık. İki taraf için de söylüyorum. Devlet yeterince tedbir geliştirmedi ya da net bir tutum belirlemedi. Diplomatik, politik ve kitlesel boyutuyla biz de çok dağınıktık. Yapı olarak dağınıktık. Kimse diğeriyle bir şey paylaşmıyordu. Öyle bir sıkıntı da vardı.