[FAİK CAN-TR724.COM]
Rahmetli babam elimden tutup hizmetin yurduna teslim ettiğinde 11 yaşındaydım. İmam Hatip Okulu’nda okumamı istemişti. Okul evimize çok uzak değildi; evden de gidip gelebilirdim ama annem ve babam hizmetin yurdunu kendi evlerinden daha güvenli görmüşlerdi. “Ahlaklı, edepli, vatanını, bayrağını seven biri olsun” düşüncesiyle vermişlerdi beni yurda. İmam Hatip’te okumanın tek başına bir anlam ifade etmeyeceğini düşünmüş olmalıydılar. Haklı da çıktılar.
İlkokul 5. sınıfı yeni bitirmiş bir çocuk olarak 150 kişinin kaldığı bir yurtta kalmaya başlamıştım. Hem özlem vardı içimde hem de tedirginlik. İlk gecemizde yatakhanede yaşıtım olan arkadaşlarla hep birlikte ağlamamız bundandı. Ama yurt müdürümüz ve oradaki belletmen abilerimiz kısa sürede bize evlerimizi unutturacak bir samimiyet ve sıcaklık sergilediler. O günün şartlarında imkânlar da öyle fevkalade değildi. Sadece Cuma günleri “etli yemek” çıkardı. Demirden ranzalar ve çelik dolaplar vardı odalarımızda ama her yer pırıl pırıldı.
Kilitsiz dolaplar
Namazlar cemaatle kılınırdı. Toplu tesbihatlar, namaz sonrası yapılan sohbetler, videodan izlenen filmler tarifi imkânsız bir güzellik katıyordu ortama. Yurt müdürümüzün disiplinli ama şefkat dolu tavrı, belletmen abilerimizin yakın ilgileri bizleri yurda bağlayan temel sebeplerdi. Müdür bey, haftada bir defa hepimizi toplayıp sohbet ederdi. Güzel ahlaklı olmanın değerini anlatırdı. İleriki hayatımızda bizden beklentilerini sıralarken “ahlaklı olmayı” ilk sıraya koyardı. Onun gözünde yalan ve hırsızlık en kötü hasletlerdi. Bu sebeple yurtta dolaplarımızı kilitlemezdik.
Okullar açılıp servisle İmam Hatip’e gittiğimizde bambaşka bir ortama girdik. Oraya ait olmadığımızı hissediyorduk. Bir sıcaklık bulamamıştık. Yurttaki havadan fersah fersah uzaktı okulun atmosferi. İyi insanlar yok muydu; elbette vardı ancak ortam genel olarak bize çok yabancıydı.
Yurtta ne müdürümüz, ne belletmenlerimiz, ne de öğrencilerden bir tek kişi bile sigara içmezken, burada öğrenciler arasında bile sigara içme oranı oldukça yüksekti. Büyük sınıflarda, sigaradan dişleri simsiyah olmuş pek çok öğrenci vardı. Yeni aldığım kalemlerimin, silgilerimin kaç kere çalındığını sayamadım bile. Öğrenciler arasında namaza giden çok azdı. Ergenlik döneminin en bel altı muhabbetleri yapılır, karşı cinse dair konular pervasızca konuşulurdu.
Kahvehanede imam hatipli öğrenciler
Öğlen aralarında civarda bulunan bütün kahvehaneler okey oynayan imam hatip öğrencileriyle dolardı. Kahveden derse geç gelen öğrenci, namazdan geldiğini söyleyip hocayı kandırırdı. Kanmasa bile hocanın sessiz kalmaktan başka bir seçeneği olmazdı. Bir fizik dersinde namazdan geldiğini söyleyen geç kalmış bir öğrenciye hocanın “şimdi sana bir şey desem, beni dinsiz ilan edersiniz” serzenişi durumu anlatmaya yetiyordu.
Okula yakın mesafede bulunan kız meslek lisesi, imam hatip öğrencilerinin civarında tur attıkları bir mekândı. Sululuğun, pespayeliğin her türlüsü sergilenirdi orada. Muhabbetler okulda, teneffüslerde, ders aralarında devam ederdi. Bir kısım hocaların tavırları bundan farklı değildi. Malum muhabbetlere aynı sululukta iştirak eden “meslek dersi” hocaları da vardı.
Biz ise bu ortamda kendimizi çok yabancı hissediyorduk. Sigara içmiyor, kadın, kız muhabbetlerine girmiyor, okey oynamıyorduk. Okul çıkışı servisle hemen yurda dönüyorduk. Okulda derece yapanların neredeyse tamamı bizim yurdun öğrencileriydi. Meslek dersleri dışındaki farklı siyasi görüşlere mensup öğretmenler bizi çok severlerdi. Ama meslek dersi öğretmenleri, yani imam hatip eğitimi verenler genel olarak bize mesafeliydiler. Düşmanca tavırlar sergileyenler bile vardı içlerinde.
‘Akyazılı yurdundan gelenler!’
Okul müdürü de bizi hiç sevmezdi ve bunu gizlemezdi. Aynı kabahati işleyen bir yurt öğrencisiyle, herhangi bir imam hatip öğrencisi farklı cezalandırılırdı. Zaman zaman servis geç kaldığı için sabah törenine yetişemediğimizde yurt öğrencileri olarak toplu cezalandırmaya maruz kaldığımız çok oldu. Bir saat bahçede bekletildiğimizi, “Akyazılı yurdundan gelenler! Niye geç kalıyorsunuz, siz şöyle ayrılın bakayım!” diye herkesin önünde azarlanıp horlandığımızı bilirim. Saç kontrolleri yapılırken, saçı uzamış yurt öğrencisinin yüzlerce kişinin önünde mikrofonla “sizin yurtta berberiniz yok mu” denilerek azarlandığını ve saçının makasla kırpıldığını da iyi hatırlıyorum. Başkalarına yapılmayan muamelelerdi bunlar.
Olumsuz tavırlar ve muameleler bu kadardan ibaret değildi elbette. O günkü Refah Partisinin mitinglerine ders vakti okulun önünden otobüs kaldırılırdı. Biz katılmadığımız için hain ilan edilirdik. “Amerikan ajanlığı, İsrail uşaklığı” isnadı ta o zamanlardan beri maruz kaldığımız bir iftiradır. Mitinge gitmediğimiz için imanımızı sorgulayan bir mücahide (!) “mitinglerde namazları nasıl yapıyorsunuz” dediğimde yüzünün aldığı şekli unutamam. Bir kısmı “sabah kamyonu devirmişim yaaa” deyip abdestsiz gezen ve bununla iftihar eden bu arkadaşların gözünde bizler haindik. Okulu yönetenlerin gözünde de onlar bizden daha muteberdi.
En büyük cihat(!)
Meslek derslerine giren bir kısım hocalar o zaman düşman gördükleri devlete, laikliğe, başka siyasi görüşlere ve hizmete laf söylemeyi en büyük cihat zannederlerdi. Mitingden sonraki gün ilk derste mitingin analizi yapılır, kimlerin katılıp katılmadığı sorgulanırdı ama aynı heyecan namazlara karşı duyulmazdı.
O zamanın okeyci, abdestsiz, namazsız, kadın-kız peşinde koşan imam hatip nesli şimdi ülkeyi yönetiyor. Bürokrasinin değişik kademelerinde o günden tanıdığım çok arkadaşım var. İmam hatip yönetirken güçleri saçlarımızı kesmeye yetiyordu. Şimdi ülkeyi yönetince canımıza kasteder oldular. Hâsılı, kırk yıl önce de böyleydi bu adamlar!